Ermeni basınında bir gelenek: 'Akrabamı Arıyorum' ilanları ne anlattı, ne anlatıyor?

13-18 Ocak tarihleri arası 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı'nda, Hrant Dink’in öldürülmesinin 18. yılında, onun gazeteciliği süresince yürüttüğü hakikat, adalet ve yüzleşme çabalarına odaklanan bir dizi söyleşi ve etkinlik gerçekleştiriliyor. 15 Ocak Çarşamba günü “Akrabamı Arıyorum” başlıklı üçüncü etkinlikte Agos’ta yer alan “Akrabamı Arıyorum” ilanlarından yola çıkılarak köklerini, kimliklerini arayanların hikayeleri konuşuldu. Ayfer Bartu Candan’ın moderatörlüğünü yaptığı söyleşide Jülide Aral, Pakrat Estukyan, Fethiye Çetin, Ayşe Gül Altınay konuşmacı olarak yer aldı.

Söyleşide ilk olarak Agos Ermenice sayfalar editörü Pakrat Estukyan söz aldı. Estukyan şunları söyledi: 

“Bu söyleşiye katılmam önerildiğinde ilk aklıma gelen resmi tarih tezini savunan bir akademisyenin bir zamanlar 1915 ile ilgili Hrant Dink’e dönerek küçümseyici bir tavırla ‘Hani bunun belgesi?’ diye sormasıydı. Hrant ise ‘Her Ermeni bir belgedir’ diye cevap vermişti. Tarihte dünyanın her yerinde Ermeniler, bir zamanlar Ermenice gazetelerde akrabalarını arama ilanı verirlerdi.  Bir dönem Zakarya Mildanoğlu bu ilanları derledi. Yakınlarını arayan insanların konumlarına baktığımızda karşımıza bir dünya haritası çıktı. Bir gün bir ziyaretçi bugün oturduğumuz bu ofise geldi. ‘Benim ana dilim Kürtçe şu an İzmir’de yaşıyorum. Ancak Ermenistan’da akrabalarım olduğunu öğrendim.’ diyerek gazeteye ilan verdi. Bir süre geçtiğinde bir adam Ermenice konuşarak beni aradı. Rusya’dan, Anapa’dan arıyormuş. İlandaki  numarayı aldı. Bir gün Agos’a geldiğimde İzmirli arkadaş ve Anapa’dan gelen akrabası beni bekliyordu. Böylece birbirlerini buldular."

Estukyan şöyle devam etti:

"Genel olarak bu kopuşun nedenleri bilhassa Müslümanlaşmış ya da Müslümanlaştırılmış Ermenilerde aile büyüklerinde de yoğun bir inkarın söz konusu olması. Şahit olup duyduğum bu hikayeleri kitaplarımda yazıyorum. Hikayelerde dikkatimi çeken bir şey ise akrabaların birbirlerini hiç görmedikleri halde gördüklerinde birbirlerini tanıyabilmeleri. Bunu aslında ben de yaşadım. 40-50 kişinin bulunduğu bir otel lobisinde Lucy diye seslenerek kuzenime doğru ilerlediğimde o da Pakrat diyerek yerinden kalkmıştı.”
FOTO: Berge Arabian

"Anneannem"

Yazar ve Hrant Dink'in avukatı Fethiye Çetin konuşmasında kendi hikâyesine yer verdi:
“Bundan tam 25 yıl önce anneannemi kaybettiğimde Agos gazetesine bir vefat ilanı vermiştim. Anneannem 1915’te bir Müslüman aile tarafından evlatlık alındıktan sonra bir daha ailesine kavuşamamıştı. Onun zamanında bana anlattığı isimleri ilana yerleştirdim. O, yaşadıklarını bana hep ‘O günler gitsin’ diyerek anlatırdı. Ben de akrabalarımı bulma umuduyla ilanı vermiştim. Bir gün beni Hrant aradı. ‘Gel seni akrabalarınla tanıştıracağım.' dedi. Koşarak geldiğimde Hrant beni kapıda karşıladı. Amerika’yı arayacağımızı söyledi. Buradaki çocuklardan biri tercümanlık yaptı. Tabii ne diyeceğimi bilemedim, dilim tutulmuştu. Hrant hemen bana sorular sordu oradan cevaplar aldı oraya sorular sordu ve durumu yönetti. Telefonu kapattıktan sonra ilanın Fransa’daki bir Ermeni gazetesinde de basıldığını söyledi. Basıldıktan sonra bu haberi okuyan Mesrop Aşçıyan Hrant’a 2 sayfa yazı yazmış. Bu yazı Agos’ta  yayınlanmıştı. Yazısında ‘Tanrım bu ne acı yazgıydı. Biz burada Richard, Sylvia olmuşuz, o ise orada Fethiye, Mahmut olmuş.’ diye yazmış."

"Ölenler değil, kalanlar üzerinden"

Çetin sözlerine şöyle devam etti:

"Hrant’la çalışırken şunu fark ettim: Hrant aslında diasporadaki Ermeniler ile de kavga ediyordu. Kendisi onların aksine bu konuların, ölenler üzerinden değil, kalanlar üzerinden konuşulmasını savunuyordu. 'Anneannem' kitabını yazdıktan sonra Hrant bununla ilgili Birgün ve Agos’ta ‘Şimdi Yalnızlık Zamanı’ adlı yazısını yazdı.  Bunlar olurken herkes beni akrabasını anlatmak için o kadar da aradı ki bir gün boyunca çalışamadığımı bilirim.”

Sabancı Üniversitesi’nde akademisyen olan Ayşe Gül Altınay ise şunları söyledi.

“Fethiye Çetin'in 'Anneannem' kitabı beni aslında en çok değiştiren kitap oldu. Çocukluğumun geçtiği Diyarbakır’dan bahsediliyordu. Bu çalışmalara başladığımızda çevremizde birçok insan ailelerininden bahsetmek için bizi aradılar. Anlattıkları anılarda acı, özlem, korku vardı. Kimileri babasını, annesini kaybettikten sonra onların Ermeni olduğunu öğrendi. Bu hikayeleri ‘Torunlar’ adlı kitabımızda Fethiye Çetin ile derledik. 19 Ocak’tan birkaç gün önce Hrant Dink ile bir yemek yemiştik ve bu kitabın önsözüne ne yazılması gerektiğini konuşmuştuk. Kendisi o yemekte ‘Gidenler üzerinden değil, kalanlar üzerinden konuşmalıyız. Ancak böyle iyileşebiliriz ve ancak bizi bu şekilde birbirimizi iyileştirebiliriz.’ demişti"

"Kimi akrabamız olarak görüyoruz?"

Altınay şöyle devam etti:

"Bu konudaki akademisyenlerin suskunluğuna da dikkat çekmek istiyorum. Araştırmalara ilk başladığımda sadece Türkiye’de Müslümanlaştırılmış Ermeniler konusunda lügatın dar olduğunu zannettim fakat uluslararası alanda da böyle bir suskunluk olduğunu gördüm. Akademisyenler bu anlatılarla biraz daha bu konuda çalışma yapmaya zorlandılar. Kadıköy’de bir hafıza çalışması hatırlıyorum. ‘Neden hep anneannelerimiz Ermeni?’ diye yazılar yazılmıştı.  Çünkü dedeler bunu daha az alt kuşağa aktarabilmiş. Ayrıca insanlar dedelerinin Ermeni olduğunu duyduklarında kendilerini daha çok Ermeni olarak düşünüyor ve ötekileştirilmiş hissediyorlar. Bu çalışmalar sırasında akrabalarımdan gelen bir telefonla dedemin sevkiyat memuru olduğunu öğrendim. ‘O gidenlerin kaydını tutmuş, kimseyi öldürmemiş.’ dediler ama bu beni çok da rahatlatmadı. O gidenlerin kaydını tutarken ben ise kalanların kaydını tutmuşum. Ayrıca dedemin ikinci eşinin Ermeni olduğunu öğrendim. Bunun sonunda şöyle bir soru sordum  ‘Kimi akrabamız olarak görüyoruz?’  Şunu da eklemek isterim aslında: Her Türkiyeli aile aslında bir belgedir. Yeter ki bunu okumayı bilelim.”

"Kadınlar bir etnik grubun aşağılanması için tecavüze uğruyor"

Müslümanlaştırılmış Ermeniler üzerinde grup çalışması yürüten akademisyen Jülide Aral ise şunları kaydetti:
"Bu acı kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Ölüler aslında yok olmadılar, sadece görünmez oldular. Yeni doğan çocuk aslında önceki kuşakların yara izleriyle doğar. 1915’te alıkonan kadınlar ve çocuklar kronik olarak bu travmanın içerisinde yaşamını sürdürmek zorunda kaldı. Çocukları da bu acılarla doğdu. Kadınlar ve çocuklar sahipsiz olarak ortada kaldıklarında canlarını kurtarmak için Müslüman biriyle evlenmeyi kabul ettiler. Bir etnik grubun aşağılanması için, Bosna Hersek gibi, dünyanın birçok yerinde kadınlar sistemli olarak tecavüze uğradılar. Bu kadınlar 'boyun eğdikleri' için aslında Ermeniler tarafından da dışlanmaya maruz kaldı. Burada Ezidi kadınlardan da bahsetmek istiyorum. Onlar da cariye olarak satıldılar. Fakat yine orada bu kadınlara sahip çıkılırken çocuklarının bırakmaları istendi. Müslümanlaştırılmış Ermenilerin çocuklarıyla konuştuğumuzda ise hep uyarıldıklarını ya da bazılarının anneannelerinin bile durumu tam bilmediğini gördük.”

Söyleşiler dizisi hafta boyunca devam edecek

Kategoriler

Dosya


Yazar Hakkında