Eğitim’de tek kelimeyle dört-dörtlük bir karşı-devrim yapılmakta. O kadar radikal biçimde dinselleştirme vuku buluyor ki , böyle devam etmesi mümkün değil. Zaten, fazla tepki çektiği için topun ağzında gözükenlerin başında (aynen yakın geçmişin Süleyman Soylu’su gibi) Bakan Yusuf Tekin var. Adalet konusu çok daha acilen vahim, çok can acıtıyor ve yurttaşı ülkeden buz gibi soğutuyor. Son “Teğmenler” hadisesi bunun en tipik örnek-olayı .
Rejim’in kanser ettiği iki temel konu var: Eğitim ve Adalet.
Eğitim’de tek kelimeyle dört-dörtlük bir karşı-devrim yapılmakta. O kadar radikal biçimde dinselleştirme vuku buluyor ki , böyle devam etmesi mümkün değil. Zaten, fazla tepki çektiği için topun ağzında gözükenlerin başında (aynen yakın geçmişin Süleyman Soylu’su gibi) Bakan Yusuf Tekin var.
Nitekim, CHP’nin 1940’larda camileri ahır yaptığını ve Kur’an okumayı yasakladığını söyleyince , Hürriyet’ten Ahmet Hakan, iç cephenin sağlam tutulmasının çok önemli olduğunu vurguladı ve “Şu günlerde Milli Eğitim Bakanı Y. Tekin’in biraz daha dikkatli olmasında sayısız fayda var” diyerek akıllı yandaşlık görevini yaptı.
***
Adalet konusu çok daha acilen vahim, çok can acıtıyor ve yurttaşı ülkeden buz gibi soğutuyor. Son “Teğmenler” hadisesi bunun en tipik örnek-olayı . Ama devam etmeden, bir parantez:
Aslında, son bir ay içinde çıkan bikaç karar AYM’nin her şeye rağmen hâlâ hukuku korumaya çabaladığını gösteriyor. Ör. davada incelemeyi yapmış mahkeme heyetinin karar öncesi değişmesinin hak ihlali olduğuna kararı verdi .Cezaevi idaresinin dilekçelerde içerik denetimi yapmasını ve disiplin cezası vermesini yasakladı . “Rahatsız edici olsa bile” deyip Biji Serok Apo terimini ifade özgürlüğü kapsamına sokarak AİHM çizgisine yaklaştı . Fakat yakında AYM üyelerinin emeklilikleri başlayacak ve yeni atamaları CB Erdoğan yapacak; bu kadar basit.
Gelelim Teğmenler olayına. Malum, yemin töreninde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bir gösteri yapmışlardı ve şimdi ordudan atılmaları isteniyor.
***
Terbiye diye bir kavram işitmemiş zavallıların resmen lağım çukuru gibi kullandığı sosyal medyada derhal hakaretler başladı.
Dönem birincisi Teğmen Ebru Eroğlu’nun fotoğrafını bir devekuşu resmiyle birlikte koyup, “Bu ne biçim teğmen” diyen kadından tut, E. Eroğlu’nun fotosunun altına “Bunu insan s...mez bile, o kadar çirkin bir Kemalist kaşar ama Kemalist olduğu için tecavüz edebilirim buna” diyene kadar.
Halil Güneşli diye birinin attığı “Her tarikatın şeyhine vekaleten 20 yaşında evlenmemiş bir delikanlı sofi seçilip her biriyle bir saat boyunca seks yapan görevine geri dönebilir” mesajı. Aynı kişinin attığı, Zürafa Sokağı tabelasının yer aldığı resimde pencereden bakan seks işçilerinin başları yerine teğmenlerin yüzünü monte edip, altına “Subaylarımızın emekleri zayi olmayacak. Devlet kadrosunda işçi olarak geri hizmette çalışacaklar” diyen bir tvit.
İlker Haliloğlu isminde birinin yolladığı, “Biraz da simit satsınlar. Ya da hayat kadınlığı yapsalar belki daha fazla hizmet etmiş olurlar. Millete parmak sallamak yok” diyen bir diğeri.
Arkadaşım Hakan bunların linklerini X’ten bulmaya çalıştı. Fakat geç kaldık, mesaj sahipleri hesaplarını kaldırarak tvitlerini silmişler; yukarıda verdiğim linkler boşa düşüyor.
***
AKP Sözcüsü Ömer Çelik olayın başında “Teğmenlere hakaret edilemez, Atatürk’ü anmaları kadar doğal bir şey olamaz” dediyse de, CB Erdoğan’ın İmam Hatipliler Kurultayında “Bu kılıçları kime çekiyorsunuz? Birkaç tane kendini bilmez; bunlar da temizlenecek. Bunların ordumuzun içinde bulunması mümkün değil” diye konuşmasıyla olayın nereye gideceği belli oldu. 5 teğmen ve ayrıca onların alay, tabur ve bölük komutanları ihraç talebiyle disiplin kuruluna sevk ediliyor .
***
Askerlikte disiplin kavramının her şeyin önüne geçtiğini bildiğimizden, buraya kadar adalet konusunda söylenecek fazla bişey yok.
Ama bundan sonra başlıyor ve fena başlıyor. Teğmen E. Eroğlu bu hakaretleri Savcılığa bildiriyor, fakat Savcılık “E. Eroğlu’nun adını yazmamış” gerekçesiyle (hukukta buna “matufiyet yokluğu” yani kimin kastedildiği belli değil denir, biraz aşağıda geliyorum) bunları ifade özgürlüğü kapsamına sokuyor ve "kovuşturmaya yer yok" kararı veriyor .
Neyse ki bu adli rezalete kamuoyunun verdiği büyük tepki sonucu, Cumhuriyet’ten Barış Terkoğlu’nun bildirdiğine göre, Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı devreye giriyor ve kovuşturmaya gerek yok kararını kaldırıyor .
Kaldırıyor ama, Adalet yerlerde sürünmeye devam. Çünkü mahkemelerin konuya ve yasalara değil kişilere göre verdiği kararlar hukuk diye bişey bırakmıyor. Örnekler ibadullah, ama yerim açısından üç-dört tanesi fazla bile:
***
1) R. T. Erdoğan kendisine karşı açtığımız iki ayrı hakaret davasından “isim belirtmemiştir” (matufiyet yoktur) ve “ifade özgürlüğüne girer” gibi iki gerekçeyle kurtuldu.
Oysa barış talep eden bir mektubu AKP milletvekillerine postalayan ve isimleri medyada liste halinde yer alan 170 bilim insanı ve sanatçı için Ocak 2018 Çorum AKP il kongresindeki konuşmasında şu terimleri kullanmıştı kendisi: “Be ahlaksızlar. Be adiler. Be vicdansızlar. Ahlaksızlar. Riyakarlar. Sahtekarlar. Fikir soytarıları. Teröristlere canlı kalkan. Terör örgütlerine yardakçılık. Profesör olsan ne yazar, sanatçı olsan ne yazar. Hainler”.
Şanar Yurdatapan’la birlikte kendisine karşı “Be ahlaksızlar, be adiler siz ne konuşuyorsunuz ya? Siz bizimle neyin pazarlığını yapıyorsunuz?” sözlerine karşı açtığımız 1 TL’lik hakaret davası da aynı iki gerekçeyle reddedildi .
2) Cumhuriyet’ten Barış Terkoğlu hatırlatıyor:
AKP ilçe başkanlığı kapısına İsrail'i protesto etmek amacıyla biri kola dökerken diğeri de çekim yapan iki kişi hakkında, “Cumhurbaşkanına hakaret” ve ayrıca “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve mala zarar vermek”ten 11 yıl hapis istemli dava açıldı. Çünkü binanın cam kapısında CB Erdoğan’ın fotosu vardı ve siluet halinde dışarıya yansıyordu .
3) TSK disiplini deyince, Murat Yetkin hatırlatıyor:
Devletin makam aracıyla gittiği cemaat zikrine üniformasının üzerine giydiği kisve ve sarığıyla katılan Tuğamiral Mehmet Sarı, TSK’dan atılmak yerine, bütün haklarıyla emekli edilmişti .
4) KısaDalga’dan Kemal Göktaş hatırlatıyor:
D. Bahçeli bu ay TBMM grubunda konuşma yapıyor ve şiddetle alkışlanıyor: “Ceset edebiyatı yapanlar, eğer kendilerine güveniyorlarsa, buyursunlar terörle mücadele maksadıyla Mehmetlerimizin yanına gitsinler, dağın başında nöbete girsinler, o zaman göreyim alayının ense tıraşını”.
Oysa Mart 2013’te Selahattin Demirtaş “Bir nöbet kulübesinde bir gece yarısı nöbet tuttunuz mu? ‘Kandil'i dümdüz ederiz’ diyenler, kendilerini davet ediyorum, omzuna G-3 takıp gitsinler, bir gece Gabar'da nöbet tutsunlar bakalım” deyince “terör örgütü propagandası yapmak”tan 4 yıl 8 aya çarptırılıyor ve bu ceza kendisinin AİHM kararına rağmen tahliyesine engel oluyor .
Artık, iki kız öğrencisine cinsel tacizden 12 yıl 6 ay hapis cezası alan lise müdürünü “kaçma şüphesi yok” diye tahliye eden yargıçları , hakarete uğrayan davacı avukatı siyasetçi sanıp “Siyasetçiler sert tepkilere tahammül etmeli” diyen ve “Namaz kılmayan öldürülebilir, oruç tutmayan sopalanabilir” demiş olan kişiye takipsizlik veren savcıları atlıyorum. Cezaevinde annesiyle telefonda Kürtçe konuşan sağ kolu ve bacağı olmayan mahkumun engellenmesi türünden ayrıntıları da.
***
Netice-i kelam, şunu sormak lazım: Bu teğmenler “CB Erdoğan’ın askerleriyiz” veya “Allah’ın askerleriyiz” demiş olsalardı, ihraç talebiyle disipline sevk edilirler miydi?
Bu Yargı kararları CB Erdoğan’ın baskısından kaynaklanıyorsa bir felaket, “yukarıdan” emir gelmeden veriliyorsa daha büyük felaket değil midir?
Türkiye’de tahammüller kaç numaraya vurunca çalışmaya başlayacaktır adalet?