Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.
Her şey işte bu fotoğrafla başladı. Toronto, sene muhtemelen 1998. Deniz kenarında bir banka oturmuş, sırf kendi zevkim için, gelen geçenin fotoğrafını çekiyordum; bu İtalyan gençler de plajda dolaşıyorlardı. İlgi çekici bir gruptu. Mayolu hâlleriyle bile çok şık görünüyorlardı. Kahkahalarını uzaktan duymuştum; kendi aralarında şakalaşarak eğleniyorlardı. Oraya belirli bir amaçla gittiğim ilk gündü. Bir bankta oturup, vizörü hiç kullanmadan, hep aynı açıdan fotoğraflar çekecektim. Pozlama ayarını yapıp fotoğraf makinemi boynuma asmış, insanlara fark ettirmeden, doğal kareler yakalamaya çalışıyordum. Ama bu genç adam beni gördü ve eğlence arayan, meraklı ve canayakın bakışıyla fotoğrafı daha da ilginç hâle getirdi.
O ilk gün çektiğim bu ve birçok diğer kareyi görünce, oraya her pazar günü gidip aynı noktadan çekim yapmam gerektiğine kani oldum. Böylece, küçük ama amatör bir fotoğrafçı olarak, benim açımdan ilginç bir projeye başlamış oldum. Bitip tükenmeyen bir enerjim vardı; aynı anda yürüttüğüm dört-beş farklı proje için hiç durmadan çekimler yapıyordum. Fakat “Her şey bu fotoğrafla başladı” derken kastettiğim, bu plaj projesi değil, bu fotoğrafın yayımlanmasından itibaren on yıl boyunca serbest fotoğrafçı olarak çalıştığım NOW dergisindeki kariyerimdi.
O zamanlar NOW, yer verdiği açık fikirli yazılar kadar görsel içeriği açısından da çok sevdiğim, önde gelen bir alternatif yayındı. Haftada bir çıkardı; her sayıda, son derece yaratıcı Torontolu fotoğrafçıların çektiği müthiş fotoğraflar olurdu. Hiçbiriyle kişisel tanışıklığım yoktu ama dergi aracılığıyla hepsinin çalışmalarını takip ediyordum. Oluşturdukları kompozisyonlar ilham vericiydi. Bu karenin çekilmesinden bir yıl kadar sonra, fotoğrafçı arkadaşlarım beni dergiye birkaç çalışmamı göndermeye ikna ettiler; fotoğraf editörünün beğeneceğinden emindiler. Aralarında bu karenin de bulunduğu, en güçlü 12 fotoğrafımı yolladım. Sonra haftalarca bekledik. Nihayet bir gün bir zarf geldi. İçinden, o 12 fotoğrafla birlikte bir de ret mektubu çıktı. Mektubu derginin fotoğraf editörü değil asistanları yazmıştı; “Fotoğraf editörümüz bu fotoğrafları şu anda yayınımız için uygun görmemektedir” diyorlardı. Konunun üstüne gitmeyip, dergiyi okumaya devam ettim.
Dergide, yaklaşan etkinliklerin listelendiği ‘yaz rehberi’, ‘onur haftası rehberi’ gibi özel bölümleri de vardı. Birkaç ay sonra, yaz rehberinin yayımlanmasından hemen önce, bununla birlikte, şehirde yılda bir yapılan çeşitli etnik festivallerde çektiğim bazı kareleri dergiye yolladım. Ve hiç beklemediğim bir şekilde, bu kareyi (evet, daha birkaç ay önce reddedilen fotoğrafı) yayımladılar. İş onunla da kalmadı, iki gün sonra dergiden biri telefon edip benden fatura istedi – ödeme yapacaklardı! Ardından, bir festivalde çektiğim bir fotoğrafı yayımladılar, sonra bir başka festivalde çektiğim bir fotoğrafı... Fark ettim ki, benim ‘yıllık etnik festivaller ve sokak şenlikleri’ listem onlarda yoktu. Hem meraktan hem de şans eseri keşfettiğim, pek bilinmeyen bu etkinliklerde çektiğim fotoğrafları yayımlamak hoşlarına gidiyordu. Derginin, yarısı, şehirde bir önceki hafta yapılmış bir etkinlikte, yaşanmış bir olayda çekilmiş bir kareye ayrılan, ‘UpFront’ [Öne Çıkanlar] başlıklı bir özel sayfası vardı. O sayfada basılması ümidiyle fotoğraflar yollamaya başladım. İnanmayacaksınız ama, bazıları gerçekten o sayfada çıktı. Sonra bir gün, dergi için bir yere gidip bir komedi ikilisinin fotoğrafını çekmemi istediler, ben de çektim. O kareleri çok beğendiler; böylece dergi için serbest fotoğrafçı olarak çalışmaya başladım. Çektiğim karelere genellikle ‘Öne Çıkanlar’da yer veriliyordu.
Bu hikâyenin bir diğer ironik tarafına değinmeden bitirmeyeyim. Bir gün, ortaklaşa kullanılan bir karanlık odada çalışırken, tanımadığım bir fotoğrafçı geldi; o da kendi fotoğraflarını tabediyordu. Derken konuşmaya başladık. Kendimi tanıttığımda, “Ooo, Bay Arabian, sizinle şahsen tanışmak ne büyük mutluluk. Çok memnun oldum. Çalışmalarınızı takip ediyorum. Ne müthiş kareler!” dedi. Kimdi, biliyor musunuz? Derginin yıllar boyu hayranlıkla takip ettiğim kıdemli fotoğrafçılarından biri... “Hayır hayır, sizinle nihayet tanışabildiğim için asıl ben memnun oldum. Bana yıllarca ilham verdiniz, sizden çok şey öğrendim” diye yanıt verdim. Dünya harika bir yer, sizce de öyle değil mi?
İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz