Perende / lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Gözlerimi güç bela açmış, uyku sersemi hâlimle yataktan sürüne sürüne çıkıp kalkmıştım. Bir yerlerden ardı arkası kesilmeyen ‘miyav’ sesleri geliyordu, bazen iki-üç kedi aynı anda miyavlıyordu. Önce çok hafifti sesler, rüya gördüğümü sanmıştım ama beni uyandıracak kadar yükseldiklerinde rüyada olmadığımı anladım. Ben kalkarken annem odaya girdi, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle bana sarılarak, “Gadun tsak perer e” [Kedi yavru getirdi] dedi. Odanın bir köşesini işaret ediyordu. Gidip baktım – anne kedi uzanmış, yanında miyavlayarak birbirinin üzerine tırmanan beş minik yavru... Kedilere dair ilk anım budur. Üç yaşında ya var ya yoktum. O günden bugüne bir sürü kediyle karşılaşmışımdır, anlatmaya değer epey bir kedi hikâyem de vardır, ama İstanbul’daki ilk yılımda çektiğim, yukarıda gördüğünüz fotoğrafı bulunca o günün hikâyesini anlatmak istedim.

Yeni arkadaş olmuş beş fotoğrafçıydık. Hiçbirini iyi tanımıyordum. İstanbul’a yeni gelmiş, hepsiyle birkaç hafta önce tanışmıştım. İkisi benim gibi, şehre kısa süre önce yerleşmiş yabancılardı, ikisi ise Türk’tü. Uzunca bir süre onlardan haber beklemiştim. Nihayet bir gün, biri beni arayıp fotoğraf yürüyüşüne davet etti; serbest bir şekilde dolaşıp bize ilginç gelen şeylerin fotoğrafını çekecektik yani. Taksim taraflarında buluştuk, o zamanlar bilmediğim bir semte giden otobüse bindik. İstanbul’un tamamen yabancısıydım. Otobüsün Cerrahpaşa Hastanesi’nin önünden geçtiğini hatırlıyorum. Ondan biraz sonra küçük bir meydanda inmiş, üç saati aşkın bir süre boyunca dar sokaklarda dolaşmış, gezintimize Eresin diye bir otelin yanında son vermiştik. Çok güzel bir gün olmuştu. Bir sürü yeni şey görmüş, bir sürü fotoğraf çekmiştim. Ama itiraf etmeliyim ki, arkadaşlarımla bir arada olmaktan büyük keyif alsam da, o gün bir kez daha, tek başımayken daha iyi çalıştığımı fark etmiştim. Ben münzevi biriyim, yanımda başka fotoğrafçılar olduğunda konsantrasyonumu kaybediyorum. Ne de olsa yanınızdakilerle sohbet ediyorsunuz, dikkatiniz dağılıyor, odaklanmadığınız için deklanşöre basmanız gereken ânı kaçırıyorsunuz.

Her neyse; yürüyüşümüzün sonlarına doğru, kıvrımlı ve dar bir sokaktan geçiyorduk. Arkadaşlardan biriyle konuşuyordum ki, uzakta, havaya sıçrayan bir kedi dikkatimi çekti. Bir kedinin atlayıp zıplaması olağanüstü bir şey değildir elbette, fakat bu, patileri yere değer değmez tekrar sıçrıyor, havada taklalar atıyordu âdeta. Hızla oraya doğru gittim, “bu akrobat kediden güzel bir kare çıkar” düşüncesiyle. Ben yanına gidene kadar belki on kez, belki daha da fazla o şekilde zıpladı. İşin ilginci, zıpladıktan sonra patilerinin değil, sırtının ya da yan tarafının üzerine düşüyordu. Ben ona yaklaştıkça kedi giderek daha alçağa ve daha seyrek sıçramaya başladı, sonra sıçrayamaz oldu. Deniyordu ama yapamıyordu. Sonunda büyük bir şiddetle titredi, sonra da kaskatı kesildi ve öldü. Evet, öldü. Öldüğünü anlamıştım, çünkü artık yakınındaydım, etrafa saçılmış kanları da fark etmiştim. Arkadaşlarım hemen peşimden gelmiş, onlar da her şeyi görmüştü. Kenarda durup izleyen birkaç kişi daha vardı. Biz gelmeden az önce kedinin üstünden araba geçtiğini söylediler. Gözlerimiz kedide, dilimiz tutulmuş hâlde, orada öylece kalakaldık. Şoke olmuştuk. Arkadaşlarımı bilmiyorum ama ben, zavallı kedinin başına ne geldiğini düşünmeden, sırf ‘o kare’yi kaçırmayayım diye koştura koştura yanına gittiğim için biraz utanmıştım. Nihayet, arkadaşlarımdan biri sessizliği bozup “Kediler ölümcül araba çarpmalarından sonra, ölmeye yakın böyle yapar genellikle” dedi.

Çok tuhaf, değil mi? Kedilerin böyle bir durumda içgüdüsel olarak insanlarla aynı tepkiyi vermeleri yani... İnsanlar da, araba kazası geçirince, her şeyin yolunda olduğunu, ölmediklerini kendilerine kanıtlamak için hemen ayağa kalkıp yürümeye çalışırlar ya... Gerçekten tuhaf. Ama yanılmış da olabilirim. Belki de kedinin zıplaması, çektiği büyük acıdandı. Kim bilir...

İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz



Yazar Hakkında