Kayıp negatifler (V) / lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Fotoğrafını çekebileceğim bir görüntü yakalamak için iki saat, hatta bazen daha da uzun bir süre o taburede oturup beklerdim. Caddeyle aramda büyük bir pencere vardı sadece. ‘Galaxy Donuts’ adlı o pastanede, Leica R3 makinem boynumda, kollarım tezgâhın üzerinde, art arda yaktığım sigaralar kül tablasında, camın önünden geçenleri pürdikkat izler, diğer yönden gelenleri kaçırmamak için, oturduğum yerde bir sağa dönerdim, bir sola. Pastanede beni görenler, hareket etmeden duramayan bir sinir hastası olduğumu sanabilirdi. Gerçekten de hep gergindim, yerimde duramıyordum, çünkü çok heyecanlıydım, her yanımdan adrenalin fışkırıyordu. İlginç kareler çekmek için fotoğraf makinemle pusuya yatıyordum, yani bu işi gizlice yapıyordum. Makinemin deklanşörü ve odak ayarı hep hazırdı; yapmam gereken, sokakta ilgi çekici bir şey gördüğümde düğmeye basmaktan ibaretti. Gergindim ama hoş bir gerginlikti bu. Gördüğüm şeyin ne kadarının fotoğraf filmine yansıyacağına dair en ufak bir fikrim olmuyordu elbette. Her kare sürprizdi. Fotoğrafını çekmek istediğim kişi bazen tamamen çerçevenin dışında kalmış oluyordu, bazı kareler bulanık çıkıyordu, bazı karelerde de o kişi veya yüz ancak kısmen seçilebiliyordu. Ama barındırdığı belirsizliklerle merak uyandıran, ilginç kareler de yakalayabiliyordum. Yukarıda gördüğünüz, onlardan biri.

Aylar içinde, pastanenin yanından geçen, bunun gibi birçok yüzün fotoğrafını çektim. İnsanlar çoğu zaman, tanıdıkları biri var mı diye camdan içeri bakarlardı. Toronto’ya 50’li ve 60’lı yıllarda gelmiş Doğu Avrupalı göçmenlerin yaşadığı, çok yoksul bir mahalledeydi pastane. Müdavimleri olan, ucuz bir uğrak mekândı. Ama öncelikle yolumun oraya nasıl düştüğünü anlatmalıyım sanırım. Adı ‘Queen Street West’ olan bu mahalle 80’lerde kentsel dönüşüme girmişti; 90’ların sonunda yani bu fotoğrafı çektiğim dönemde, artık gözde bir semt hâline gelmiş, kafeler, butik mağazalar ve şık restoranlardan geçilmez olmuştu. Ama ayakta kalabilen bazı eski dükkânlar, küçük lokantalar, birahaneler, Galaxy Donuts gibi çay-kahve içilen pastaneler de vardı. Yoksullar buralarda, eskiden olduğu gibi yaşamaya devam ediyorlardı. Sokaklar evsizlerle dolmuştu. Yolum ne zaman Queen West’e düşse bu pastanenin önünden geçer, camdan içeri bakardım. Hep ilginç karakterler ve yüzler görür, üzerlerinden yoksulluk ve yalnızlık akan bu insanların hikâyelerini merak ederdim. İçeri girip oturmak, onları izlemek isterdim ama hiç girmezdim, çünkü yanımdakiler bu pastaneyi iğrenç bulurlardı. 1999 yılında, bir kış sabahı işe gittiğimde, elektrikler kesikti; gün boyu gelmeyeceği için biz çalışanları serbest bıraktılar. Eve gitmek istemiyordum, aklım fotoğraf çekmekteydi. Aklıma gelen ilk yer Galaxy Donuts oldu; kalkıp oraya gittim. O zamanlar çok çekingen bir fotoğrafçıydım. Pastaneye girince doğrudan tezgâha yönelip bir kahve ve bir çörek aldım, cam kenarındaki bir tabureye, sırtım içeridekilere dönük şekilde oturdum. Kahve fazla sulu, çörek fazla tatlı ve yağlıydı ama hâlimden memnundum; nihayet girebilmiştim o pastaneye. Durmadan sigara içerek, gelen geçeni izledim. Fotoğrafı çekilecek çok şey vardı ama fark edilmek istemiyordum. Bir süre sonra, fotoğraf makinemin askısını boynuma takıp gizlice çekim yapmaya başladım. Hikâye işte böyle başladı. Her fırsatta pastaneye gidiyor, hep aynı tabureye oturuyor, aynı açıdan fotoğraf çekiyordum. Zamanla daha iyi kareler yakalamaya, pastanenin müdavimlerini tanımaya ve onların da fotoğraflarını çekip hikâyelerini dinlemeye başladım. Çekingenliğimi üzerimden atmıştım.

Ve bir gün arabam çalındı. Bagajdaki diğer negatiflerle birlikte, camın ardından çektiğim fotoğraflar da uçup gitmişti. Neyse ki o çalışmaya ait 25 tane iyi kare, tabedilmiş hâlde evimde duruyordu. Hem bu yüzden, hem de Galaxy Donuts bana, Toronto’dan ayrılana dek, on yıl boyunca fotoğraf çekeceğim o mahalleye, kenara itilmişlerin ve yoksulların dünyasına girme fırsatı sunduğu için şanslı hissediyorum kendimi.

İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz



Yazar Hakkında