Kayıp negatifler (III) / lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Fotoğrafçılığa yeni başladığım dönemde çok kolay etki altında kalırdım. Çalışmalarına hayran olduğum, İtalyan bir arkadaşım vardı; zamanında, bana bir parkla ilgili bir foto hikâye hazırladığını, pazar günleri o parkta vakit geçiren çiftlerin ve ailelerin fotoğraflarını çektiğini söylemişti. Amatör bir fotoğrafçı olarak, pazar günlerine odaklanan bir tematik hikâye fikri beni çok etkilemiş, uzun yıllar aklımda kalmıştı. Bu alana yeni giren pek çokları gibi bana da, çok sevdiğim fotoğrafçıların proje fikirlerini alıp uygulamak büyük bir tatmin veriyordu. Makineniz boynunuzda, aradığınız şeyi tanımlamaya çalışma evresindeyseniz, o fikirler size esin kaynağı olur, atlama taşı işlevi görür, o sayede merceğinizi nereye yönelteceğiniz konusunda kendi fikirlerinizi üreteceğiniz bir dünyaya adım atarsınız. Şanslıysanız, orijinalliği yakalayabilirsiniz. Tabii, ‘orijinal’ göreli bir kavram; benim geçen otuz yıl içinde yaptığım hemen her şeyi benden önce başka fotoğrafçılar da yapmış, ama ben bundan haberdar değildim. Bence, önceki çalışmaları görmemişseniz, o konuya eğilen ilk fotoğrafçının kendiniz olduğunu düşünüyor ve başka bir çalışmayı taklit etmeyip, yalnızca kendi duyarlıklarınız ve altyapınızla doğal dürtülerinizi takip ediyorsanız, hakikaten orijinal bir iş çıkarabilirsiniz. Yaratıcılığınızın derecesini belirleyen, kişisel duyarlıklarınız ve altyapınızdır. Evet, nihayetinde “Balık, balıktır”, birçok fotoğrafçı balık fotoğrafı çekmiştir ama yaratıcılığınız sayesinde, sizin çektiğiniz başka bir balık olabilir.

Otuzlu yaşlarımdayken, Felipe Ehrenberg adlı, Meksikalı bir kavramsal sanatçıyla tanışmıştım. Fotoğraflarımı gösterdiğim ilk sanatçı odur. Yaptığı yorumu hiç unutmam. Ona, bir fotoğrafçı olarak imgelemimin, Ermeniliğimle alakası olmadığını söyleyince, bana şöyle yanıt vermişti: “Bilakis... Ermeni bir fotoğrafçı, Meksikalı ya da Kanadalı bir fotoğrafçıdan farklıdır. Suriyeli Ermeni bir fotoğrafçı da Amerikalı Ermeni veya Fransalı bir Ermeni fotoğrafçıdan farklıdır. Kişinin imgelemini, sanatsal ifade biçimini, hatta genel olarak ‘insaniyet’ini belirleyen, kökenleri ve geçmişidir. Her zaman, insanlara Suriyeli bir Ermeni olduğunu söylemelisin, doğduğun kasabayı da belirtmelisin.” Bu sözler bir nevi uyanış yaşattı bana. Anladım ki, evet, “bir pazar günü, pazar günüdür” ama benim çekeceğim karelerdeki pazar günleri başka olacaktı, çünkü o kareler, aslında Diyarbekir’de doğması gerekirken Kamışlı’da dünyaya gelmiş, uzak memleketlerde, özlem içinde büyümüş bir çocuğun yani benim bakışımı yansıtacaktı.

Bir gün sahildeki yürüyüş yolunda bir bankta tek başıma oturmuş gelen geçeni izlerken, zihnimde, insanların yürüyüş biçimlerine dair kareler oluşturmaya başladım – gençler, yaşlılar, tek başına yürüyenler, yanında biriyle ya da köpeğiyle yürüyenler, bisikletliler... Sonra oraya sık sık gider oldum. Pazar akşamüstleri gidiyor, bir bank seçip oturuyordum. Sahil aslında göl kıyısıydı ve Toronto’nun en popüler yerlerinden biriydi. Yazları o yürüyüş yolu tıklım tıklım olurdu; günbatımı saatlerindeki hareketlilik bana Kamışlı’yı, yaz geceleri hava almak (‘şammıl hawa’) için yürüyüşe çıkanları hatırlatırdı. Bankta oturur, fotoğraf makinemin diyaframını ayarlar, merceği yürüyenlere odaklar, makineyi göğsüme, parmağımı deklanşörün üzerine yerleştirir, ilginç bir kare yakalamak için sabırla beklerdim. Zamanlama işini çok iyi yapmam, yaklaşan imge kareye girdiği an deklanşöre basmam gerekiyordu. İnsanların doğallıklarını kaybetmelerini, son anda poz vermelerini, vücutlarının hareket etme biçimini değiştirmelerini istemediğimden, fotoğraf çektiğimi fark ettirmemeye çalışıyordum. Ama tabii, fark edip beklenmedik pozlar vererek beni şaşırtanlar da oluyordu. Hatta bazen bu kendiliğindenlik, fotoğrafı daha ilginç kılıyordu.

Her pazar o sıcakta oturup beklemek hiç kolay değildi ama güzel bir iş oluşmaya başlamıştı. Ve sonra, hayatımı altüst eden o soygun oldu. Bu çalışmaya ait negatiflerin çoğu kurtuldu ama yukarıda gördüğünüz gibi iyi kareler, çalınan arabamın bagajındaki diğer negatiflerle birlikte kaybolup gitti – geri kalan, ikinci kalite baskılar ve bir kaybın hafızası...

İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz



Yazar Hakkında