Kayıp negatifler (II) / lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Toronto’da yaşadığım dönemde, İvan’ın fotoğraflarını çekmeye başlamamdan altı ay kadar sonra, bir gece arabam çalındı. Negatifler bagajdaydı. İvan’ın tek odalı evinde ve arada bir uğradığı iki kafede yaptığım ne kadar çekim varsa, hepsi öylece gitti. Çoğu portreydi bunların, ama İvan’ın yıpranmış döşeğinde oturuşunu, uzanışını, ellerini, jestlerini, odasının kimi ayrıntılarını, üstünde bir sürü kâğıt, ilaç şişeleri, boş sigara paketleri ve her daim ağzına kadar izmarit dolu bir kül tablasının durduğu başucu sehpasını da sayısız kereler fotoğraflamıştım. Ağzından sigara eksik olmazdı. Aslında, buluşmalarımızın başından sonuna kadar ikimiz de baca gibi tüterdik. Kimi zaman kırık dökük İngilizcesiyle, geçmişinden ya da o gün yaptıklarından söz ederdi. Ama çoğunlukla hiç konuşmaz, gözlerini boşluğa diker, onu seyrettiğimden habersiz, başka dünyalara giderdi. Bakışlarında hep bir melankoli ve hüzün vardı, bir de yitirilene özlem. Bana bir şeyler anlatırken, bazen hiç beklenmedik bir anda gülerdi.

Onu tanıdığım, aramızda bir tür arkadaşlık geliştiği için çok mutluydum. Güvenini kazanmıştım, kapısı bana her zaman açıktı. Onun hayatından kesitleri özgürce fotoğraflayabilmek bulunmaz nimetti benim için. Hüznü içime dokunurdu; hayalleri yıkılmış, yapayalnız bir göçmendi. Saraybosnalıydı. Toronto’ya 1960’larda göç etmiş. İlk zamanlar hayatı gayet iyiymiş – düzenli işler, para, arkadaşlar, sevgililer... Fakat trajik bir trafik kazası sonucunda her şeyini kaybetmiş, beş parasız kalmış. Onu tanımadan epey önce, birçok kez sokaklarda görmüş, güzel yüz hatları ve zarif duruşu nedeniyle hemen sevmiştim. Sonra bir gün tanıştık ve onun fotoğraflarını çekmeye başladım. Ona dair bir foto hikâye hazırlamak çok hoşuma gitmişti ve sırf içgüdülerimle, işi doğru şekilde yaptığımı biliyordum. Bir iki kez de, meslektaşlarım, ortaklaşa kullandığımız karanlık odada fotoğrafları tab ederken görüp bana övgü dolu sözler söylemişlerdi. Bunlar bir yana, doğru yolda olduğumu asıl olarak babam sayesinde anlamıştım. Bir gün evde, İvan’ın fotoğraflarını düzenlemek için yere dizmişken, babam birden odama girdi, fotoğraflara bir süre bakıp “Kim bu adam? İyi birine benziyor. Onunla tanışmak isterim” dedi. İşte o an, ilk kez bir insan hikâyesi hazırladığımın farkına vardım. İvan’ın hikâyesi insanları etkiliyordu.

Uzun bir süre, arkadaşlığından da keyif alarak, onun fotoğraflarını çektim – ta ki arabamın çalındığı o uğursuz geceye kadar. İvan’la ilgili çalışmalarımı kaybetmek beni öyle üzdü ki, birkaç hafta kendime gelemedim. Sevdiğim birinin ardından yas tutar gibiydim. Büyük bir sevgi ve içtenlikle, yoğun bir kendiliğindenlik duygusuyla yaptığım koca bir işten geriye, evde tuttuğum birkaç deneme baskısından başka hiçbir şey kalmamıştı. Ne yapabilirdim? O giden karelerden bazılarını hafızama dayanarak yeniden yaratma umuduyla başa döndüm, yeniden İvan’ın fotoğraflarını çekmeye başladım. Başlangıçta gidişattan memnundum, çünkü fotoğrafların öznesi olan İvan değişmemişti, dolayısıyla aynı türden portreler çekebiliyor, aynı ruh hâllerini yakalayabiliyordum. Sonra bir gün fark ettim ki, bu yeni fotoğraflar teknik açıdan gayet iyi olsalar da, bir şey eksikti. İvan’ı İvan yapan özellikler yani onun özlemi, hüznü ve neşesi yoktu bu fotoğraflarda. Ardından kafama dank etti; kaybolan hikâyeyi kopyalamaktan başka bir şey değildi yaptığım, hatta başkasına ait bir işi taklit etmekten neredeyse farksızdı. İntihalcilik yapmış gibi hissediyordum kendimi. Bu durum canımı çok sıktı ama aynı zamanda büyük bir uyanış oldu benim için. İvan’ın foto-öyküsünün ikinci kısmını hazırlamaya böyle başladım. Neredeyse üç yıl süren bu çalışmada tamamen yeni fotoğraflar çektim. Daha sonra, arkadaşlarımın yardımıyla, ilk hikâyeden kalan birkaç baskının negatiflerini çıkardım (yukarıda gördüğünüz, onlardan biri) ve nihayet, İvan’la ilgili çalışmamı, bana anlattığı tüm hikâyelerin –onun kırık İngilizcesiyle– yazıya dökülmüş hâlleri eşliğinde sergiledim.

İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz



Yazar Hakkında