Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.
Kader uygun gördüğünde felaket gelir. İnsan hiç beklemediği bir anda, hayattaki en kıymetli şeylerinden birini kaybedebilir. Bu risk fotoğrafçılar için de geçerli elbette. Onlarca yıllık çalışmalarının yer aldığı arşivini yangın ya da doğal afetler nedeniyle kaybetmiş usta fotoğrafçılar vardır. Düşünün, koca bir arşiv, içerdiği karelerden birinin bile ileride yeniden tab edilmesine dair en ufak bir umut kalmaksızın, tamamen yok oluyor... Fotoğrafçıya da, büyük bir tutkuyla çalışarak yakaladığı o güzel görüntüleri içi acıyarak hatırlamak kalıyor.
Sokak fotoğrafçılığı, bu alandaki bir eser otantik hâliyle ikinci kez yaratılamadığından, diğer sanatlardan ayrışıyor. Sanatın en büyük kaynağı yaratıcı benlik, yani sanatçıdır; örneğin bir tablo, roman veya beste kaybolsa, sanatçı, hafızasını kullanarak onu yeniden yaratabilir. Fakat bir sokak fotoğrafçısı, bir görüntüyü iki kez yakalayamaz, çünkü o görüntü zaten tesadüfen ya da kendiliğinden oluşmuştur ve hayatta hiçbir sahne, tam olarak aynı kişiler ve hareketlerle iki kez oluşmaz. Fotoğrafçı, aynı yerde, benzer insanlara benzer hareketler yaptırarak o görüntüyü yeniden kurgulayabilir ve bunun orijinal olduğunu iddia edebilir elbette, ama o artık hakiki değildir; yapılan iş ise sanat değil aldatmacadır.
Yirmi yıl kadar önce bir gece arabam çalındı. Bagaj negatiflerle doluydu. Fotoğrafçı olarak o zamana dek yaptığım en iyi işler olarak gördüğüm çalışmalara ait, yüzlerce siyah beyaz film makarası... Nasıl sarsıldığımı tahmin edebilirsiniz. O dönemde aynı anda birkaç hikâye üzerine çalışıyordum. Bunlardan üçünün negatiflerinin tamamı gitti. Üstelik, ilk projem de dâhil olmak üzere, önceki çalışmalarımın en iyi örnekleri de bir gecede yok oluverdi. Yukarıda gördüğünüz kare, o giden negatiflerden biri. Belgesel fotoğrafçılık alanındaki ilk ciddi denemelerimi yaptığım 1990 yılından. Fotoğrafa o tarihten çok önce başlamıştım ama herhangi bir odağı olmayan, ‘turistik fotoğrafçılık’ yapıyordum o zamanlar. Hani, bir fotoğraf makinenizin olmasının verdiği heyecanla oradan oraya dolanır, yol yordam bilmediğiniz için her yöne saldırırsınız, sonunda elde ettiğiniz bir deste dekoratif fotoğraf (güzel bir yüz, güzel bir vazo, güzel bir kapı vs.) olur ve kendinizi iyi fotoğrafçı addedersiniz ya... Fakat sonra, şanslıysanız, bir merak duygusu sizi yüzeysel olanın ötesine geçmeye iter ve tüm ihtişamıyla, etrafınızdaki ‘insan dünya’yı keşfetmeye başlarsınız. Bir fotoğrafçı olarak o noktada bir uyanış yaşarsınız. Fotoğrafla hikâye anlatmayı da o zaman keşfedersiniz.
Nüfusunun önemli bir kısmını göçmenlerin oluşturduğu, çokkültürlü bir şehir olan Toronto’da yaşıyordum. Little Italy [Küçük İtalya] semtinde her yıl Paskalya öncesinde düzenlenen ‘Kutsal Cuma’ yürüyüşünü duymuştum ama hiç görmemiştim. O yıl gidip izlemeye karar verdim. Son derece renkli, kalabalık, müthiş bir törenmiş meğer. Geçit alayı yürüyüşe başlamadan önce orada olup hazırlıkları da izledim. Kostümler giyiliyor, geçit arabaları çiçeklerle süsleniyor, haçlar, İsa ve Meryem heykelleri çıkarılıyor, meşaleler yakılıyordu, bir yandan da orkestra üyeleri enstrümanlarında ısınma egzersizleri yapıyorlardı. Utana sıkıla fotoğraf çekmeye başladım, sonra baktım ki kimse aldırış etmiyor, izleyicilerin ve hazırlık yapan katılımcıların arasına dalıp işe koyuldum. Heyecandan ölüyordum. Kısa bir süre sonra geçit töreni başladı. Alayın içine girmek için can atıyordum ama işte, çekingenlik... İzleyici kalabalığının arasından ilerleyerek onları takip ettim ve her fırsatta birkaç fotoğraf çektim. Bir saat kadar sonra geçit sona erdi, kalabalık dağılmaya başladı. Ben de tam ayrılmaya karar vermişken, yüzünü elleriyle örtmüş bu yaşlı adamı gördüm. Dua eder gibiydi. Beyaz saçları, kırışmış elleri, başı öne eğilmiş hâliyle o kadar güzel görünüyordu ki... Hemen deklanşöre bastım; iyi ki basmışım, çünkü aradan bir saniye bile geçmeden adam ellerini indirdi. Gerçekten de güzel bir adamdı. O hâliyle de bir fotoğrafını çektim.
Sonraki yirmi yıl boyunca, Kutsal Cuma’yı yalnızca bir kez, o da Toronto dışında olduğum için kaçırdım.
Bu fotoğrafın orijinal negatifini kaybettim ama daha önce kaliteli bir baskısını yapmıştım, onun fotoğrafını çekip aynı karenin negatifini yeniden ürettim.
İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz