İslamcılar ile Türkçülerin bu koalisyon iktidarı gelmeseydi, biz insanlara böyle bir iktidarın ne menem bişey olduğunu ne kadar uğraşsak anlatamazdık. Türkiye’nin bu dönemi yaşaması maalesef şarttı.
Bu başlık tuhaf veya kızdırıcı geldiyse, gelmesin. Gerçeğin ta kendisi. Çünkü:
1) Taş gibi kuraldır: Baba Diyalektik icabı, her aksiyon kendi reaksiyonunu yaratır. T.C. tarihinde bir parantez olan R. T. Erdoğan rejimi, yaklaşık 80 yıllık çağdaşlaştırıcı yukarıdan devrimin yarattığı yukarıdan bir karşı-devrimden ibarettir;
2) Bu karşı-devrim, geçen haftaki yazımda fazlasıyla örneklediğim gibi öylesine arızalı biçime dönüşmüştür ki, iki savaş arasının çağdaşlaştırıcı yukarıdan devriminin antidemokratik niteliğini neredeyse aratır hale gelmiştir. Hatta, o zamanlar yukarıdan devrimi yapan CHP’yi bugün çağdaş demokrasiye mecbur etmesi bile mümkündür; o derece faydalı olabilir.
Bilmiyorum şunu hiç düşündünüz mü:
İslamcılar ile Türkçülerin bu koalisyon iktidarı gelmeseydi, biz insanlara böyle bir iktidarın ne menem bişey olduğunu ne kadar uğraşsak anlatamazdık. Türkiye’nin bu dönemi yaşaması maalesef şarttı.
Hani ne derler, şerden hayır derler ki, bu söz tam da günümüz Türkiyesi için söylenmiş olmalı.
Gelelim Kürtlerin durumuna. Çok acayip baskılara ve doğurduğu sonuçlara.
***
Geçen Eylül ayında Şırnak’ta “Balon uçurmak, toplu cenazeye gitmek, mezar ziyaret etmek” yasaklanmıştı . Şimdi yine de iyiyiz: Van’da, Batman’da, Diyarbakır’da, Hakkari’de “gösteri yürüyüşü, açık hava toplantıları ve kapalı yer toplantıları, basın açıklaması, oturma eylemi ve anket yapılması, çadır ve stant kurulması, imza kampanyası düzenlenmesi, bildiri, broşür ve el ilanı dağıtılması” yasaklanmakta.
Diyarbakır-Mardin arasında yoğunlaşan orman yangınlarının köylülerin anız yakmasından çıktığı aceleyle ilan ediliyor ama Savcılık raporundan öğreniyoruz ki Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Batman, Siirt ve Şırnak’ta faaliyet gösteren özel elektrik dağıtım şirketi DEPSAŞ’ın zerre bakım görmeyen şebekesinden çıkmıştır .
Ayrıca çok ilginç ve paralel bir haber de var: MSB açıklıyor, “PKK’lı teröristler gizlenmek için ormanları yakmaktadır” . Oysa biz ormanların gizlenmek için ideal olduğunu sanırdık.
***
Düğünlere Kürtçe şarkı ve halay baskınları başlıyor . Ağrı’da ve başka illerde düğün sahipleri, dansçılar ve çalgıcılar tutuklanıyor. Van’da düğünler izne bağlanıyor .
Yalnız Kürt yoğun illerde değil, İstanbul Esenyurt’ta da sokak düğününde klarnetçi, bağlamacı ve şarkıcılar gözaltında .
***
Yerine kayyım atanmış 47 DEM belediyesinden 41’inin geri kazanılmasına tanıklık eden 31 Mart yerel seçimlerinin ardından DEM Partili Hakkari belediye başkanı da kayyımlanıyor.
CB Erdoğan’ın ilgili demeci: “Hakkari ilk adım olmuştur. Hukuk görevini yapmıştır, bundan sonra da yapmaya devam edecektir". Çok da ilginç ve artık ne anlama geliyorsa, ilave ediyor “Yargı burada kanunu değil, hukuku konuşturmuştur” .
(İktidarın liderinden bahsedince, muhalefetin liderinden de etmek lazım. Harcamaları kimin bütçesinden yapmış olursa olsun, Filenin Sultanları’nı izlemeye Paris’e gidecek olan CHP Triumvirası yani Ö. Özel, E. İmamoğlu, M. Yavaş bu olay üzerine Hakkari’ye gitmiyor).
***
Ardından, nüfusunun neredeyse tamamı Kürt olan yerlerde asfalt yazma-silme furyası başlıyor.
İlk olarak Diyarbakır'da HDP'li belediyelerce başlatılan çift dilli uyarı yazılarının ardından , Van'daki (ve daha bi sürü ildeki) yaya geçitlerinde “Önce Yaya” kelimeleri silinip yerine “Pêşî Peya” yazılınca, birileri bu Kürtçe yazıları silerek “Türkiye Türk’tür Türk kalacak” yazıyor . Kürtlerin yazdığını Valilik sildirip yine Türkçe yazdırıyor, onun yazdırdığını bu sefer Belediye sildirip Kürtçe yazdırıyor . Allahaşkına bakar mısınız, bi yanda Devlet’in öbür yanda Belediye’nin sürtüşmesine, yani devlet ile millet zıtlaşmasına!
Van’da bunu yapan 16 yaşındaki çocukla konuşan muhabir Ruşen Takva’nın bildirdiğine göre çocuk, daha önceden bir avukattan hukuki bilgiler aldığını ve TEM’de tanıdığı bir polise planını anlattığını, polisin kendisine “Dikkatli ol, yakalanırsan da bir şey olmaz ama Van Büyükşehir Belediyesi biraz başını ağrıtabilir” dediğini söylüyor . Tehditler almaya başlayan gazeteci hakkında Van Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatıyor.
***
Bunlar olurken, taa 2002’de yasağı AKP tarafından kaldırılmış olan Kürtçeye yasaklar yağmaya başlıyor. Ramazan Şimşek adlı kişi Diyarbakır’ın merkezinde işlettiği kafede sadece Kürtçe hizmet vereceğini açıklayınca polis kafeyi basıyor ve kendisine yurt dışına çıkış yasağı ve ev hapsi getiriliyor . Eh, İzmir’in merkezinde İnstagram yasağını bir sokak röportajında eleştiren Türk kadının tutuklandığı ortamda, yine iyi.
Şırnak cezaevinde müdür değişince, tutukluların aile fertlerine sarılmaları ve telefonda Kürtçe konuşmaları yasaklanıyor . Aynen 1990’lar.
Cezaevlerinin durumu zaten korkutucu: Hükümlü Zeki Kayar, kaleme aldığı bir yazı nedeniyle 1,5 yıl yeni ceza alıyor ve infazı yakılıyor (normal tahliyesi engelleniyor). Oysa suç sayılan terimlerden “Sur direnişi”nin, aynı sayfada yer alan başka bir yazarın yazısında olduğu ortaya çıkıyor. Yine, “Nusaybin direnişi” ve “Kobani direnişi” ifadeleri de Kayar’ın ilgili yazısında yer almamakta; Kayar “Nusaybin Kürtçesi ile Kobane Kürtçesi…” demiş .
***
Dış politika dersek, bence demeyelim çünkü Irak ve Suriye konusundaki politikamızın yegane amacı, oradaki Kürtleri de zapturapta almaktan ibaret. Eski Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler Suriye’den çekilmenin koşullarını açıklıyor: "Türkiye ancak yeni bir anayasanın kabulü, seçimlerin yapılması ve sınır güvenliğinin sağlanması halinde Suriye'den koordineli çekilmeyi tartışır" .
Sınır güvenliğini anladık da, AKP’nin yeni anayasa getirmek istemesi Türkiye için değil Suriye için! Vallahülazim, başka ülkelerin iç işlerine karışmak deyince hatırlanacak ilk örneklerden biri de bu olmalı. (Tabii, yabancılara mahcup olmamak için “koordineli” kelimesini düzeltip “eşgüdümlü” veya hiç olmazsa “koordinasyonlu” diyerek).
Bütün bu baskıların sonucu ilginç, tipik ve de normal: -Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Meclisi, belediyelerde sıkça kullanılan Kürtçe kavram ve mesleki terimlerin standart bir hale getirilmesi için çalıştay yapma kararı alıyor .
***
Laik toplum için AKP-MHP iktidarının niye bir velinimet olduğunu başta ifade etmiştim. Kürtler için bakarsak yine aynen öyle çünkü bunun da taş gibi bir toplumsal kuralı var:
Devletin sevmediği bir toplumsal grubun baskılanmasına çok yerde ve özellikle de azgelişmiş ülkelerde çok rastlanır.
Fakat bu baskılama, özellikle de grubun dili de söz konusuysa, ancak bu toplulukta grup bilinci ortaya çıkana kadar sürdürülebilir. Bilinç ortaya çıktıktan sonra sürdürülecek baskılar, ki Kürtlük bilinci en azından 1960’ların başından beri çıkmıştır, sadece ve sadece bu bilincin kuvvetlenmesine yarar.
Vesselam.
Not-1: En yukarıda sözünü ettiğim, “CHP’yi çağdaşlaştırmak” işi gerçekten zor iş. Çünkü CHP’li Afyon ve özellikle de Bolu belediye başkanlarının ayyuka çıkan marifetlerinden sonra şimdi de CHP’li İzmir Belediyesi, iki eliyle Bozkurt işareti yapan futbolcunun heykelini dikme kararı alındığının doğru olmadığını belirtirken, bi tek özür dilemediği kalmış; bu konudaki haberi lütfen okuyunuz .
Not-2: Grup bilinci oluştuktan sonra baskıların sürmesinin ikinci (ve bu sefer bütün Türkiye’yi etkileyen) sonucu, grubu kendi ülkesine fena halde yabancılaştırmaktır, onu da bilelim.