Julie (II) / lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos'un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı 'Lensler konuşabilseydi' başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Aşk, getirdiği yeni umutlarla insanın ruhunu sağaltır, canlandırır; kendi mutluluğunun peşinden gitme cesaretini güçlendirir. Ama âşık olmak kendi başına bir amaç oluşturmaz. Aşk, topraktan çıkan bir filiz gibi, çiçeklenmek için bakıma ihtiyaç duyar; bakımsız bırakılan aşk sararıp solar. Aşk solunca, ruh umutsuzluğa düşer; insanı daha iyi bir hayatın mümkün olduğunu tahayyül etmeye teşvik eden ilham uçup gider. Julie ve Richard da birbirine âşık olmuştu ama bu aşk, nedendir bilinmez, onları hayatlarında yepyeni bir sayfa açmaya, her şeye yeniden başlamaya götürecek kadar çiçeklenmedi. Değişen hiçbir şey olmadı – yine aynı içki âlemleri, uyuşturucu, evsizlik… İçten içe aralarındaki aşkın gücüne inanıyor, bir çift olarak durulacaklarını, sokakları bırakıp yerleşik hayata geçeceklerini umuyordum. Yine de, her fırsatta onların fotoğraflarını çekmeye devam ettim. Ta ki o olay yaşanana kadar.

Evet, korkunç bir şey oldu. Ne olduğunu anlatabilmek için Julie’yi tanımaya başladığım aylara dönmem gerekiyor. Durmadan fotoğraflarını çekiyordum. Her seferinde mahcup bir şekilde kıkırdıyor, onu neden fotoğrafladığımı soruyor, ama hiçbir zaman karşı çıkmıyordu. Bir gün Queen Caddesi’nde, kaldırımda otururken, uzaktan Julie’nin geldiğini gördüm. Yalpalıyordu; belli ki sarhoştu. Ben ne olduğunu anlamadan, birden bire “Çek, çek!” diye bağırmaya başladı. Tişörtünü yukarı sıyırmış, göğüslerini açmıştı. O hâliyle fotoğrafını çekmemi istiyordu. Çekmedim elbette. Sadece, duyduğum rahatsızlığın verdiği gerginlikle gülüyordum. O ise, göğüslerini bir açıp bir kapayarak bağırıyor, ısrar ediyordu. Elim ayağıma dolanmıştı, onun adına utanmıştım. İsteğini geri çevirdim. Pes etmedi, hatta beni azarlamaya başladı: “Yetti ama artık! Senden bu hâlimle fotoğrafımı çekmeni istiyorum, kafan basmıyor mu?” Bir kez daha “Olmaz” dedim; bu kez tehditkâr bir sesle, üstelemeye devam etti. Bir süre ne yapacağımı bilemez hâlde bocaladıktan sonra, nihayet bir fotoğrafını çektim. İlle bir kare daha istedi; sırf bu rezalet sona ersin diye, çektim. Sonra yanıma çöktü, kahkahalar atarak “Ne eski kafalı, ne utangaç adamsın yahu” dedi. O tür bir fotoğrafçılığın, özellikle de sarhoş insanlar söz konusu olduğunda, ilgimi çekmediğini söyledim. “Benim açımdan mesele yok” dedi, “ben kendim istedim resmimi çekmeni.” Tahmin edebileceğiniz gibi, o kareleri tabetmedim.

Aradan neredeyse bir yıl geçti; artık onu, Richard’la birlikte sokaklarda sürdürdüğü günlük hayatı içinde fotoğraflıyordum. Bir gece yine onlara rastladım. “Merhaba” dediğim anda kalkıp hızla bana doğru gelmeye başladılar. İkisi de sarhoştu; yüzlerinden nefret okunuyordu. Üzerime çullandılar. Julie tişörtümü ve omuz çantamı tutmuş çekiştiriyor, Richard ise beni itmeye çalışıyor, bir yandan da bağırarak “Doğru mu ha, söyle, doğru mu?” diye soruyor, her seferinde benim yerime Julie yanıt veriyor, “Sarhoşken memelerimin resmini çekti bu herif” diyordu. İki yanımdan gelen tokatlar ve yumruklarla afallamış, yere düşmek üzereydim ki, aniden bir ses geldi: “Çekilin ulan piç kuruları! Hele bir daha elinizi sürün de arkadaşıma, bakın nasıl gebertiveriyorum ikinizi de!” Yardımıma koşan Gregg’di, iyi tanıdığım evsizlerden biri… Önüme geçip, Julie’yle Richard’ı öyle bir şiddetle itti ki, ikisi de yere yuvarlandı. Hayatımı kurtarmıştı; o sarhoşluk içinde beni öldürebilirlerdi.

Mahvolmuş vaziyette eve döndüm. Yalan söylediği için Julie’ye kızgındım; taviz verip, sevmediğim kareleri çektiğim için kendime daha da çok kızgındım. Gece uyumayıp, saatlerce o negatifleri aradım. Sabah erkenden evden fırladım, Julie ve Richard’ı aramaya koyuldum ve nihayet buldum. Ayık görünüyorlardı. Temkinli bir şekilde yanlarına yaklaştım. Beni görünce ayağa kalkıp, önceki gece hakkında özür dilemeye başladılar. Kafalarının dumanlı olduğunu, ne yaptıklarının farkında olmadıklarını, bana güvendiklerini söylüyor, onları affetmemi istiyorlardı. Hâlâ kırgındım ama kararlıydım da. Onlara, evde güç bela bulduğum film şeridinden kestiğim iki negatifi gösterip, “Bunları yakacağız, böylece hafızamızdan tamamen silinecekler” dedim. Bunu yapmamam için epey dil döktüler ama dinlemedim, bir kibrit çakıp iki negatifi de yaktım, sonra da yanlarından ayrıldım. Ve hikâye orada bitti. Bir daha ikisinin de fotoğrafını çekmedim. Onlara güvenmiyordum. İçimde bir tel kopmuştu. Yaşadıkları bölgeye uğramaz oldum. Julie’nin ölümünü çok geç öğrenmem de bu yüzdendir. Zavallı Julie...

                                                                                                                                    İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz



Yazar Hakkında