Julie / lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos'un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı 'Lensler konuşabilseydi' başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Tıpkı hayatta olduğu gibi fotoğrafta da, başımıza iyi bir şey geldiğinde, bunun nedeni ille de zeki ya da yetenekli olmamız veya kimilerinin “özel” diyebileceği birtakım vasıflar taşımamız değildir. Yaşadığımız birçok iyilik, elbette, yüreğimizin ve ruhumuzun bizi yönlendirme biçimiyle ilişkili; çoğu durumda, yapıp ettiklerimizin yegâne ‘müellif’i kendimiziz. Ama her şeyi de kim olduğumuz, nasıl biri olduğumuz belirlemiyor. İlahi lütuf diye bir şey var hayatta. Bahtı açılan kişi genellikle bu durumu şans olarak tanımlasa da, ilahi lütuf bundan ibaret değildir, kişiye bahşedilmiş bir hediyedir ve son derece nadirdir. İnsana kendini seçilmiş biri gibi hissettirir; yukarılardaki bir kadir-i mutlak tarafından sevildiğini ve ödüllendirildiğini düşündürür. Böyle bir hediyeyi nasıl, neden hak ettiğimizi bilmiyorum; oluyor işte. Belki de insanın hayata duyduğu inancı güçlendirmek içindir.

Bunun fotoğrafçılıktaki karşılığı, merceğinizle bir insanın özünün kendini göstermesine tanıklık etmenizdir – büyülenmiş bir hâlde, insan ruhunun tüm kıyafetlerinden arınışını izlersiniz. Bildiğiniz tek şey, görünmez bir yüce gücün sizi o an oraya yönlendirerek, kulağınıza “Buyur dostum, sen bunu hak ediyorsun” diye fısıldadığıdır. Bir hayalin içindeymişçesine, o kareyi çekmek ile, belki hayatınız boyunca bir daha böylesine görkemli bir şey göremeyeceğiniz için sadece izlemek arasında kararsız kalırsınız. Sonra, yalnızca bir an sürecek olan bu görüntüyü zaman içinde dondurmak isteğiyle deklanşöre basarsınız. Yıllar geçer; o gün yakaladığınız kareye her bakışınızda, o an orada bulunduğunuz için büyük bir şükran duyarsınız.

Bu fotoğraftaki, yüzleri huzurla aydınlanmış, şefkatle birbirine sarılmış iki insana bakarken, yukarıdakine, bana bunu bahşettiği için teşekkür ediyorum. Aşkın öz hâlini görmüş ve fotoğraflayabilmiş olmak bana büyük bir mutluluk veriyor. Fotoğrafa bakıyor. “Nihayet onun âşık olduğunu görmüştüm” diyorum. Julie âşık olmuştu, Richard’a... Ama nasıl bir aşk! Bu, öncekilerin hepsinden farklıydı, ki öncekilerin sayısı hiç de az değildi. Hepsi ona sırılsıklam âşıktı, o ise hiçbirine âşık olmamıştı; ondaki, aşkla ilgisi olmayan bir hoşlanmaydı sadece. Onlarla beraberliğinin nedeni, netice itibariyle, kendisinin kadın, onların da erkek olmasından ibaretti. Ama Richard’ı delicesine seviyordu. Güzel bir kadındı; Richard’la birbirlerine âşık olduktan sonra daha da güzelleşti. Bunu fark edebiImiştim, çünkü ikisini de iyi tanıyordum. Evsizlerdi, sokakta yaşıyorlardı.

Julie’yi Toronto’da ilk kez Bathurst ve Queen caddelerinin kesiştiği yerde görmüştüm. Epey sarhoştu ama gayet nazikti, onunla konuşmak kolaydı. O günden itibaren, ne zaman o bölgeye gitsem fotoğraflarını çektim. Yerli Kri halkındandı. Geçmişte Kızılderili yerleşim bölgesinde çocuklara öğretmenlik yapmış, sonra Toronto’ya taşınmış, işler ters gitmiş, derken sokakta yaşayan, uyuşturucu ve alkol bağımlısı biri olup çıkmış. İyi yürekli biriydi, onu severdim. Güzel olduğundan, evsiz erkeklerin hepsi onun peşindeydi. Onu daha iyi tanıdıkça, o ve sevgilileri hakkında bir foto öykü hazırlamayı düşünmeye başladım. Sanırım iki yıldır tanışıyorduk. Tüm sevgililerini biliyordum, çünkü hepsi aynı köşebaşını mesken tutmuştu. Sonunda Julie ve sevgililerinden üç-dördünün fotoğraflarını çektim. Sonra Richard’la tanıştı ve birbirlerine âşık oldular. İş ciddi görünüyordu; diğer erkeklerin hepsi kıskanmış, Richard’dan nefret etmişti. Bense Julie adına mutlu olmuştum, çünkü Richard diğerleri gibi şiddete eğilimli değildi. İkisini bir çift olarak günlük hayatları içinde fotoğraflamaya başladım. Her gün başka bir iş için de mesai yaptığımdan, evsizlerin yaşadığı bölgeye düzenli olarak uğrayamıyordum. Uzun bir aradan sonra bir gün oraya gittiğimde, evsizlerden biri, Julie’nin birkaç gün önce kalp krizi geçirip öldüğünü, cenaze töreninin ertesi gün yapılacağını söyledi. Çok üzülmüştüm. Törene gittim, Julie’yi açık tabutta gördüm; beyaz giysiler içinde, kolları göğsünün üstünde kavuşturulmuş, yüzü dingin, huzur içinde yatıyordu.

Zavallı Julie. Çok genç, çok iyi yürekliydi. Hayatının baharındayken yitip gitti.

                                                                                                                            İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz



Yazar Hakkında