Sinema (II) / lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos'un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı 'Lensler konuşabilseydi' başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Bazen, neden sinemacı değil de fotoğrafçı olduğumu soruyorum kendime. Toronto’da liseyi bitirdikten sonra bir ‘repertuar sineması’ açmayı bile düşünmüştüm oysa. Filmlere oldum olası düşkünümdür. Çocukken, Kamışlı’da sürekli olarak film izlerdim. Bakkalda satılan bazı şekerlemelerin ve sakızların paketlerinden çıkan siyah beyaz film karelerini biriktirirdim; büyük bir koleksiyonum vardı. Herkül rolündeki Steve Reeves’in, Tarzan rolündeki Johnny Weissmuller, Lex Barker ve Gordon Scott’ın, Masit rolündeki Mark Forest’ın fotoğrafları, koleksiyonumun nadide parçalarıydı. Denk gelip de, ambalajdan renkli fotoğraf çıktığında sevinçten havalara uçardım. Halep’te geçirdiğimiz yaz tatillerinde, kuzenlerimle birlikte, evleriyle aynı sokakta olan Balyan açık hava sinemasına giderdik. Okullar kapandığında film gösterimi alanına dönüştürülen bir Ermeni okuluydu burası. Biraz büyüyünce, Halep’te yalnız başıma da sinemaya gitmeye başladım. Kosta Gavras’ın ‘Z’ (Ölümsüz) adlı filmini izlemiştim mesela. 14 yaşında ya var, ya yoktum. O zamana kadar izlediğim en ciddi filmdi sanırım. Filmin konu ettiği adaletsizlik beni çok üzmüş ve öfkelendirmişti. O kızgınlıkla amcamın evine döndüm, hissettiklerimi kuzenime anlatıp içimi boşalttım. Kuzenim söylediklerimi dinledikten sonra bana hayatımın şokunu yaşattı. Çok saf olduğumu, insanlığa dair yanlış fikirlere kapıldığımı, dünyanın tehlikeli fikirlerden korunması gerektiğini, yoksa komünist bir sistemin gelip herkesi boyunduruk altına alacağını söyledi. Gavras’ın filmi zırvalıktan ibaretti ona göre. Böyle konuşması tuhaftı tabii, çünkü filmi izlememişti bile. ‘Kalpsiz şüphecilik’ denen şeyle hayatımda ilk kez o gün karşılaşmış olmalıyım.

Her neyse, nerede kalmıştık? Evet, sinema tutkum... Arappınarı’nda (Kobanê), kuzenlerimin yanında kaldığım o uzun, unutulmaz yaz tatili de filmlerle geçmişti. Evleri bir açık hava sinemasının yanı başındaydı. Hemen her gece, akşam yemeğinden sonra dama çıkıp sinema keyfi yapmıştık. Sinema aşkım Beyrut’ta da devam etti. 13 yaşımdayken, bütün bir yaz boyunca her gün bir film izlemiştim. Günlük harçlığım 1 liraydı. 60 kuruşu matine bileti, geri kalanı da Hamra semtine gidiş için yol parası... Hamra, biraz Nişantaşı’na benzeyen, güzel sinema salonlarında en yeni filmlerin gösterildiği, şık bir semtti. Dönüş zor oluyordu, çünkü evimizin bulunduğu Eşrefiye mahallesine yürüyerek gitmem gerekiyordu. O yolu kat etmem, dükkân vitrinlerinin önünde verdiğim molalarla birlikte iki saati bulurdu bazen. Tembelliğim tuttuğunda ya da kendimi –olduğumdan da– yoksul hissettiğimde, otobüse binip Burc Hamud’a gider, Araks Sineması’nda veya Kermanig Sineması’nda gösterilen daha eski filmleri izlerdim. Hem otobüs bileti hem de sinema bileti daha ucuz olduğundan, atıştırmalık ya da içecek bir şey almaya da yeterdi param. Ama dönüşte yine çok uzun süre yürüyordum mecburen.

Sonra Toronto’ya taşındık. Cinema Lumiere, The Revue Repertory, sadece 1 dolara art arda iki film izlenebilen The Original 99 Cent Roxy gibi, harika repertuar sinemaları vardı bu şehirde. Ağabeyim Hraç, beni o salonlarda gösterilen Avrupa sanat filmleriyle tanıştırdı. Fransız ve İtalyan filmlerine âşık olmuştum. 50’lerin ve 60’ların o muhteşem filmlerine yetişememiştim, onları izleyip arayı kapamam gerekiyordu. İsveç, Polonya, Macaristan yapımı filmlerle de Toronto’da tanıştım. Amerikan yapımlarıyla, gişe rekortmeni filmlerle işim yoktu artık. Avrupa filmleri, İngilizcenin egemen olduğu, göçmen bir genç olarak kendimi yabancı hissettiğim, beni boğan bir kültürün içinde duyduğum sıla hasreti ve nostaljiyle çok uyuşuyor, bana nefes alma fırsatı veriyordu. Yıllar içinde, keşfettiğim o muhteşem filmlerin yanı sıra, senaryo kitapları da toplayıp epey geniş bir koleksiyon oluşturdum. Kitapların hepsini okudum. O yüzden, izlemiş olmadığım bazı filmleri de her ayrıntısıyla bilirim.

Kalemi kâğıdı alıp, bir gün yapmayı hayal ettiğim filmin hikâyesine dair notlar karalamışlığım o kadar çoktur ki... Sinemacı olmadığım için vahlanmam bundandır.

                                                                                                                                İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz



Yazar Hakkında