Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos'un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı 'Lensler konuşabilseydi' başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.
O yaz güzel bir köpeği kaybetmiştim. Aslında tam olarak kaybettiğim söylenemez, çünkü sahibi ben değildim. Kaybettiğim şey, aramızdaki sevgi dolu ilişkiydi. Köpek sahibi olanlar bilir; köpekler genellikle, gördükleri sevgi ve şefkate nasıl karşılık vereceklerini bilirler. Bazen gelip her tarafınızı yalarlar; bazen kendilerini sevdirmek için boyunlarını uzatır ya da sırtüstü yatıp göbeklerini açarlar; bazen de size ne kadar değer verdiklerini göstermek için, hiç beklemediğiniz bir anda gelip kucağınıza otururlar. Tek kelimeyle güzel varlıklardır. Beyrut’a taşındıktan sonra Kamışlı’ya ilk kez gittiğim yaz âşık olduğum köpek de öyleydi. Doğup büyüdüğüm kasaba sıcaktan kavruluyordu ama ninemin evinin avlusu koca dut ağacının gölgesiyle serin ve her zamanki gibi güzeldi. Geceleri avludaki tahta yataklarda uyuyorduk. Her sabah gözlerimi, yüzümü ısıtan parlak güneşin ışıklarıyla açıyordum. Ama bir gün, evin kapısının hızlı hızlı çalınmasıyla, her zamankinden erken uyandım. Kapıyı açtım; karşımda ninemin bir komşusunun oğlu, kucağında da bir yavru köpek... “Bercig can, bunu yolda buldum, sahibi yok, sana hediyem olsun” deyip köpeği bana verdi. Ve, ilk görüşte aşk!
Üç gün boyunca birlikte neler yapmadık ki... Ayrılmaz bir ikili olmuştuk. O kadar mutluydum ki, mahallenin çocuklarıyla oynamak için dışarı bile çıkmıyordum. Onu sevmek, onunla oynamak ve avluda birbirimizi kovalamak bana yetiyordu. Oyun oynamaya bayılıyordu. Onu her gün yıkıyordum. Adını Çalo koymuştum, bildiğim başka köpek adı yoktu. Bize anlattıkları bir masaldaki çoban köpeğinin ya da Amcam Suren’in, ailenin ambarının önünde bekçilik yapan Alman çoban köpeğinin adıydı sanırım Çalo. Çok küçükken, kuzenlerimle birlikte ambardaki o tahıl dolu çuvalların tepesinde oyunlar oynardık. O köpek bir gün aniden ölmüş, amcam çok üzülmüştü.
Velhasıl, yeni arkadaşıma Çalo dedim; o da bu adı sevmiş olacak ki, ne zaman çağırsam yanıma koşuyordu. O üç gece yatağımın yanında uyudu. Ninem izin verseydi yatağıma alırdım onu ama Kamışlı gibi bir yerde, bir insanla bir köpeğin aynı yatakta uyuması olacak iş değildi. Ne münasebet, asla! Üç sabah art arda, Çalo’nun hafif havlamalarıyla, ayaklarımı ya da ellerimi yalamasıyla uyandım. Ama dördüncü gün, kapıya tanımadığımız, genç bir adam geldi. Köpeğinin bende olduğunu duyduğunu söyledi. Donakalmıştım. Bir hafta önce köpeğini kaybetmiş, o günden beri onu arıyormuş. Biri ona “Falanca kişi köpeği sokakta bulup Verjin Arabian’ın torununa verdi” demiş, o da araştırıp ninemin evini bulmuş. Köpeğini istiyordu. Gözyaşları içinde kalmıştım. Kalbim öyle hızlı çarpıyordu ki, acıyordu. Köpeğin benimle kalması için adama ve nineme yalvarıyordum, ama ne fayda... Ninem “Sahipli köpek nasıl bizde kalsın oğlum” diyordu. Böylece, Çalo’mu birkaç dakika içinde kaybettim. Onu öyle çok seviyordum ki, sonraki birkaç gün, o unutulmaz yazın en hüzünlü günleri oldu benim için. Yüreğim parça parça olmuştu. Aradan bir hafta geçti geçmedi, sokakta o adama rastladım. Yanıma gelip “Biliyor musun, köpek evden kaçtı, arabanın altında kalıp öldü” dedi. Çocukluğumdan o küçük mutluluğu çalan o adamı hiçbir zaman affetmedim sanırım. Fakat Çalo’nun sımsıcak hatırası elli yıldır içimde yaşıyor.
İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz