"Yeter ki bundan sonra hiçbir çocuğa böyle bir şey olmasın"

Sevag Balıkçı, Ermeni Soykırımı’nın 96.yıldönümünde, 24 Nisan 2011 tarihinde Batman’ın Kozluk ilçesinde zorunlu askerliğini yaptığı sırada aynı birlikteki arkadaşı Kıvanç Ağaoğlu'nun silahından çıkan kurşunla öldürüldü. Birileri Ermenilere, yüz yıllık soykırım hafızasını, Hrant Dink’in katlinden dört yıl sonra yeniden hatırlatıyordu. Nor Zartonk olarak on yıl süren yargılama boyunca, çeşitli kurumlar, aydınlar ve milletvekilleri ile birlikte İstanbul ve davanın görüldüğü Diyarbakır’da basın açıklamaları, yürüyüşler, basın toplantıları ve anma etkinlikleri düzenledik. Gün geldi küçücük mahkeme salonunda Sevag’ın katili ile yanyana oturmak durumunda kaldık, gün geldi savcının uyuklamasına şahit olduk. Bu süreçte Balıkçı ailesi bizim ailemiz oldu. Onların adalet feryatlarını duyurmak ve Sevag’ı unutturmamak için birçok etkinlik ve röportaj gerçekleştirdik. İşte bu röportaj da Kasım 2013’de henüz dava sürecinin başlarında Balıkçı ailesi ile gerçekleştirdiğim röportajın bir bölümüdür.

Ne yazık ki bunu Garbis Balıkçı vefat ettikten sonra paylaşabiliyorum. Kendisi de oğlu gibi bir 24 Nisan’da, 2022 yılında vefat eden Garbis ahparigi büyük bir özlemle hatırlarken önümüzdeki Pazar günü yani 28 Nisan’da, saat 14’te Şişli Ermeni Mezarlığı’nda Sevag ve Garbis Balıkçı’yı anacağımızı hatırlatmak isterim. Bu röportaj bir adalet arayışının bize 11 yıl geriden gelen yankısı. Bir yandan da  Ermenilerin adalet arayışı 109 yıldır sürüyor. Sorularımı ve Garbis ahparigin yanıtlarını paylaşıyorum. Sayat Tekir

Oğlunuzun öldürüldüğü haberini alınca neler hissettiniz ve neler yaşadınız?
Oğlumun haberini bir arkadaşımdan aldım. Benim olaydan haberim yoktu. O gün bizim Paskalya bayramımızdı ve öğlen kiliseme gittim. Saat bir buçuk sıralarıydı kiliseden çıktım ve bir şeyler alarak eve doğru geliyordum. Tam evin köşesine geldiğimde bir telefon geldi. Cep telefonundan arayan arkadaşım bana oğlumun ismini sordu. Sevag olduğunu söyleyince onu bildiğini fakat başka bir ismi olup olmadığını sordu. Ben de Sevag Şahin Balıkçı dedim. O da internete bir bakmamızı istedi zira bu isme benzer bir askerin şehit olduğunu söyledi.

Ben hemen askeri karakolu aradım. Oradaki askere “Oğlum, Sevag’ı bir bana verir misin?” dedim. Asker ise bana “Amca onlar tel örgü örmeye gittiler” dedi. “İyi oğlum” dedim, içim rahatladı. Kapattım telefonu ve eve çıktım. Eşime (Ani Balıkçı) bana gelen telefonu ve yaptığım aramayı anlattım. Sonrasında ondan bu konuyla ilgili internetten bir arama yapmasını istedim.

Eşim arama yaparken bir telefon daha geldi. Arayan yine arkadaşımdı ve bana internete bakıp bakmadığımızı sordu. Ben de ona yaptığım telefon görüşmesini aktardım. O sırada arkadaşımın oğlu internetteki haberin  çıktığı adresi söyledi. Eşim buldu haberi. Haberde ‘Sevag Şahin Balıkçı otopsi’ diye yazıyordu. Ben başta inanmadım ve “Yok ya, imkânı yok. İsim benzerliğidir herhalde.” dedim ve telefonu kapattım. Ardından bir kez daha Batman’ı arama fikri aklıma geldi. Orada tanıdığım bir iki arkadaşım vardı. Onları aradım. Bana önemli bir şeyin olmadığını ama Sevag’ın hastanede olduğunu söylediler. Ne olduğunu sorunca beni geri arayacaklarını söyleyip telefonu kapattılar.

Aradan bir zaman geçtikten sonra onları birkaç kez daha aradım fakat telefonu açmadılar. Daha sonra tam hatırlayamıyorum ama saat beşe doğru bana bir telefon geldi. Bana “Başsınız sağ olsun” dedi. Ben zaten ondan sonrasını hiç hatırlamıyorum elimdeki telefonu falan fırlatmışım.

Ondan sonra askerler geldi tabii. Askerler, “Oğlunuz bir arkadaşıyla şakalaşma sorucu vefat etti.” dediler. Ben ilk önce şaka olarak değerlendirdim. Şaka dediğiniz karşılıklı olur fakat cenazesi kalktıktan sonra Batman'a gittik. Oradaki askerlere, oranın karakol komutanıyla konuştuktan sonra şakalaşma olmadığını gördüm. Orada anlatılanlar şakalaşma değildi çünkü Sevag telin bir ucunda diğeri ise diğer ucunda. “Burada uzaktan nasıl bir şaka yapabilirler” dedim ayrıca orası meyilli bir yer. Şakalaşmanın imkânsız olduğunu söyledim. Anlattıkları ve yaptıkları belli ediyor ki Sevag bilerek öldürüldü.

Tarihin 24 Nisan olduğu ve Paskalya bayramına da denk geldiği aklımıza gelmemişti. Sonrasında gazeteleri de okuyunca olayın tesadüf olmadığını düşündük. Yıllar sonra Paskalyanın ve Soykırımı anma gününün aynı güne denk gelmesi bana kasıt olduğunu düşündürttü. Sonrasında zaten yeri gördükten sonra kasıt olduğuna karar verdim. Sevag bilerek öldürüldü. Olay yerine kim giderse gitsin bunu bu şekilde yorumlayacaktır. Olay yeri incelemesi ve olay yeri tatbikatını gördükten sonra ‘Yok bu kazadır, yok bu şakadır’ demenin imkânı yok. Tatbikatta gittiğimizde zaten öldürenin bunu bilerek yaptığı her şeyiyle belli oluyordu. Tüfeği tutuşu, indirişi ve kaldırışı her şeyiyle belli ediyordu. Bunları bilmeyen biri bile hareketleri görünce neyin yaşandığını anlardı.

Sonra mahkemeler başladı. En son dokuzuncu davaya gittik. Halen bazı elbiselerini bekliyoruz. Bazı elbiselerinden şüpheliyim çünkü atlet meselesi gibi beni tatmin etmeyecek şeyler ortaya çıktı. Benim oğlum hayatında beyaz atlet giymezdi. Askerde yeşil boğazlı fanila giyiyorlardı.

Mahkeme süreci sizin için nasıl geçti? Yalnız mı kaldınız yoksa ilk andan itibaren bir destek var mıydı?

Yalnız kaldık o zamanlar tabii. Sağ olsunlar birkaç arkadaşlarımız çıktı. Onlara yaptıkları her şey için buradan teşekkür ederim. Nor Zartonk grubunun bize destek olması bizlerle ilgilenmesi bizi çok mutlu etmeye başladı. En başta onlara teşekkür ederim. Bu meyanda tabii ki etrafımızda kimse kalmadı. Bu herhalde korkudan kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Sağ olsunlar şu anda Nor Zartonk’lular bizimle ilgileniyorlar.

Türkiyeli Ermenilerin bu korkudan dolayı mı davayı sahiplenmediğini düşünüyorsunuz? Sizce bu davanın askerde olan diğer Ermeni gençler için etkisi ne olacak?

Evet sahiplenmiyorlar. Vallahi benim oğlum gitti. O bir daha geri gelmeyecek. Askerde olan Ermeni, Hıristiyan, Müslüman, Alevi ve Kürt çocuklara karşı yapılan haksızlıklar var. Daha çok Alevi, Ermeni ve Kürt çocukları göz göre göre ölüyorlar, öldürülüyorlar. Benim oğlum öldürüldü. Bir cinayete kurban gitti. Ben bunu söylemeyi hiçbir zaman esirgemedim, esirgemem de. Dünya batsa da çıksa da beni de öldürseler ben yine aynısını söylerim çünkü benim oğlum bir cinayete ve ırkçı bir cinayete kurban gitti. Üstüne basa basa bunu söylerim çünkü ben kefenimi giydim. Benim için hiçbir şey sorun değil, yeter ki bundan sonra hiçbir çocuğa böyle bir şey olmasın.

Mühim olan böyle bir ırkçı cinayetin bir daha olmaması. Savaşta her şey olabilir. Keşke savaşta ölseydi de gurur duysaydım. Fakat bu şekilde gurur duyamıyorum çünkü bir cinayete kurban gitti. Bundan sonra tüm Hristiyan ve Müslüman çocuklara hiçbir şey olmasın. Bu şekilde ölümler nasip etmesin kimseye.


Kategoriler

Toplum


Yazar Hakkında