DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları 23 Nisan vesilesiyle Meclis'te bir konuşma yapmış ve şu önemli cümleyi sarf etmiş: “Cumhuriyetin ikinci yüzyılında krizlerden çıkışın yolu 1920 ruhuyla 1921’de yapılan toplumsal mutabakatın güncellenmesinden geçmektedir.” Sayın Hatimoğulları’nın niyetini anlıyorum. İyi niyetli bir girişim diyelim ama dananın kuyruğu öyle değil. Tarih bize 1920 ve 1921 ‘Ruhu ve Toplumsal Mutabakatı’ konusunda başka bilgiler veriyor.
23 Nisan Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı, yani yeni Cumhuriyet’in kuruluşunu sembolize eder. Bu bayram sevinçlere vesiledir ve “çocuk bayramı” olarak kutlanır.
24 Nisan, sayıları bir milyon civarında olan Osmanlı Ermeni vatandaşlarının Parti ve Hükümet emriyle imha edilmesinin yıldönümünü sembolize eder.
Hrant Dink, 23,5 Nisan diye bir yazı yazmıştı. Muhteşem bir yazıdır o… Özetle, “23 Nisan sevincinizi anlıyorum, bir Cumhuriyetin kuruluşuna seviniyorsunuz” der. “Ne güzeldir sevinmek hele çocukların sevinmesi,” der ve devam eder, “24 Nisan da Ermeni milletinin acı ve matem günüdür. O gün, bir halkın imha edilişinin kara günü olarak hüzünle anılır.” Ve ekler Hrant, “gelin orta bir yerde buluşalım. 23.5 olsun bugün ve bugünü birlikte hatırlayalım.” (Cümleler mealen tarafımdan yazılmıştır. Yazının orijinali için tıklayın.)
Yani, Hrant diyor ki öyle bir Cumhuriyet kuralım ki hem kuruluşuna sevinelim ama hem de o Cumhuriyetin harcı olan acıları hatırlayalım. Acıyı Cumhuriyetin kuruluş harcı yapmak… Ne müthiş bir yazı ne müthiş bir öngörü. 40 yıldır yazar çizerim, onlarca kitap, yüzlerce sayfa… Bu kadar basit ve güzel anlatmayı beceremedim.
Yerevan sokaklarında yürürken, elini kalbinin üstüne koyup vururdu, “ben buyum”, diye. Koca bir kalp, koca bir yürekti o... Benim akıl yoluyla anlatmaya çalıştığım şeyin, yüreği ile tılsımlı sözcüğünü bulmuştu: 23,5. Aşk olsun sana çocuk aşk olsun!
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları 23 Nisan vesilesiyle Meclis'te bir konuşma yapmış ve şu önemli cümleyi sarf etmiş: “Cumhuriyetin ikinci yüzyılında krizlerden çıkışın yolu 1920 ruhuyla 1921’de yapılan toplumsal mutabakatın güncellenmesinden geçmektedir.”
‘1920 Ruhu’ ile Ankara Meclisinin açılışına referans veriyor olmalı. ‘1921 Mutabakatı’ ile de Ocak ayında çıkan Teşkilat-ı Esasiye Kanununu hatırlatıyor olmalı.
Sayın Hatimoğulları’nın niyetini anlıyorum. 1920-21 yıllarında Türk değil Türkiye kelimesi kullanılırdı. Meclis kürsülerinde, tüm Müslümanlar Türk, Kürt, Çerkes, Boşnak vb. “hepimiz beraberiz, ayrımız gayrımız yok” nutukları atılırdı. Yani Eş Başkan, Türkiye’nin çoğulcu bir toplum olarak yeniden kurulması gerektiğine atıf yapmak istemiş.
İyi niyetli bir girişim diyelim ama dananın kuyruğu öyle değil. Tarih bize 1920 ve 1921 ‘Ruhu ve Toplumsal Mutabakatı’ konusunda başka bilgiler veriyor. Sayın Hatimoğulları’nın bu bilgileri bilmiyor olması mümkün mü? Bilemiyorum, ama aşağıda yazacaklarımın konuyla ilgilenen insanlarca bilindiğini biliyorum.
Eş Başkan’ın sözünü ettiği ‘Ruh ve Toplumsal Mutabakat’, o yıllarda Nüfusun %10'nu dışlayan ve bir Apartheid rejimi kuran ruh ve mutabakat idi. Bu Apartheid, Hristiyanlarla başladı ve çok hızlı bir biçimde Kürtleri ve Alevileri de kapsayarak genişledi.
Bu Apartheid, 1920 Nisan ayında toplanan Meclis için yapılan seçimlere Hıristiyanları sokmayarak başladı. Ülkenin vatandaşlarının önemli bir kesiminin oy verme hakkı yasaklandı. Bugünkü Vatandaş eşitsizliğinin ‘ruhu’, (kökü öncesine gitmekle beraber) 1920 seçimleriyle atılmıştı.
Anlamadığım biçimde, “Vallahi çok demokrat bir Anayasa idi” diye göklere çıkartılan 1921 Anayasası da sadece Müslümanların anayasası idi. Anayasa, “devletin dini İslam’dır” diyordu. Yani İslam olmayanın baştan dışlandığı, eşit vatandaş sayılmadığı bir ‘ruh’ ve ‘toplumsal mutabakat’ vardı.
Ayrıca o aylarda ve yıllarda (1920-1921), Eş Başkan’ın sözünü ettiği ‘ruh’ ve ‘mutabakat’, Karadeniz'de Pontus Rum’unu, Koçgiri'de Kürt Alevi’sini imha etmekle meşguldü. Eğer Eş Başkan, 1920 ve 1921 Meclis tutanaklarını okusaydı, milletvekillerinin Rumların da Ermeniler gibi imha edilmeleri gerektiğini haykırdıklarını görecekti. Bir milletvekilinin, “Harbi umumî senesinde yapılan tehcirde isyan edenlerin kâffesini öldürmeli idik” sözleri büyük onay ve destek görüyordu.
Bu ‘ruh’ ve ‘mutabakat’ın aldığı ilk kararların başında, savaş boyunca Ermenilere yönelik işlenen cinayetler nedeniyle yargılananları serbest bırakmak geliyordu. 8 Mayıs 1920 tarihinde, daha hükümet programı bile kabul edilmeden, büyük bir telaşla “tehcir dolayısıyla vukuka iddia olunan cinayetlerden” tutuklu bulunan insanların mağdur olmalarını önlemek amacıyla tahliye edilmelerine karar verildi. Bunu, 11 Ağustos 1920’de tehcir davalarına bakacak mahkemelerin kapatılması takip etti.
1921 Ocak ayında bir tek Teşkilat-ı Esasiye kanunu kabul edilmez. Mustafa Kemal ve arkadaşları, 1914-1915 yıllarında, Ermenilerin imhası için hapishanelerden boşaltılan ve Teşkilat-ı Mahsusa’ya dahil edilen katillerin mağdur olup tekrar hapse girmelerini engellemek için af tasarısı yasası verdiler. 14 Temmuz 1921’de çıkan kanunla tüm bu katiller af edildiler.
Listeyi uzatıp canınız boşuna sıkmayayım. Tamamını Yüz Yıllık Apartheid kitabımda anlattım. Eş Başkan’ın bugün şikâyet ettiği her şey 1920-21'de başladı. O yıllarda, daha bir dizi kanun ve kararname ile bir Apartheid rejimi inşa edildi. Yani, eğer çoğulcu, vatandaş eşitliğini esas alan yeni bir Cumhuriyet istiyorsak, ‘1920-21 Ruh ve Mutabakatı’ yerine bize başka bir kuruluş hikayesi gerekiyor.
Sevgili Hrant’ın, 23,5 Cumhuriyeti bu yeni kuruluş hikayesinin muhteşem özet anlatımıdır.
Ayrıca, DEM Parti, bir de 24 Nisan vesilesiyle bir açıklama yapmış, ‘Büyük Felaket’ demiş, eskiden ‘Soykırım’ derlerdi. Burada da tenzilata gidip, ABD Başkanı Biden'ın bile gerisine düşmüşler.
DEM Parti'de bu “geri vitesler” için bir tartışma oldu mu yaşandı mı bilmiyorum; haksızlık da etmek istemem ama galiba bu partide birçok şey zaten “hazır yemek siparişi” gibi dışardan hazır geliyor.
Bana düşen, DEM Parti'ye, ‘1920-21 Ruhu ve toplumsal mutabakat temelinde’ yollarına devamda başarılar dilemektir. Ama daha çok bekleyeceklerdir. O özledikleri gün gelmeyecektir.
Benim gibi düşünenlere düşen görev ise çok basit:
‘1920-1921 Ruhu ve Toplumsal Mutabakatı’ ile kurulan Apartheid rejimini eleştiren ve bu ülkeyi ‘Yeni bir kuruluş hikayesinin’ etrafında bir araya gelmeyi savunan bir çağrı yapmaktır.
Hrant zaten yapmıştı: gelin, onun 23.5 Cumhuriyet’i teklifi üzerine yeniden düşünelim.