Asfalt ve çimento / lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos'un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı 'Lensler konuşabilseydi' başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Balat’ın on yıl önceki hâlini hatırlıyorum. Bu fotoğraf 2011’de, öğrencilerimi oraya ilk kez götürdüğüm gün, paydos etmeden önce çektiğim son kare. Daha önce sadece bir kez, eşim bana İstanbul’un bir güzel köşesini daha göstermek istediğinde gitmiştim Balat’a. Hep, bir gün Balat’ta yaşamayı hayal ederdi. Sonunda hayali gerçek oldu; 2015 yılında Balat’a taşındık. O günden bugüne semt epey değişti tabii, ama bence hâlâ İstanbul’un en güzel yerlerinden biri. Çocukların geceyarılarına kadar sokakta oynadığı, anne-babaların da, bir gözleri çocuklarda, evlerinin kapılarının önünde oturduğu pek fazla semt yok şehirde. Üstelik burada, bütün alışverişinizi küçük dükkânlardan, fırınlardan, kasaplardan yapabiliyorsunuz. Lostracılar, marangozlar, ev aletleri tamircileri… Tabii, semt Roman nüfusunu kaybetti; çok sayıda Suriyeli geldi, biraz da ‘mutenalaşma’ oldu. Fakat bizim gibi insanlar buraya semti değiştirmek için değil, eski mahalle hayatından kalanların keyfini çıkarmak için taşındı.

O gün son olarak, sokakta maytap patlatan bu iki çocuğun fotoğraflarını çekmiştim. Neredeyse hiç araba geçmiyordu sokaktan. Çocukların ikili ikili ya da gruplar hâlinde oyunlar oynadığı, bir sürü boş arsa vardı. Bütün mahalle onlarındı. Artık değil. Ne zaman bir araba geçse oyun duruyor mecburen. Sokaklarda trafik var, arabalar vızır vızır... Futbol maçı maç olmaktan çıktı, o boş arsalar da yeni evlerle doldu taştı.

Kamışlı’da bizden sokaklarımızı ve kaldırımlarımızı aldıkları zamanı hatırlıyorum. Küçüktüm; bir yaz sabahı, devasa yol silindirlerinin sesleri ve zift kokusuyla uyanmıştık. Sokaklara asfalt döküyorlardı. O iş makinelerini ve üstünden duman çıkan asfaltla yolu düzleyen ekibi izlemek heyecanlıydı tabii. Ama sonra gittiler ve o yeniliğin heyecanı birkaç gün içinde geçti; asfalt kaskatı kesildiğinden, üzerine ayak izimizi de çıkaramıyorduk zaten. Futbol maçlarımız eskisi gibi değildi artık. Ayaklarımızı bastığımız yer pürüzsüz, dümdüz olmuştu; kale yapmak için taş kalmamıştı ortalıkta. Oyun sırasında düşünce insanın canı çok yanıyordu. Birkaç hafta sonra toprak kaldırımlarımızı da çaldılar. Toprağı götürmüş, yerine parlak çimento koymuşlardı. O kaldırımlarda misket oynayamadık bir daha. Misketteki ustalığımız da tartışmalı hâle geldi, çünkü çimento zeminde misket istediği yere kadar yuvarlanıyor, durmak bilmiyordu. Oysa toprak zeminde misketin ne kadar gideceğini, atış biçiminle, kendin belirlerdin. Misketi fırlatmadan önce önündeki toprağı, tümsekleri ve çukurlukları incelemek gerekirdi. İyi bir misket oyuncusundan böyle bilimsel hesaplar yapması beklenirdi yani. Ya topaç oyunu? Onun da tadı tuzu kalmamıştı. İp çözülürken topacı sert zemin üzerine nasıl bırakacağımızı en baştan öğrenmemiz gerekmişti. Topacın nasıl hareket edeceğini kestirmek zorlaşmış, oyun iyice sıkıcı hâle gelmişti.

Asfalt ve çimento, toprağa benzemez. Aradaki farkı anlayabilmek için çocuk olmak gerekir, çünkü yetişkinler çocuklar kadar tutkulu bir şekilde oyun oynamazlar. İşte o tutkuyla, misket ve topaç oyunlarımıza uygun yeni alanlar bulmak için keşfe çıkmıştık biz de. Bizim bloğun en ucundaki evlerin karşısında, “çöl” dedikleri bir açık alan vardı. İstediğimiz kadar kuru, düz toprak... Yeni oyun alanımızı bulmuştuk, çok uzakta olmadığımız için annelerimizin de içi rahat etmişti.

Duruma uyum sağlayıp çocukluk neşesini korumayı en iyi çocuklar bilir. Fotoğraftaki iki çocuğun kibritler ve maytaplarla oynadığı o noktadan hemen her hafta geçiyorum. Rögar kapakları duruyor ama oyun oynayan çocuk yok artık ortalıkta. O köşenin yanına yöresine bir sürü kafe, yeni dükkânlar açıldı, birçok aile de semtten taşındı. Değişti Balat.

İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz



Yazar Hakkında