Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos'un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı 'Lensler konuşabilseydi' başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.
Tarlabaşı artık eskisi gibi değil. İstanbul’a taşındığım yıl, insanda merak uyandıran bir yerdi. Beylikdüzü’ne, eve dönmek için otobüs durağında beklerken, türlü türlü arbedelere, kargaşalara tanık olur, mahalleye giden ya da oradan gelen bir sürü ilginç karakter görürdüm. ‘İlginç’ diyorum, çünkü Beylikdüzü’ndekilerden çok farklıydı bu insanlar – Kürtçe konuşanlar, Afrikalılar, Uzakdoğulular, hayat kadınları, trans seks işçileri, ara sokaklarda oynayan bir sürü yoksul çocuk… Bu hâliyle, Toronto’daki, Queen Street West mahallesini hatırlatmıştı bana. Dünyanın her tarafından yoksul göçmen işçiler, evsizler, ayyaşlar, tinerciler görebileceğiniz; herkesin kafasındaki ‘temiz şehir Toronto’ imgesinin çok uzağına düşen; hayatın, sert gerçeklikleri ve eşitsizlikleriyle, başka türlü aktığı bir mahalle… O bölgede çok fotoğraf çekerdim, çünkü kalbim hep kenardakilerle atmıştır. Konu, hayatı doğallığı içinde kayıt altına almak olduğunda, statüko fena hâlde sıkıcı geliyor bana.
Bir sabah evden Beyoğlu’na gittiğimde merakımı yenemeyip, Tarlabaşı’nın iç kısımlarına doğru yürümeye karar verdim. İstanbul’un bana çok yabancı olan, bambaşka bir yüzüyle tanıştım o gün. Epey fotoğraf çektim, özellikle de kapı eşiklerinde oynayan çocukları ve oturan büyükleri fotoğrafladım. O kadar kolay oldu ki… Kimse karşı çıkmıyordu, çoğunun tavrı dostaneydi. Bir süre sonra mola verip, karşıma çıkan ilk çayevine girdim. Biraz çekinerek, köşede bir yere oturdum. Çay getiren adam bana nereli olduğumu sordu. Kamışlılı bir Ermeni olduğumu öğrenince “Ben de Mardinliyim, komşuyuz” dedi. Hikâye orada başladı işte. Bir sürü adam sandalyesini masamın yanına çekip oturdu. Beni soru yağmuruna tuttular, ben de kırık dökük Türkçemle, kendime dair hemen her şeyi anlattım. En çok, âşık olduğum kadınla evlenmek için İstanbul’a taşınmış olmamdan etkilendiler. Hepsi Mardinli Kürt’tü, midyecilik yapıyorlardı – Yaşar hariç… Bu iri yapılı, yakışıklı genç, Belçika’da yaşıyordu; ailesini ziyarete gelmişti. Çok sıcakkanlı, arkadaş canlısı biriydi. Sabırlıydı da; söylediğim her şeyi diğerlerine Kürtçe olarak açıklıyordu. Sımsıcak gülümsemesi yüzünden eksik olmuyordu. Aynen fotoğrafta olduğu gibi… Bu fotoğrafı o günden birkaç hafta sonra çekmiştim. Kardeşiyle birlikte annesinin evini boyamıştı; işi yeni bitirmiş, mola vermişlerdi.
Abi-kardeşin fotoğraftan bana böyle bakmaları, beni çocukluğumun sevgi dolu, gülümseyen yüzlerine götürüyor. Küçüklüğümde, dayım Hrayr ve çok sevdiğim bir-iki başka akrabamız, traktörlerinin ya da hasat makinelerinin bozulan parçalarını tamir ettirmek için Resulayn’dan Kamışlı’ya gelirdi. Ama nedendir bilmem, hep sürpriz olurdu gelişleri, gecenin bir vakti... Çocukluğumda, derin bir uykudan yumuşak fısıltılarla uyanıp, çok sevdiğim birinin bana gülümsediğini görmüşlüğüm çoktur. Benim gibi bir çocuğun o anlarda nasıl bir sevinç duyduğunu anlatmam zor ama büyürken onları hatırlayarak, hayatın her şeye rağmen güzel olduğuna dair inancımı kaybetmediğimi söyleyebilirim. İnsan hafızasında taşıdığı ‘sevilmiş olma’ duygusu sayesinde, hayatın kutsal olduğuna inanıyor. Sıcak, sevgi dolu bir gülümseme sayesinde... Dayım Hrayr ve onunla aynı kuşaktan olan Hrant, Zaven ya da Mınco’nun orada olduğuna inanamaz, gözlerimi ovuştururdum. Bana hepsi de çok yakışıklı gelirdi; güzel yüzleri ve gülüşleriyle ışıldarlardı. Hepsi annemin uzak ya da yakın akrabasıydı. Annem onları çok sevdiği için ben de çok severdim, doğal olarak. Fısıltıları duyunca gözlerimi açardım, sonra annem o sihirli sözleri söylerdi: “Bercig, uyan oğlum, bak kimler gelmiş.” Onları, o çok sevdiğim ve çok özlediğim devleri karşımda görünce mutluluktan havalara uçardım.
Ah Yaşar, bak nerelere götürdün beni! Nihayet bir gün, Yaşar’ın Belçika’ya döndüğünü öğrendim, onu daha sonra hiç görmedim. Fakat onun güzel gülümsemesi, hayatım boyunca karşıma çıkan sevgi ve insaniyet dolu gülümsemelerden oluşan kutsal koleksiyonumda, hâlâ benimle beraber.
İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz