Mülkiye’de bölüm odasına çıktığımda sekreter “Hocam, sizi arıyorlar” dedi. Telefonda tanımadığım bir ses: “Ben İstanbullu Ermeni iş adamlarından Fırat Dink. Size teşekkür etmek istiyorum. Bizim dilimizin yasaklanması için yapılan teşebbüslere karşı çıktığınız için.” Ben o sıralarda ya Aydınlık’ta yazıyorum ya onun devamı olan 2000’e Doğru’da yazıyorum çünkü bu yayınlar o zamanlar en ilerici olanlar; bugünkü gibi değil.
Canım ciğerim Hrant’ı her yıl gibi bu sefer de iki etkinlikle andık Ankara’da geçen hafta.
Önce, Hrant Dink’i Anma İnisiyatifi olarak Ankara’nın göbeği Kızılay Sakarya’da saat 15.00’te basın açıklaması ve konuşmalarla.
Ardında da 17.30’da yine Kızılay’daki Anka-Der salonunda Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi ile 78’liler Girişimi’nin internetten de yayınlanan paneliyle. Özlem Tekin ve Erol Üçem’in ve “Ankara’nın gayriresmî gazetesi” Solfasol’den Onur Yılmaz’ın teknik yardımlarıyla.
Şükriye Ercan’ın kolaylaştırıcılığında benden başka Denis Dreisbusch, Erdal Doğan, Hovsep Hayreni, Mahmut Konuk, Pakrat Estukyan’ın da bizzat veya çevrimiçi olarak katıldıkları paneli şu videodan izleyebilirsiniz.
Kendi konuşmamı, bandın 6:25 ila 14:16 dakikalar arasından çözerek (ve gerekli yerlerde köşeli parantezle ek yaparak) bu hafta paylaşmak istiyorum.
***
Efendim, herkese selam.
Neresinden başlayayım bilmiyorum. Belki de 17 yıl önce, saat öğleden sonra 3’ten başlamak lazım.
Sömestir tatili olmuş, Bodrum’a gitmişiz, çalışma kulübemde telefon çalıyor, benim asistanlığımın ilk yıllarından öğrencimiz olan, şimdi emekli büyükelçilerden biri:
“Baskın Abi, duydun mu?”
“Neyi duydun mu Kemal?”
“Hrant’ı vurmuşlar.”
Hemen ağzımdan çıkan: “Ölmüş mü?”
“Ölmüş abi…”
Böyle öğrendik.
***
Buradan tanışmamıza gidelim. Mülkiye’de bölüm odasına çıktığımda sekreter “Hocam, sizi arıyorlar” dedi. Telefonda tanımadığım bir ses:
“Ben İstanbullu Ermeni iş adamlarından Fırat Dink. Size teşekkür etmek istiyorum. Bizim dilimizin yasaklanması için yapılan teşebbüslere karşı çıktığınız için.”
Ben o sıralarda ya Aydınlık’ta yazıyorum ya onun devamı olan 2000’e Doğru’da yazıyorum çünkü bu yayınlar o zamanlar en ilerici olanlar; bugünkü gibi değil. Orada ben üst üste iki yazı yazmışım, Ermeniceyi yasakladı Ermeni okullarında Mili Eğitim Bakanlığı, diye.
“Ona teşekkür etmek için aradım” dedi.
Ve başladı ağlamaya. Çok duygusal bir insandı.
O ağlamaya başlayınca ben de dayanamadım ben de ağlamaya başladım ama arkamı döndüm sekretere [halimi] göstermemek için… Neyse.
Dedi ki, “Eve bir yemeğe davet etmek istiyorum İstanbul’a geldiğinizde.”
Hakikaten, İstanbul’a ilk gidişimizde gittik, Rakel kuş sütünden başka her şey olan bir sofra yapmış; böylece tanıştık.
***
Ben o zamanlar, tabii daha 92, 93, 94; [Gayrimüslimler hakkında] bugün bildiklerimin yirmide birini bilmiyorum, yani hakikaten cahilim. Mesela şimdi en çok yapmak istediğim iş, 1980’lerde yazdığım Atatürk Milliyetçiliği kitabını yeniden yazmaktır çünkü o zamandan bu yana, 80’lerden bu yana öğrendiğim şeyleri katmak lazım.
[Daha sonraları bir gün Hrant’la konuşuyoruz], dedim ki, “Ulan, şurada bir avuç Ermenisiniz, birbirinizi yiyorsunuz Mesrob’la.”
Patrik Mesrob o sırada patrik, Hrant giydiriyor Patrikhane’ye Agos’ta, dedim “Birbirinizi yemeyin.”
Nereden bilecem ben, Mesrob’un patrik olması nedeniyle İstanbul Ermenilerini temsil ettiğini, Hrant’ın ise [bir Malatyalı olarak] 1915’in yaşatıldığı Anadolu Ermenilerini temsil ettiğini. Bunlardan hiç haberim yok.
***
Hrant’ın maktul olarak seçilmesinin sebebi konuşuldu [burada] bir parça.
Maalesef çok rasyonel bir seçimdi bu. Çünkü Hrant, zıtlıklar ve düşmanlıklar üzerine kurulmuş sistem açısından çok büyük tehlikeydi. Çünkü Ermeniler ile Türklerin barışmasını amaç edinmişti.
Agos onun için Türkçe çıktı. Bütün gazete Türkçe; bu, Ermenilerle Türkler arasındaki köprüyü kurmak istemek anlamını taşıyordu.
İlk önce iki sayfadan başlayan sonra dört sayfaya çıkan bir Ermenice ek vardı, bu da “Entegre olacağız, ama asimile olmayacağız” anlamına geliyordu.
Ve ben kendimle iftihar ediyorum, Agos’ta 2000 yılından beri yazdığım için, hiçbir hafta aksatmadan.
***
Dediğim gibi, o zamanlar 2000’e Doğru’da yazıyordum galiba, Hrant [o yemekte] dedi ki, “Ben şey kuracam, bir gazete kuracam, Türkçe olacak, hatta bir de radyo kurma emelim var, yazar mısın orada?”
Dedim ki, “Yahu, yazarım, senin için yazmaktan da öte başka bir şey de yapmak isterim ama, adamlar basıyorlar her yazdığımı!”
O zamanlar değişmeye başlamıştı bu yayın organları, bugünkü şeyine kadar gelmemiş ama yavaş yavaş değişmeye başlamıştı, “Her yazdığımı basıyorlar, ben şimdi ne diyeyim de ayrılayım, bi tür nankörlük gibi geliyor.”
“Peki” [dedi Hrant].
Sonunda, basını bilenler bilir, reklam girdi, senin yazını koyamadık reklam girdi derler, böyle şeyler söylerler, ben dedim, o zaman hiç çirkinleşmeyelim, burada dost olarak ayrılalım.
Hrant’ı aradım, “Beni hâlâ istiyor musun?” dedim.
Cevap: “Üçüncü sayfanın sağ üst köşesini sana ayırdım” dedi. Hiç unutmuyorum.
O günden bugüne, yazmaktan iftihar duyuyorum Agos’a.
Efendim, [başka] konuşmacılar var, ben bu kadar şey yapayım, yerime oturayım, hepinizi saygılarla selamlıyorum.