Hrant Ahparig, âdetim olduğu üzere bu yılın mektubunu yazmak için klavye başına oturdum. Yine pek iyi haberlerim yok.
Davaya en son geleceğim. Önce genel manzaraya bakalım. Yine haktan hukuktan bahsedemediğimiz işler oluyor. Gezi tutukluları, gazeteciler, sivil toplum çalışanları, Kürt siyasetçiler yine hapiste. Bu yıl artık iyice tuhaf bir iş oldu. Gezi tutuklularından Can Atalay, TİP listesinden milletvekili seçildi. Tahliye edilmesi gerekirdi. Edilmedi. Atalay da Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. AYM Atalay’ı haklı buldu, “Hak ihlali vardır” dedi ve kararı yerel mahkemeye gönderdi. Ne beklersin? Atalay’ın tahliye edilmesini, değil mi? Hayır, öyle olmadı. Yerel mahkeme, AYM kararını, Atalay’ın mahkûmiyetini onayan Yargıtay’a göndermek gibi tuhaf bir iş yaptı. İş bununla da kalmadı; Yargıtay hem karara uymadı, hem de Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu.
Adil bir dünyadan yana olanlar, bunu ‘yargı darbesi’ olarak değerlendirdi. Çünkü bilindiği gibi Anayasa Mahkemesi’nin kararları kesindir ve mahkemeler bu kararlara uymak zorundadır. Böyle olmadığında, bu pekâlâ bir yargı darbesi sayılabilir. Ancak hükümete bakarsan, bu bir yargı ‘krizi’, ve bu krizi çözmek lazım. Hükümet ve ortağı bu meselede elbette Yargıtay’dan yana, AYM’ye karşı. Niye? Çünkü Anayasa Mahkemesi, Gezi Davası’nda hükümetin kurguladığı senaryoyu bozdu.
İnsan ister istemez şunu düşünüyor: Bu Yargıtay, senin haksız mahkûmiyetini de onaylayan Yargıtay. Ama şimdi iş geldi, dolaştı, en makbul kurum Yargıtay oldu.
Karabağ’da 100 bin insan yerinden edildi. Azerbaycan geçen yıl Eylül ayında Karabağ’a yönelik bir saldırı başlattı. Öncesinde zaten Karabağ Ermenileri Azerbaycan tarafından aylar süren bir abluka altına alınmış, büyük bir insani kriz baş göstermiş, Ermenistan ile Karabağlı Ermenilerin irtibatı kesilmişti. Karabağ güçleri saldırının başlamasından iki gün sonra Azerbaycan’ın şartlarını kabul etmek zorunda kaldı. Ve sonrasında bir hafta içinde 100 bin Karabağlı Ermeni, Ermenistan’a sığınmakta buldu çareyi. Şimdi bir bilinmezlik içinde, hayatlarına devam etmeye çalışıyorlar. Sonuçta Karabağlı Ermeniler tarihsel topraklarından koparılmış oldu. Birinci Karabağ Savaşı sonrasında hem Ermeniler hem Azeriler, ama ağırlıklı olarak Azeriler de benzer bir süreç yaşamıştı. Ancak tahmin edebileceğin gibi Türkiye’de konuya bütünlüklü, insani açıdan bakan kimse yok; genel kanaat yine Ermenistan’a düşmanca bakmak yönünde. Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ticari ilişkiler ise bütün hızıyla devam ediyor. Öyle ki, Azerbaycan, doğalgaz ve petrol rezervleri gibi avantajlarıyla neredeyse ‘büyük ağabey’ durumuna geldi. Eskiden Türkiye büyük ağabey gibi davranırdı, hatırlarsın.
Cinayet davasına gelirsek... Tetikçi Ogün Samast geçen yıl Kasım ayında, yani cinayetten 16 yıl 10 ay sonra tahliye edildi. Büyük tepki yarattı bu tahliye, vicdanlar bir kez daha kanadı. Beri yandan, beklenen bir gelişmeydi bu, çünkü Samast cinayeti işlediğinde 17 yaşındaydı, cezası da bu kadardı. Ancak ortaya çıktı ki aslında geçmişte ‘örgüt üyeliği’nden ek ceza alması gerekiyormuş ama öyle bir üyelik tarifi ihdas etmişler ki, o da zaman aşımına girmiş. Tepkiler üzerine, tahliye sonrasında Samast hakkında yeni bir dava açıldı, “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” gerekçesiyle. Ancak Anayasa Mahkemesi bu ceza maddesini, başka başvurular üzerine, “muğlak” olduğu gerekçesiyle iptal etti. Bakalım ne olacak…
Zaten mesele Samast’ın birkaç yıl eksik ya da fazla yatması değildi. Mesele, cinayetin arkasındaki karanlık yapının ortaya çıkmasıydı. Bu ne yazık ki olmadı, cinayetin üzerinden 17 yıl geçmiş olmasına rağmen. Avukatlar, hak savunucuları ısrarla bu davanın peşini bırakmıyorlar, biz de bırakmıyoruz elbette. Hrant’ın Arkadaşları diyor ya hani, “Biz bitti demeden bu dava bitmez.” Adalet talep edenler için, yüzleşme talep edenler için bu dava bitmedi.
Dünya yine iyi bir yer değil velhasıl. Yıl biterken bir de İsrail-Hamas Savaşı patlak verdi. İsrail’in Hamas saldırısına verdiği orantısız ve çok ağır yanıt, binlerce Filistinlinin canına mal oldu. Ancak İsrail hiç duracak gibi değil.
Geçen gün metroda yolculuk ederken bir grup genç kendi aralarında şakalaşıyordu. Birden başlarına yaşlıca bir adam dikilip gençlere söylev vermeye başladı. Ben ne olacak acaba diye bakarken, adam şöyle bir şey söyleyiverdi: “Gençler, unutmayın, matematikte ne kadar negatif sayı varsa o kadar da pozitif sayı vardır.”
Bu günlerde bu cümleye tutunuyorum.