Müslüman olmaları hasebiyle “Millet-i Hâkime”ye mensup olan Kürtlerin, Gayrimüslimlere yani “Millet-i Mahkume”ye Lozan’da tanınan azınlık haklarını istemeleri mümkün değildi; bu kendi kendilerini vahim bir tenzil-i rütbeye uğratmak olurdu. Kaldı ki, Kürtler azınlık hakkı isteselerdi ne fark edecekti? Türkiye Lozan Kesim III’le Gayrimüslimlere verdiği azınlık haklarının hiçbirine riayet etmedi. Kaldı ki bu Kesim III’te Kürtler için dil hakları vardır, ama uygulanmamıştır.
Rezil İsrail rejiminin hastaneyi bile bombalamasından sonra bu konuda söylenecek şey kalmadı. Diğer yandan, Suriye ve Irak tezkereleri konusunda “Biz kendi ülkemizde yabancı asker postalı istemiyoruz” diyen Kılıçdaroğlu’na da sormak lazım: Bi sor bakalım, Suriye ve Irak istiyor mu.
Başka şeyden bahsedelim bu hafta.
Basından okudum , Marksizm Okulunun Diyarbakır’da düzenlediği Marksizm Günlerinde Kürtlerin neden devletleşemediği de tartışıldı.
Türkiye’nin önde gelen entelektüellerinden Erdoğan Aydın, aslında Kürtlerin devlet kurabilmek için ciddi iç ve dış koşullar yakaladıklarını ama bunları değerlendiremediklerini söyledi. Bunun sebebi olarak Türk etkisini, Müslümanlaşma sürecini ve Kürt beyleri arasındaki rekabeti vurgulayan E. Aydın, Lozan meselesine de temas etti:
“(…) O kadar ki Lozan görüşmelerine giden heyete ısrarla katılma talebinde bulunmadıkları gibi, Lozan'da Kürtlüğün hiçbir yazılı zapta geçmemesi için olağanüstü bir çaba sergileyen Türk delegasyon ve temsilcilerinin milli mücadele Ankara meclisine yansıyan söylemini de problem yapmamışlardı. ‘Lozan'a biz azınlık hakkı istemiyoruz. Biz Türk kardeşlerimizle birlikteyiz. Biz bu meclis Kürtlerin, Türklerin olduğu kadar Kürtlerin meclisidir’ diyen bir yerde durarak aslında adeta kendi iplerinin çekilmesine yardımcı olan bir duruş sergilemiştir (…)”
Bu tespitler isabetli. Ama bu “Lozan’da azınlık hakları iste(me)mek” meselesi üzerine çok başka şeyler daha söylemek mümkün ve gerekli. Mümkün olduğu kadar özetle:
***
1) Müslüman olmaları hasebiyle “Millet-i Hâkime”ye mensup olan Kürtlerin, Gayrimüslimlere yani “Millet-i Mahkume”ye Lozan’da tanınan azınlık haklarını istemeleri mümkün değildi; bu kendi kendilerini vahim bir tenzil-i rütbeye uğratmak olurdu. 1454-1839 arası hukuken uygulanan, ama fiilen bakarsanız şu anda da Türkiye’de Müslüman beyninin “işletim sistemi”ni oluşturmayı olanca hızıyla sürdüren Millet Sistemi nedeniyle.
Ayrıntılara girmek istemiyorum ama, “azınlık” kavramının uluslararası ilişkilerde 5 öğesi var: a) Çoğunluktan (soy, dil, din, vs. açılardan) farklı olmak; b) Genel nüfusa oranla daha az sayıda olmak; c) Başat olmamak; ç) Yurttaş olmak; d) Farklı olmayı kimliğinin vazgeçilmez koşulu saymak. Kürtler bunların beşine de aynen sahip. Ama isterseniz, azınlık deyince Gayrimüslimlerin anlaşıldığı Türkiye’de Kürtlere bugün bile “siz azınlıksınız” deyin, bakın ne tepki alıyorsunuz.
Kaldı ki, Kürtler azınlık hakkı isteselerdi ne fark edecekti? Türkiye Lozan Kesim III’le Gayrimüslimlere verdiği azınlık haklarının hiçbirine riayet etmedi, o da başka (bkz. Ali Dayıoğlu’yla yeni çıkardığımız Lozan İhlalleri - Türkiye ile Yunanistan, Azınlıklar ve Ege kitabı).
Kaldı ki bu Kesim III’te Kürtler için dil hakları vardır, ama uygulanmamıştır. “Azınlıkların Korunması” başlığını taşımakla birlikte, bu Kesim bir insan hakları koruma metnidir. Çünkü “azınlık” olarak kabul ettiği Gayrimüslimler dışındaki yurttaşlara ve hatta “Türkiye’de oturan herkes”e (Md. 38/1/2 ve Md. 39/2) derece derece (ama Md. 37 gereği hiçbiri hiçbir biçimde geri alınamayacak) haklar getirmiştir. Bunların içinde Kürtleri ilgilendiren haklar şöyledir:
a) Türkçeden başka bir dil konuşan Türk yurttaşlarına tanınmış haklar (Md. 39/5). Bunun bir gereği olarak Kürtler “mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanma” hakkına sahiptirler. Ama devlet bu hakka riayet etmemiştir ve etmemektedir.
b) Tüm Türk yurttaşlarına tanınmış haklar (Md. 39/4). Bunun bir gereği olarak Kürtler “her türlü ilişkilerinde, din, basın veya her çeşit yayın konularına ve açık toplantılarında diledikleri bir dili kullanma” hakkına sahiptirler. Ama devlet bu hakka riayet etmemiştir ve etmemektedir.
2) Sevr’in VI. Bölümünde kurulacağı açıklanan “Büyük Ermenistan” Kürtlerin tüylerini diken diken etmişti. O dönemde en önemli şey, bu projeyi önlemekti. Artvin’den batıda Giresun’a uzanan, oradan güneye inerek Erzincan, Erzurum, Muş ve Van’ı içine alan bu planı Lozan ortadan kaldırdı.
Gerçi Lozan, Sevr Md. 62-64’te sözü geçen Kürdistan kavramını da ortadan kaldırdı ama bu maddeler Büyük Ermenistan gibi değildi; tam bir “yaz gelecek yonca bitecek” maddeleriydi (bkz. bizim TDP Cilt I, s. 130). Kaldı ki, bütün bu düzenlemeleri yapan (ve o dönemde bugünkü ABD’den çok daha güçlü olan) İngiltere artık Kürtlerle ilgilenmiyordu çünkü Musul petrolünü (resmen el koyduğu Haziran 1926’dan yıllar önce, en azından Lozan’da) fiilen garantiye almış olmaktan fazlasıyla mutluydu. Hatta Kürtlere, Afrika kabilelerine bahşettiği bir statü olan “sömürge devlet” statüsünü bile vermedi .
Yine hiç ayrıntıya girmeden: M. Kemal Paşa’nın (zaten alabilmesine zerre kadar imkan bulunmayan) Musul’u İngiltere’ye bırakmasının bir sebebi de, Musul Kürtlerinin Türkiye Kürtlerinden daha fazla Kürtlük bilinci sahibi bulunması olsa gerektir.
Ayrıca, İzmir eski tebaa ve “gavur” Yunanlılar tarafından Mayıs 1919’da işgal edilmişti.
3) Feodal bir ortamda yaşayan Kürtler, en başta sözü geçtiği gibi, dramatik bir parçalanmışlık içindeydiler.
4) Çok önemli olarak, M. Kemal Paşa çeşitli tarih ve yerlerde Kürtlere özerklik vaatlerinde bulunmuştu. Tarih sırasına göre ve yine çok özetle:
a) 1919 ortaları: “Kürt kardeşlerimin hürriyeti ve refah ve ilerlemesinin vasıtalarını sağlamak için sahip olmaları gereken her türlü hak ve imtiyazların verilmesine tamamen taraftarım” ;
b) Ekim 2019 Erzurum ve Sivas kongreleri: “[Doğu illerinde] yaşayan bütün İslami unsurlar sosyal ve kanunî haklarıyla çevre[lerinin] şartlarına bütünüyle saygılı öz kardeştirler” ;
c) Ekim 1919, İstanbul Hükümeti ile Heyet-i Temsiliye arasındaki Amasya Mülakatı: “Kürtlerin gelişme serbestliğini sağlayacak şekilde ırk hukuku ve sosyal haklar bakımından daha iyi duruma getirilmelerine izin verilmesine ve Kürtlerin bağımsızlığını gerçekleştirme amacını güder görünmek suretiyle yabancıların ortalığı karıştırmasına engel olmak için bu hususun şimdiden Kürtlerce bilinmesi uygun görüldü" ;
ç) Ocak 1920 Misak-ı Milli Md. 1’de milli topraklar kavramının tanımı: “… dinen, ırken ve emelen birbirine bağlı, karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen, birbirlerinin ırksal ve toplumsal hakları ile bölgesel koşullarına tamamen saygılı Osmanlı-İslam çoğunluğunun oturduğu yerler” ;
d) Temmuz 1920 tarihli TBMM tutanağı: “Milli hudutlar içinde yaşayan çeşitli İslami unsurlar birbirlerine karşı ırksal, bölgesel, ahlakî bütün haklarına saygılı özkardeşlerdir. Dolayısıyla onların arzularına aykırı bir şey yapmayı biz de arzu etmeyiz” . Mart 1922 tarihli TBMM tutanağı: “Türkiye halkı… gelecek ve menfaatleri ortak olan bir toplumdur. Bu toplulukta ırkî haklara, toplumsal haklara ve bölge şartlarına saygı, iç siyasetimizin esas noktalarındandır” ; Temmuz 1922 TBMM gizli oturum tutanağı: “1) Tedrici olarak bütün memlekette mahalli idareler kurulması iç siyasetimizin gereklerindendir. Kürtlerin oturduğu bölgelerde ise hem iç hem dış siyasetimiz açısından tedricen yerel bir yönetim kurulmasını gerekli bulmaktayız. 2) Milletlerin kendi mukadderatlarını bizzat idare etmeleri hakkı bütün dünyada kabul olunmuş bir prensiptir. Biz de bu prensibi kabul etmişizdir” ;
e) Ocak 1921 Anayasası Md. 11: “Vilayet… özerktir… Vakıflar, Medreseler, Eğitim, Sağlık, İktisat, Ziraat, Bayındırlık ve Sosyal Yardım işlerinin tanzim ve idaresi (ilgili vilayet halkınca seçilecek) vilayet şuralarının yetkisi dahilindedir” ;
f) Ocak 1923 İzmit Basın Toplantısı: “Bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde hangi livanın halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken, onları da [Kürtleri] beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait sorun yaratmaları daima mümkündür (Mustafa Kemal, Eskişehir-İzmit Konuşmaları (1923), İstanbul, Kaynak Yayınları, 1993, s. 105).