Doğrusu, gözükara tutarsızlık olursa anca bu kadar olur. Hukuk devletinin belkemiğini oluşturan AYM ve AİHM kararlarına zerre aldırış etmeyen bu Rejim anayasa yapacak öyle mi? Bugün söylediği dün söylediğini tutmayan CB mı yaptıracak? İçte ve dışta sayısız örnek varken.
CB Erdoğan ve şürekası yeni anayasa yapacağız diye çok ısrarcı. Gerekçesi: “Mevcut anayasa 12 Eylül darbecilerinin anayasasıdır.” Evet, 12 Eylülcüler yaptı ama hemen 2 şeyi hatırlatmak lazım kendilerine.
1) “82 Anayasasının 3’te 2’si yok oldu.” Ben söylemiyorum CB başdanışmanı M. Akış söylüyor . AKP 22 yılda 12 kez anayasada değişiklik yaptı ve 134 hükmü değiştirdi . İlki hükümet kurduktan 1,5 ay sonra başlayan uzun anayasa koşusunda şu anda 13. etaba hazırlanıyor .
2) Daha önemlisi: Darbe gibi baskı dönemlerinde anayasa gibi temel kurallar getirilemez. 12 Eylül askerî darbe idiyse, AKP+MHP’nin yaptığı bir dinci darbe. Hangisi cumhuriyetin temel niteliklerini daha sarstı-sarsıyor, hangisi hangisinden berbat, bilen bilir ve özellikle de içeri atılanlar bilir.
CB ve şürekası niçin bunca zamandır bu kadar bastırıyor? En az 3 sebepten:
1) Başta ekonomik durum olmak üzere gündem konularını boğuntuya getirmek. 2) Muhalefet bu hususu görür de karşı çıkarsa, mahalle maçlarındaki gibi “Kaçırdık! Kaçırdık!” diye tezahürat yapabilmek; 3) Esas sebep: Denk getirirse yani başta CHP olmak üzere muhalefeti görüşmelere zorlayabilirse, TBMM’deki çoğunluğu sayesinde Tek Adam Rejimine demir attırmak.
***
Doğrusu, gözükara tutarsızlık olursa anca bu kadar olur. Hukuk devletinin belkemiğini oluşturan AYM ve AİHM kararlarına zerre aldırış etmeyen bu Rejim anayasa yapacak öyle mi? Bugün söylediği dün söylediğini tutmayan CB mı yaptıracak? İçte ve dışta sayısız örnek varken:
1) İçte, bin tane “U dönüşü” var ama, sonuncusu yani mülakat konusu yeter de artar. Çünkü Erdoğan 12.04.2023’teki AKP Seçim Beyannamesi ve Milletvekili Aday Tanıtım Toplantısında (gençlere cep telefonu vergi muafiyeti vs. vaatlerinin yanı sıra) açıkça söz vermişti: “Kamuya işe alımları, görevin getirdiği zorunluluklar dışında mülakatı kaldırarak gençlerimizin sınavlardaki başarı sıralamasına göre yapacağım.” Bundan önceki Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer de, aynı seçimden iki gün önce tekrarladı: “Mülakat olmayacak artık. KPSS puanı ile hızlıca atamalarını gerçekleştireceğiz. Tek kriter KPSS puanı olacak” .
Oysa seçimden sonraki bakan Yusuf Tekin sadece 5 ay sonra (16.09.2023’te) açıklıyor: “KPSS %50, mülakat %50” . Ve işin ilginci, devam ediyor: “Mülakatlarda ideolojik kayırma asla olmayacak”.
Valla helal olsun. ÇEDES projesiyle MEB okullarına “manevi danışman” adı altında imam, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve Kur’an kursu hocaları görevlendirilmesi için Diyanet’le protokol yapmış bir MEB, yani temel felsefesini dindar (ve kindar?) gençlik yetiştirmeye adamış bir AKP, bu gençliği yetiştirecek öğretmenlerin mülakatlarında ideolojik kayırma yapmayacaksa, helal olsun.
2) Dışta bin tane “U dönüşü” örneği var ama sonuncusu yeter de artar: CB Erdoğan “Gerekirse AB ile yolları ayırabiliriz” diye ilan ettiğinden sadece 2 gün sonra (18 Eylül) şöyle dedi: “Türkiye-AB ilişkilerinin canlanması için fırsat penceresi gözlüyoruz”.
Böyle bir devleti hangi ciddi devlet ciddiye alır? Türkiye’nin bütün dış politikasını üzerine yüklediği jeopolitik kavramını böylesine harcamak, yarın öbür gün “Sıra NATO’ya da gelir mi?” diye sordurmak milliyetçilik mi oluyor?
***
Şimdi, burada çok ciddi bir tehlike var: Son olarak Tanrıkulu rezaletini yaratan tutarsız CHP eğer kaçıyor derler korkusuyla “önerinizi getirin görelim” derse, işin başından işin şeyini çıkartmış olur. Çünkü olaya bir kere soyunursa, CB Erdoğan ve TBMM’deki çoğunluğu karşısında topu taca atması mümkün değildir.
Kaldı ki AKP+MHP, şu sırada pek kimselerin uyanmadığı anlaşılan bir cinlik peşinde: Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ’dan başlayarak tüm ülkede idari sınırları değiştiriyor . Seçim bölgelerini de kendi oy yoğunluğuna göre doktorlayacak. Amerikalılar bunun adını da koymuşlardır: gerrymandering; bu doktorlamayı kullanmasıyla ünlü Massachusetts valisi E. Gerry’nin adından mülhem .
***
Peki CHP, eğer birbirini yemekten vakit bulabilirse, bu yeni üçkâadı da yemekten nasıl kurtulabilir “kaçıyor” dedirtmeden? Gayet basit: “Olmazsa olmaz” diyerek 2 önkoşul ileri sürerek:
1) 2017’de yapılan bir değişiklikle Tek Adam Rejimi’ni getirerek ülkeyi 1 kişinin 2 dudağı arasına koyan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin iptali ve parlamenter sisteme dönüş önkoşulu;
2) Yine 2017’de getirilerek Yargı’yı rehin alan ve özellikle “sulh hukuk hakimlikleri”nin canının istediğini tutuklamasını veya tahliye etmesini kullanmak suretiyle hukuk devletini bitiren HSK değişikliğinin iptali ve yargının bağımsızlığına dönüş önkoşulu.
Birinci önkoşulu ayrıca izaha gerek yok ama, ikincisini iki kelimeyle özetleyerek hatırlatmak gerekirse:
1961’de bir Yüksek Hâkimler Kurulu ve bir de Yüksek Savcılar Kurulu getirilmişti. 12 Mart ve 12 Eylül askerî darbeleri, bu kurulların başına adalet bakanının gelmesini öngörerek sistemi sakatladı. Gerisini, dinci darbe sürdürdü. Şöyle ki:
1961’den beri ilk kez olarak Yargı mensuplarının aday göstermeleri engellendi. HSYK’nın ismindeki “Yüksek” çıkarıldı. 16 Nisan 2017’den önce Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) diye anılan HSK’nin üye sayısı bu değişiklikle (Md. 159) 22 asıl üyeden 13’e düşürüldü, 2 yedek üyelik kaldırıldı, bu 13 üyeden altısını (4 üye + adalet bakanı + onun müsteşarı) cumhurbaşkanı doğrudan, geri kalan 7 üyeyi TBMM seçmeye başladı .
7 üyeyi “TBMM’nin seçmesi”, tabii ki yine doğrudan cumhurbaşkanının seçmesi demekti çünkü aynı 2017 değişikliğiyle cumhurbaşkanının partili olması mümkün kılınmıştı ve partisi (AKP) TBMM’deki çoğunluğa hâkimdi. Böyle bir durumda tüm HSK üyelerinin seçimi cumhurbaşkanına emanet edilmiş oluyordu. Cumhurbaşkanlığı yemininde “tarafsız” olacağına ant içen cumhurbaşkanına.
***
Bu kadarıyla bırakalım bu cingöz düzenlemeyi. Tek Adam Rejiminin HSK’yi nasıl kullandığını göstermek için, Erdoğan’ın bugünlerde BM toplantısına katılmak için gittiği NY’ta kendisiyle röportaj yapan kadın gazeteciyi tutuklu siyasetçi, gazeteci ve Osman Kavala'yı sorduğu için nasıl azarladığına bakalım:
"Sizi bu niye bu kadar ilgilendiriyor? Türkiye bir hukuk devletidir. Hukuk devletinde bu tür kararları yargı verir. Eğer yargı bu yönde bir karar vermişse, o zaman yargının verdiği bu karara saygı duyalım. Ben yargı adına konuşacak durumda değilim. Bahsettiğiniz bu kişi [Kavala] protestoların finansörüydü. (…) S. Demirtaş bir terörist; 200'den fazla kişinin ölümüne yol açtı. Bu nedenle yargı bir karar verdi."
Gazeteci kadın yeni bir soru sormak istiyor. Sinirlenen Erdoğan şöyle bitiriyor: "Sözümü kesmeye hakkın yok. Saygı duyacaksın, yargının verdiği karara saygı duyacaksın. Amerikan yargısı yargı da, Türkiye'nin yargısı yargı değil mi? Türkiye'nin yargısına da saygı duymaya mecbursunuz" .
Bu kadar basit.
Daha da basitini istiyorsanız, AİHM’deki eski Türkiye yargıcı Dr. Rıza Türmen’den verelim: “Otokratik bir lider neden yeni bir anayasa yapmak istesin? Herhalde yetkilerinden vazgeçerek demokratik bir rejim kurmak için değil” .
***
Not: Umutsuzluğa kapılmayalım. Çünkü Türkiye’nin görüp gördüğü tek demokratik anayasa olan 61 Anayasası’nı tek bir şeye borçluyuz: Bayar-Menderes’in DP’sinin 1958’den sonra ekonomiyi mahvetmesine ve yaptığı vahşi anayasa ihlallerine.