Militaristler, ulusalcılar, Yargı, milliyetçiler, İslamcılar ve benzerleri tarafından linç edilme korkusuyla, doğru mu yanlış mı söylediğine bakmadan, CHP kendi milletvekilini linç ediyor.
CHP Sözcüsü F. Öztrak: “Tanrıkulu’nun, milletimizin gözbebeği Türk Silahlı Kuvvetleri’ni töhmet altında bırakan ifadeleri kabul edilemez. Bu konu yetkili organlarımızda görüşülecektir” . Hemen ardından da Gn. Bşk. Kılıçdaroğlu: “Konuyla ilgili açıklamayı parti sözcümüz yaptı. TSK bizim gözbebeğimizdir” .
Militaristler, ulusalcılar, Yargı, milliyetçiler, İslamcılar ve benzerleri tarafından linç edilme korkusuyla, doğru mu yanlış mı söylediğine bakmadan, CHP kendi milletvekilini linç ediyor.
Tanrıkulu’nun söylediklerinin gerçeklerle ilgisi olup olmadığını aşağıda ayrıntısıyla ele alacağım. Ama şimdilik büyük soru şu:
Dokunulmazlık işi TBMM’ye gelince bu parti ne yapacak? Reddetse, tutarsızlığı boğazını aşacak. Kabul etse, "Bu şahıs, dünyanın en şerefli, en mert ordusuna dil uzatmanın cezasını hukuk önünde alacaktır" diyen CB Erdoğan ve maiyetiyle aynı yere düşecek.
Belki, ne deve ne kuş politikasını umutsuzca devam ettirmek suretiyle kurtulmaya çalışır: Milletvekilimizin söylediklerini kınıyoruz ama onun bunları söyleme özgürlüğü vardır, gibilerden.
Oysa hatırlıyorum, benim kuşağım hatırlıyordur, bir asker olan İsmet İnönü zamanında CHP askerî darbelere daha mesafeli durmaya gayret ederek idamları önlemeye çalışmak gibi girişimler yaptı. Belki de en önemlisi, 1950 seçimleri ortamında Menderes’in DP’sini engellemek için fena hareketlenen TSK’yi bizzat İnönü’nün engellemesidir, daha az bilinir.
***
S. Tanrıkulu’nun sözlerini incelemeye geçmeden hemen önce, Savcılık açıklaması: “TCK Md. 301’de düzenlenmiş olan 'Türk Milletini, T.C. Devletini, Devletin Kurum ve Organlarını Aşağılama' ve 'TCK Md. 216’da düzenlenmiş olan 'Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama' suçlarından soruşturma başlatılmıştır" . Ardından, Milli Savunma Bakanlığı da bu sözleri “terör örgütünün farklı konulardaki alçakça yalanlarını sahiplenen bir iftira” olarak niteliyor .
Şimdi bakalım Tanrıkulu ne dedi ve ne kadar doğru dedi. "TSK'nın yaptığı her şey eleştiriden azade değil. Biz milletvekiliyiz, bunları sorgularız. TSK değil mi…” diyerek başlıyor; numaralandırarak değineceğim ve gerçeklerle karşılaştırmak suretiyle tahlile girişeceğim:
***
1) “12 Eylül’de darbe yapan?” Doğru. Daha önce de 27 Mayıs 1960’ta ve 12 Mart 1971’de. Hatta İsmet İnönü karşı çıkmasa 1950 sularında da yapacaktı.
2) “Bu Türk Silahlı Kuvvetleri değil mi 12 Eylül'de faşist darbeyi yapan? Bu ordu değil mi 15 Temmuz'da darbe girişimi yapan, köyleri yakan... Onlarca faili meçhul cinayet. Benim takip ettiğim davalar var. 15 köylüyü helikopterden atan TSK değil mi, AİHM kararıyla sabit hale gelen...”
Sırayla gidelim.
a) 12 Eylül meselesi doğru; darbe açıkça faşistti. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi doğru. Faili meçhul cinayetler de benim burada haber linki vermemi gerektirmeyecek kadar fazla sayıda; yani doğru.
b) Helikopter meselesinde açığa çıkmış 2 ayrı olay var. Birincisi helikopterle götürülüp geri dönmeyenler, ikincisi helikopterden aşağı atılanlar.
Tanrıkulu’nun burada sözünü ettiği 15 kişi birinci kategoriden yani götürülenler’den. Yalnız, yanlış hatırlıyor, resmî belgelerdeki sayı 15 değil, 11 kişi (bilemiyorum, 15 köylülük bir öldürme daha vardır belki).
Diyarbakır Kulp mezralarından Ekim 1993’te helikopterle götürülen bu 11 kişiden bir daha haber çıkmıyor. 05.11.2004’te aynı yerde 11 kişilik bir toplu mezar çıkıyor.
Olay fazlasıyla ayrıntılı, aşağıda vereceğim linkten bakabilirsiniz, bunların yakınlarının açtığı (ve sivilden askerî mahkemeye taşınan) davanın son duruşmasında (19.09.2018), E. Tuğg. Yavuz Ertürk hakkındaki “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçuna bağlı kamu davasının zamanaşımından düşmesine; Ertürk’ün 11 kişiyi taammüden öldürmeye azmettirmek ve halkı isyana teşvik suçlarından da ayrı ayrı beraatına karar veriliyor .
Bu durumda 11 kişinin yakınları AİHM’ye gidiyorlar. Tanrıkulu’nun bahsettiği AİHM kararı, “Bu 11 kişinin kaybolmasından Hükümet sorumludur” diyor. Davanın İngilizce adı: “Case of Akdeniz and Others v. Turkey.” Başvuru no. 23954/94. Karar tarihi: 31.05.2001. Türkiye ciddi miktarda tazminata çarptırılıyor.
Daha da ayrıntı isterseniz, söz konusu toplu mezar konusunda bir de TBMM Raporu var. Öldürülenlerin PKK’lı olmadığını, mezarın aynı yerde olmasının iddiaları doğruladığını, olayın Tuğg. Ertürk komutasındaki Bolu Komando Dağ Taburunun operasyonu sonucu gerçekleştiğini söylüyor.
İkinci kategori helikopter olayına gelelim, yani helikopterden aşağı atılmaya. 11.09.2020'de Van Çatak’ta S. Turgut ve O. Şiban adlı iki köylü gözaltına alınıyor. Kendilerinden iki gün haber yok, sonra yoğun bakımda oldukları öğreniliyor. Bunların yere inmekte olan helikopterden atıldıklarına ilişkin ilk haberi veren Mezopotamya Ajansı, başlarına gelenlere olaydan 30 ay sonra ulaşıyor. S. Turgut hastanede ölüyor .
O. Şiban (ki örgüt üyeliğinden 7,5 yıla mahkum edilecek) o dönem bağımsız milletvekili olan Ahmet Şık'a olayları şöyle anlatıyor: "Önce cenazeleri [PKK’lı ölüleri] attılar. Helikopterin kapısının ağzından biz de arkamızdan aşağıya itildik. Servet'le betonun üzerine düştük”. .
Eylül 2023 itibarıyla bu olay hakkında açılmış dava yok. Dosyadaki gizlilik kararı 3 yıldır sürüyor ve bu arada 3 savcı değişiyor. Avukatları AYM’ye başvuracaklarını söylüyor .
c) Köylerin yakılması: Bu eskiden beri çok bilinen bir olay; yer sıkıntısından sadece bikaç linki tarihleriyle birlikte verip geçeyim: 06.10.1994 . 10.11.2013 . 08.12.2017 . 11.12.2021 .
d) Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin Mart 1994’te havadan bombalama sonucu 33 köylünün öldürülmesi. Bu “iddia” da doğru olsa gerek çünkü AİHM kararı var. Türkçe adı: “Benzer ve Diğerleri / Türkiye”. Başvuru no. 23502/06. Karar tarihi: 12.11.2013. Burada da AİHM gerekli soruşturmanın yapılmadığını (AİHS Md. 38) söyleyerek Türkiye’yi yüklü bir tazminata çarptırıyor.
Dahası, bu AİHM kararına rağmen olayla ilgili hâlâ etkili soruşturma yürütülmediği için, öldürülenlerin yakınları AYM’ye başvuruyor, Mahkeme de çoğu hakkında “yaşam hakkı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal” edildiğine karar veriyor. Kararın adı: “Abdülaziz Bengi ve Diğerleri Başvurusu”, başvuru no. 2014/14048, başvuru tarihi: 20.08.2014, karar tarihi: 10.06.2020.
Yani Tanrıkulu’nun söyledikleri bu konuda da doğru. Yalnız, burada da sayıyı 33 diye yanlış hatırlıyor, oysa AİHM kararına göre Koçağılı bombalamasında 13, Kuşkonar’da 25 köylü ölüyor; toplam 38.
Üstelik, “hava saldırısı” derken, mesela bir de Siirt’te 2020’de yapılan hava saldırısında 5 arkadaşıyla birlikte ölen HPG’li Yılmaz Uzun’un kemiklerinin 3 yıl sonra bu yıl 1 Eylül Barış Günü’nde ailesine bir kutu içinde teslim edilmesi olayı var ; bu olayı zikretmiyor Tanrıkulu.
***
Netice-i kelam: Bir “iddia”da ölenlerin 4 fazla, bir diğerinde 5 az gösterilmesi dışında Tanrıkulu’nun söyledikleri tamamen doğru.
Bütün bu olaylar 1925’ten beri süregelenlerin birer devamı ama, günümüz açısından buradaki önemli husus, CHP’nin “gözümüzün bebeği” olayı. “Helalleşme” adına Ağustos 2022’de Uludere/Roboski’ye gidip, Kılıçdaroğlu’nun ağzından “34 evladımızı kaybettik. Bunların 18'i 18 yaşından küçüktü. Eğer ülkeye adalet gelecekse bu olayın aydınlatılması lazım. Helalleşme ancak ondan sonra olabilir” demiş bir CHP’den bahsediyorsak eğer.
Evet ya. 28 Aralık 2011’de Uludere/Roboski olayı var daha. . 34 mazot ve sigara kaçakçısı, çoğu çocuk, saat 21:37 ile 22:24 arasında iki dalga halinde havadan bombalanıyor. Ayrıntısını bizim TDP-III s. 117’den okuyabilirsiniz ama ertesi günkü Genelkurmay açıklamasını bilmek de yetebilir: “PKK’nın kullandığı yolları kullanmaları sebebiyle vurulmasına karar verilmiştir.”