Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos'un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı 'Lensler konuşabilseydi' başlıklı köşesinde çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.
80’li yılların sonları, Toronto. Arkadaşlarım, Avrupa’ya yaptığım seyahatlerde çektiğim fotoğraflara bayılıyor, iltifatlar yağdırıyorlar. Sonra bir gün, bir arkadaşımın bana ‘NOW’ adlı dergide yayımlanmış siyah beyaz bir fotoğraf göstermesiyle, kendi fotoğrafçılığıma dair tüm düşüncelerim yerle bir oluyor. Dere kenarındaki bir çalılıkta, bir kalasın üzerine uzanmış, yalnızca bacakları görünen bir adam. Eski ayakkabıları, eprimiş pantolonu ve bacaklarını uzatma biçimi, bu kimliği meçhul adamın bütün hikâyesini anlatıyordu âdeta. Belli ki evsizdi; onu bağrına basmayı reddeden dünyadan uzak, huzurla dinlenebileceği bir köşe bulmuş, oracıkta uyuyakalmıştı. Tek bir karenin, hazin bir insan hikâyesini böyle açıkça ortaya koyabildiğini görmek, benim için bir uyanış oldu. Herkesin Avrupa’yı yansıttığını sandığı o dekoratif, turistik fotoğrafları çekerken, fark etmeden yanlış yöne sapmıştım.
Aradan yıllar geçti. NOW dergisinin sıkı takipçisi olmuştum. Derginin fotoğrafçılarının işlerine bayılıyordum. Her perşembe günü derginin yeni sayısını alıp sayfaları çevirerek o muhteşem karelere bakmak benim için büyük keyifti. O fotoğrafçılardan çok şey öğrendim. Yıllarca, dergide onlarınkilerin yanında benim işlerimin de yayımlanmasını hayal ettim ama bu konuda hiçbir adım atmadım. Kendime güvenmiyordum. Çok sonraları, 90’lı yılların sonlarında, birkaç fotoğrafçı arkadaşımın teşvikiyle dergiye, çektiğim fotoğraflardan örnekler yolladım. Daha önce bu köşede anlattığım gibi, arkadaşlarımı dinlemekle hata etmişim – red cevabı aldım. Ve bir yıl sonra, o reddedilen karelerden bazıları dergide yayımlandı. Nihayet 2001’de, onca zamandır beklediğim şey oldu; derginin fotoğraf editörünün asistanı beni arayıp, birkaç komedi oyuncusunun portre fotoğrafını çekmemi istedi. Ne kadar heyecanlandığımı ve nasıl telaşlandığımı anlatamam. Çekim gününü beklerken zihnimden bin bir türlü felaket senaryosu geçmişti: “Ya geç kalırsam?”, “Ya iyi kareler çekemezsem?”, “Ya fotoğraf makinem bozulursa?”...
O gün, çekimin yapılacağı bara tam zamanında gittim. Yedi-sekiz kişi barın bahçe bölümünde oturmuş, birlikte içiyor, gülüyorlardı. NOW dergisinden, fotoğraf çekmek için geldiğimi söyledim. O an, yukarıdaki karede gördüğünüz iki adam ayağa fırlayıp, ‘fotoğrafçının yanına kim daha önce gidecek’ yarışı yaparmış gibi, gülünç teatral hareketlerle, birbirlerini itip kakarak, çekiştirerek, bahçe duvarının etrafından dolaşıp bana doğru koşmaya başladılar. Gerçekten komiktiler; onların bu hâlini görünce üstümdeki gerginliği atıvermiştim. Bana ne tür bir portre çekeceğimi, aklımda belirli bir kurgu olup olmadığını sordular. En ufak bir fikrim yoktu, hazırlık da yapmamıştım; diledikleri gibi poz verebileceklerini söyledim. “Memnuniyetle” dediler; oraya hiçbir zihinsel hazırlık yapmadan gittiğimi anlamış, bana yardım etmek istemişlerdi sanırım. İncelik...
Komik pozlar vermeye başladılar. Her şey çok iyi gitti. Çekim boyunca çok güldüm, durmadan da konuştuk. Epey uzun süren çekim seansının ardından, onlarla oturup bir bira içmemi istediler, ısrar da ettiler ama çekindim, kabul etmedim. Bana takılmaya devam ediyor, arkadaşlarına benim müthiş bir fotoğrafçı olduğumu söylüyorlardı. Koltuklarım kabarsa da, tekliflerini geri çevirip oradan ayrıldım. Sonraki günlerde, çektiğim karelerden bazılarını tabedip, gururla NOW dergisine götürdüm. Fotoğraf editörü, yaptığım işi çok beğendi. Sonra, hiç beklemediğim bir şey söyledi – oyuncuların menajeri beni şikâyet etmiş. Çekim için onların çok fazla vaktini alarak protokole aykırı davranmışım. Ben oyuncuların çekimi gönüllü olarak uzattıklarını, benimle birlikte vakit geçirmek için ısrar ettiklerini anlatsam da, editör dinlemiyor, “Portre çekimi dediğin, en fazla yirmi dakika içinde yapılıp bitirilir” deyip duruyordu. Ofisten, içimde bir adaletsizlik duygusu ve üzüntüyle çıktım. Olan biteni çarpıtarak anlatan menajere çok öfkelenmiştim. Aptal menajerler, hakikat denen şeyden ne anlar onlar... Her neyse; bir hafta sonra beni bir başka iş için aradılar ve böylece, 10 yıl sürecek olan NOW dergisi serüvenim başlamış oldu.
İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz