Sekiz aydır Karabağ ve orada yaşayan 100 bine yakın Ermeni nüfus abluka altında. İlaç, yakıt ve yiyecek eksikliği şimdiden bir insanî felakete yol açtı ve her geçen gün can almaya devam ediyor. Peki, abluka altındaki bir bölgede kadın ve anne olmak nasıl bir şey? Karabağ’la ilgili siyasi tartışmalarda pek görülmeyen Karabağlı kadınlar, bugün Agos’ta söz haklarını kullansınlar istedik.
SOFİA AGOPYAN / KARABAĞ
36 yaşındaki Mariam, 2020 Karabağ Savaşı öncesinde eşi ve üç çocuğuyla birlikte Karabağ’ın köylerinden birinde yaşıyordu. Savaş, genç kadının hayatını alt üst etti: Birkaç hafta içinde önce çok sevdiği kocasını, ardından evini ve köyünü kaybetti. Üç çocuğuyla yalnız kalan Mariam’ın eski yaraları iyileştirmeye vakti yok. Sekiz aydır abluka altında olan Karabağ’da annelerin tek düşüncesi çocuklarına yiyecek bulunabilmek ve bitmeyen güvenlik sorunları.
Yaşanan sorunları, ablukanın kadınlar için zorluğunu Mariam’ın sözleriyle aktarıyoruz.
Bomba sesini bir kez duyduysanız, unutmazsınız
Kocamın cesedini görmedim. Bu yüzden hâlâ onu bekliyorum. Hâlâ inanmıyorum. Geriye dönüp baktığımda bunların hepsi bir illüzyon muydu, yoksa şimdi rüya mı görüyoruz, bilemiyorum.
Savaştan sonra çocuklarımla Ermenistan’ın Masis şehrinde kaldık. Savaş bitti, Karabağlıların bir kısmı evlerine döndü ama bizim gidecek yerimiz yoktu, köyümüz Azerbaycanlıların kontrolünde kaldı. Bir buçuk yıl kiralık bir evde, çok kötü koşullarda yaşadık. Daha sonra şehit ailesi olarak bize Karabağ’da, Stepanakert’te bir ev verildi (Yerel Ermeni yönetiminin ve Rus barış güçlerinin kontrolünde kalan kısmı kastediliyor). Gelsem mi, gelmesem mi diye uzun uzun düşündüm. Orada bir savaş daha çıkarsa ne yapacağım? Bu sefer yalnızım, üç çocuğumdan bir tek sorumluyum. Sonunda tüm gücümü topladım ve Artsakh’a dönmeye karar verdim. Orada doğdum ve büyüdüm. Ailem, geçmişim, lehçem, kültürüm... Ne de olsa ben, Karabağlıyım. Orada olmaya hakkım var. Kolay olmayacağını biliyordum. Hayatınızda bir kez bomba sesi duyduysanız, asla unutmazsınız. Şimdi kapının gıcırtısından bile korkuyorum. Oğlum bazen korkudan bayılırdı. Uzun süre psikolog ve psikiyatriste gittik, şimdi daha sakin, resim çiziyor, sessizce oturuyor.
En zor şey belirsizlik
Abluka başladığından beri paniğe kapılmamaya çalıştım. Çünkü çocuklarım korktuğumu fark ederlerse, onlar da umutsuzluğa kapılırlar. Önce yiyecekler bitti, eczaneler boşaldı, sonra elektriği, gazı kesmeye başladılar. Yaklaşık bir buçuk ay sonra Rus askerleri peynir, kahve, bir şeyler getirmeye başladı. Ancak bu az sayıdaki ürünü bulabilmek için kışın soğuğunda şehrin her tarafını dolaşmak ve saatlerce sıra beklemek zorunda kaldık. İki aydır Rusların da bir şey getirmelerine izin verilmiyor. Pazarda yerel patates ve domatesten başka bir şey yok. O patatesleri kızartmak için bir damla yağ yok.
Ama en zor şey belirsizlik. İnsanlar çaresiz. Gününüz kuyruklarla başlar ve kuyruklarla biter. Ekmek kuyrukları… Sonu görünmeyen kuyruklar. Elinize sıra numaranızı yazıyorlar. Mesela 285. Sabah 4’te gidiyor, bir ekmek alıyorsunuz. Nazi kampı gibi düşünün. Bazen kendi kendime, “Hayır, artık dayanamıyorum” diyorum. Ama sonra, “Peki, dayanamadım diyelim, nereye kaçacağım?” diye düşünüyorum. Geçen gün bir adam, çıldırmışçasına meydanda yürüyor ve bağırıyordu, “Çocuğuma ekmek verin, çocuğuma ekmek verin” diye. Bu insanlar çalışan, mutlu insanlardı. Karabağ’da hiç kimse muhtaç durumda değildi. Üç yılda bu ülkeyi ne hale getirdiler?
Evimi nasıl işgal edebilirim?
Ben lise mezunuyum, siyasetten pek anlamam. Azerbaycanlılar Ermenilere “işgalci” diyor. Tamam ama ben hep buradaydım. Evimi nasıl işgal edebilirdim? Karabağ’ı çevreleyen yedi Azerbaycan bölgesi vardı, oradan göç edenler mutlaka zarar gördü. Ama 90’larda biz de cehennemi yaşadık. Teyzem Marağa’da yaşıyordu, 1992’de orada korkunç bir katliam yaşandı. Bunlar neden konuşulmuyor? 1988 yılında Sumgayıt’ta amcamın öğrencisi dövülerek öldürüldü. 2020’deki savaşın ilk dakikalarında bu semtteki yüksek bir binaya bir Smerch bombası saplandı. Köyümüzdeki bütün evler yağmalandı, bazıları yakıldı. Engelli bir kadın tecavüze uğrayıp işkence edilerek öldürüldü, cesedi aylarca sokaklarda bekletildi. Herkes acı çekti. Oturalım, listeleyelim ve hayatımızın geri kalanında birbirimizi öldürelim. İstedikleri bu mu?
Bugün çocuğum meyve yiyemiyor, çünkü Karabağ’da meyveyi köyden şehre götürecek yakıt ve ulaşım yok. Aynı bayrak altında barış içinde yaşayacağımıza bu çocuk nasıl inansın? Laçin koridorunda duran Azerbaycanlı bir aktivist, “Büyük temizlik başlıyor” diyor ve bozkurt işareti gösteriyor. Bir anne olarak ne anlamalıyım?
Arkamızdan pişmanlık sözleri yazmaya gerek yok
Bütün bunlardan sonra bile “Abluka yok” diyorlar utanmadan. E, madem yok, o zaman uluslararası medya Karabağ’a davet edilsin, abluka var mı, yok mu baksın. Aliyev neden hiçbir uluslararası insan hakları örgütünün, hiçbir gazetecinin Artsakh’a girmesine izin vermiyor? Çünkü Artsakh’ı toplama kampına, hapishaneye çevirdi. Aliyev, Yerevan’ın bile onların toprağı olduğunu ilan edecek kadar ileri gitti. Şimdi anlıyorsunuz değil mi, bunca yıl sorunun Karabağ olmadığını? Sorun Ermeni düşmanlığıdır. Yok olmamız bazıları için neden bu kadar önemli?
Bizi Azerbaycan pasaportu almaya zorlarlarsa buradan giderim. Bugün beni ve üç çocuğumu kafese kapatanların yarın bize yapacaklarını düşünmek bile ürkütücü. Nasıl çıkacağımızı bile bilmiyorum. Kimse bilmiyor. Kızıl Haç arabasından hasta ve yaşlı kaçırıp cezasız kalan bir ülkeden bahsediyoruz. Azerbaycan, işlediği suçlara kimsenin tepki göstermediğini görüyor ve her geçen gün küstahlaşıyor.
Neden Odesa’daki bombalanan kiliseden bu kadar çok bahsediliyor da Şuşi’deki yıkılan Yeşil Kilise değersiz? Ermeni kilisesi olduğu için mi? 30 bini çocuk 120 bin rehine olan bizler neden uluslararası basında iki satır haber olamıyoruz? Türkiye Kıbrıs’a girip oradaki insanların haklarını koruduğunu söylerken, Ermenistan neden Karabağlı Ermenileri korurken işgalci oluyor? Sadece insanca yaşamak istiyoruz ve bu bizim en doğal hakkımız. Neden Kosova kendi kaderini tayin edebiliyor da biz edemiyoruz? Bugün, 100 yıl sonra, insanlar Ermeni Soykırımı hakkında konuşur. Ama kimse yeni bir soykırımı önlemek için iki kelam etmek istemiyorsa, eskisini konuşmak neye yarar? Burada öldüğümüzde arkamızdan pişmanlık sözleri yazmaya gerek yok.
En çok hamileleri düşünüyorum
Okullar yakında başlayacak. Ama şehirde yakıt yoksa, ulaşım yoksa, çocuklar okula nasıl gidecek bilmiyoruz. Kuşatılmış bir şehirde okul çantası veya ayakkabı bulamazsınız, bundan bahsetmiyorum bile. Dersler çevrimiçi yapılıyorsa o da çözüm değil, günde altı saat elektrik yok, nasıl olacak bu iş? En önemlisi, çocuğum okula yürüyerek giderse yolda bayılmayacağından emin değilim çünkü normal bir yiyecek yok ki onu iyi besleyip, vicdanım rahat bir şekilde okula gönderebileyim.
Ama ben en çok hamileleri düşünüyorum. İnsanlar artık dayanamıyor, yemek kuyruklarında bayılıyor, hamileler nasıl dayansın? İlaç yok, eczanede bir tane bile D vitamini kalmadı. Kuzenim bir hafta önce düşük yaptı. 13 haftalık hamileydi. Nedeni stres, yetersiz beslenme. Yeni evlenmişlerdi, ilk çocuklarıydı. Onun gibi kaç kadın var biliyor musun? Bazıları o çocuğa nasıl bakacaklarını, nasıl besleyeceklerini bilemedikleri için hamileliği sonlandırmak zorunda kalıyorlar. Bu çok ağır bir şey. Mesela komşumuz yeni doğum yaptı ama eczanelerde mama yok. Islak mendil yok, vitamin yok, bez yok, hiçbir şey yok. Kadın stresten sütten kesildi.
1990’larda savaş sırasında annem, küçük erkek kardeşime hamileydi. O sırada diğer kardeşim altı yaşındaydı, bahçede mayın patlaması sonucu yaralandı. Tüm bunlardan annemin ruh ve beden sağlığı etkilendi ve küçük erkek kardeşim engelli olarak doğdu. Birinci savaşın getirdiği felaketten payımıza düşen buydu. İkinci savaş, tam eski yaraların iyileşmeye başladığını sandığımız bir zamanda geldi.
İnsanların tek arzusu barış
Geniş, çok güzel bir bahçemiz, her çeşit meyve ve sebzemiz vardı. 120 hindimiz, tavuğumuz, her şeyimiz vardı. Yeni evlendiğimde herkes, “Sen şehir kızısın, köy işi yapamayacaksın” dedi. Çilekleri kendim sulamaya gittiğim gün herkes şaşkına dönmüştü. Eşimin baba evinin yanına kendi ellerimizle yeni bir ev yaptık. Bazen artık orada olmadığımızı unutuyorum, bu çekmecede baş ağrısı ilacım var diyorum ama sonra köy evinde olduğunu hatırlıyorum.
Şimdi evde çalışıyorum. Hiç kimseden yardım beklemedim, kendi ayaklarımın üzerinde sağlam durmam gerektiğini biliyorum. Mesela ben terzilik yapıyorum. Abluka nedeniyle yeni malzemem yok ama insanlar hazır kıyafet getiriyor, kısaltıyorum, daraltıyorum... Savaştan sonra manikür kurslarına gittim, yeni bir meslek edindim. Bu şekilde biraz para kazanıyorum. Aslında, maddi sorunlar geçicidir. Burada kime sorarsan sor, insanların tek arzusu barış.