Yahudiler Münevver Karabulut cinayetinde kendilerini bir anda sanık sandalyesinde buldular. Bir yandan Rumlar da Sümela’da ayin yapmaya çalıştıkları için hedef tahtasındalar. Bir vaka da İmroz’dan geldi. Gazeteci Melike Çapan sergisini iptal etmek zorunda kaldı. Ve Dersim’e uzanalım. Hay Dersim Kültür ve Sanat Dergisi'nin geçtiğimiz Cumartesi günü düzenleyeceği konser, Tunceli Valiliği tarafından iptal edildi. Peki azınlıkları hedef tahtasına koymaktan kim medet umuyor?
Başlıkta neden bahsettiğim anlaşılmıştır ama yine de baştan söyleyeyim. Rumların, Yahudilerin ve Ermenilerin yeniden gerek sosyal medyada gerekse siyasette hedef gösterilmelerinden bahsediyorum.
Seçimler bitti. Kaybedenler açısından yaşanan genel bir şaşkınlık halinden sonra peş peşe gelen zamlarla hepimiz sersemlemiş haldeyken ve bu gündemle hangi muhalefetin başa çıkacağını anlamak için beyhude bir çaba gösterirken, kendimizi birdenbire ve bir kez daha 90’ların milliyetçi atmosferi içinde bulduk. Olur olmaz her olay ülkedeki azınlıkların başına patlamakta yine.
Yahudiler Münevver Karabulut cinayetinde kendilerini bir anda sanık sandalyesinde buldular. Karabulut ailesinin avukatı Rezan Epözdemir’e göre fail Cem Garipoğlu’nun ailesi Yahudiydi ve Yahudilerde 18 yaşına giren bir erkeğin kendini ispatlaması için bakire bir kızı öldürmesi gerekiyordu. Bu deli saçması ve ırkçı iddiayı ortaya attığı için Epözdemir çok haklı olarak eleştirilince, bu kez de bu iddiaların mahkeme kayıtlarında yer aldığı söylendi.
Şimdi önümüzde daha büyük bir skandal var. Bu deli saçması hikaye mahkeme kayıtlarında nasıl yer alabilir? Hukukçu değilim ama tecrübelerim şunu gösteriyor. a) Savcılık iddianamesinde. Eğer iddianamede böyle bir şey varsa bu skandaldır. b) Tanık ya da sanık ifadelerinde. Böyle bir şey duruşmada söylendiyse de bunu gayet doğru imiş gibi “Mahkeme kayıtlarında var” diye ortaya atmak skandaldır. c) Mahkeme heyetinin bir yerden duyduğu bu deli saçmalarının araştırılması için karar çıkarması. Söylemeye gerek yok, bu da skandaldır. d) Dava sürecinde mahkemeye bu iddiaları içeren bir evrak sunulması. Aynı b maddesinde olduğu gibi, eğer varsa kerameti kendinden menkul böyle bir evrak, bunun “mahkeme kayıtlarında var” diye sunulması skandaldır. Velhasıl hiç tevil etmeye çalışmasınlar bu olay baştan sona antisemitizmdir.
Bir yandan Rumlar da Sümela’da ayin yapmaya çalıştıkları için hedef tahtasındalar. Hıristiyan kiliseleri 15 Ağustos’ta, ya da 15 Ağustos’a en yakın Pazar günü, Meryem Ana’nın Göğe Yükseliş Yortusu’nu kutlar. Ermeni Kilisesi mesela yüz yıllardır 15 Ağustos’a en yakın Pazar günü bu yortuyu kutlarken, Rum kilisesi de tam gününde 15 Ağustos’ta kutlar. Bu yortunun Sümela’da Panagia Manastırı’nda kutlanması da memleketimiz hoş geleneklerinden biri olabilirdi. (Panagia, Rum Ortodoks ikonografisinde Meryem Ana ikonlarına ve zamanla Meryem Ana’ya verilen isim)
Aslında oldu bile denebilir. Çünkü bir süredir AKP hükümetinin de izniyle 15 Ağustos’ta Ekümenik Patrik Bartholomeos’un da katılımıyla burada ayin yapılıyor. Ancak bu yıl Yeniden Refah Partisi, İYİ Parti ve bazı aşırı sağ çevreler bu ayinin yapılmaması için kampanya başlattılar. Lozan’a aykırı imiş ve üstelik Fatih’in Trabzon’u fethettiği tarih olan 15 Ağustos’ta bu ayinin yapılmasında belli bir maksat varmış.
Her şeyden önce bu ayin yüz yıllardır 15 Ağustos’ta yapılırken Fatih’in Trabzon’u fethi 2017’ye kadar 26 Ekim’de kutlanıyordu. 26 Ekim 2017’deki kutlamalarda bir açıklama yapan dönemin Trabzon Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu şunları söylemiş:
“İki hafta önce biz bir tarih konferansı düzenledik. Yıllardır söylenen, fen edebiyat fakülteleri ve tarih bölümlerinin de dile getirdiği Trabzon'un fethine dair tarihin yanlış olduğuna ait söylemlerin bir nihayete kavuşturulması için Türk Tarih Kurumunu, Karadeniz Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanını davet ettik. Onların ekipleriyle birlikte geçmişi ortaya koyma neticesinde Trabzon'un fethinin 26 Ekim 1461 değil, 15 Ağustos 1461 olduğu tespit edildi. Hatta TBMM Başkanı Sayın İsmail Kahraman da duayen bir büyüğümüz olarak bunu dile getirmişti. O konferans için çağırdıklarımızın ortaya koyduğu tarihi tespit bu. Bunu biz tekrar neticeleriyle Türk Tarih Kurumuna da yazdık. Bundan sonraki yıllarda 15 Ağustos, ki Hicri diye hesap yapılacak olursa 28 Ağustos'a da denk gelebiliyor. 15 veya 28 Ağustos'ta kutlanmasını, o kurumlarla mutabık kaldıktan sonra önümüzdeki yıllarda uygulamaya başlayacağız.”
Yani Hıristiyanlık yüz yıllardır Meryem Ana’nın Göğe Yükseliş Yortusu’nu 15 Ağustos’ta kutlarken Trabzon, daha 6 yıl önce, o da 15 mi 28 mi belli olmadan, Ağustos’ta fethi kutlama kararı almış. Şimdi bu tabloda neden Rumlar suçlu oluyor, hiç olmazsa İYİ Parti sözcüleri bunu açıklayabilir mi?
Bir vaka da İmroz’dan geldi. Gazeteci Melike Çapan'ın hazırladığı ve ilk olarak geçen yılın Kasım ayında Balat Yuvakimyon Kız Lisesi'nde ziyarete açılan 'İmroz'un 1964 Belleği' sergisi 18 Ağustos'ta evinde yani İmroz'da, yeni adıyla Gökçeada'da ziyaretçileriyle buluşacaktı. Ancak önce sosyal medyada sonra da Gökçeada Kent Konseyi'nin açıklamalarıyla sergi hedef gösterildi. Kent Konseyi’ne göre sergiyle “Devletin manevi şahsiyeti” hedef alınıyordu. Sergi “tahkir, tecyiz ve iftiralarla dolu” idi. Bu durum karşısında Melike Çapan “Adadaki ya da İstanbul’daki Rum toplumunun bu süreçten zarar görmemesi için sergiyi iptal ediyorum.” dedi.
Yani düşünün, İmroz’deki Rumları oradan kovmak için adaya açık cezaevi inşa edildi, Türkiye’den getirilen hükümlüler köylere salındı, Rumların arazileri baskı ile kamulaştırıldı ve sonunda adada neredeyse Rum kalmadı. (Bu süreç için gazeteci Serdar Korucu’nun “Şimdi Kim Kaldı İmroz”da? çalışmasına bakılabilir)1964 öncesini anlatan bir fotoğraf sergisi ise “devletin manevi şahsiyetini” hedef alıyormuş. Yani belli ki birileri olup bitenlerden “gocunmuş”, başka açıklaması yok.
Son olarak Dersim’e uzanalım. Hay Dersim Kültür ve Sanat Dergisi'nin geçtiğimiz Cumartesi günü düzenleyeceği konser, Tunceli Valiliği tarafından iptal edildi. Konser “şekil ve içerik yönünden” uygun görülmemiş. Platform ise, yaptığı açıklamada “Biz Ermeniler, bu coğrafyanın yerli halkı, otokton olduğumuz coğrafyada en ufak bir hareket alanımız yok. Hiç bir kurum bizim yanımızda olmaya cesaret edemiyor biz de kendi çaba ve emeklerimizle bir şeyler yapalım dedik, Ermeni halkı etkinlikler yaparak bir araya gelsin, ama imkanı var mı? Biz biliyoruz bu korkunun sebebini, halka bunu anlatmak bizim boynumuzun borcu. Her şey olabilirsin ama Ermeni olamazsın. Ermeni kimliğine sahip çıkmak başlı başına bir politik bir yaklaşımdır” dedi.
Dört bir yandan gelen bu saldırılar ve hedef göstermeler yeni bir atmosfere girdiğimizi gösteriyor. Evet, 24 Nisan anmaları zaten son iki yıldır yasaklanmakta idi. Dolayısıyla “Burada yeni ne var?” diyenler olabilir. Ancak artık iş dini ayinlere, kendi halindeki resim sergilerine bile vardı, üstelik hadi İYİ Parti için seçim mağlubiyetini unutturma gayesindeler desek bile, iktidar ortaklarından Yeniden Refah Partisi’nin Sümela kampanyasında yer aldığını, AKP ve MHP’nin de bütün bu olup bitenleri sessizce izlediğini dikkate alırsak, herhalde şuraya varacağız: Milliyetçiliğin iş yaptığı görüldükçe, buraya daha da abanılıyor. AKP alacağını aldı artık ihtiyacı yok. Küçük partiler ise şimdi daha iştahlı. Düşmanlıktan, nefretten beslenmek yine bir politika haline geldi, daha doğrusu başlıkta dediğimiz gibi “Milliyetçilik ve Azınlıkları Hedef Gösterme Oyunları” yine başladı. Zarar görenler yine bu ülkede bir avuç kalmış azınlık toplumları olacak.