“İnsan haklarına riayet”ten bahsetmeniz çok sevindirici. Sevindirici de, çok vahim bir durum var: “İnsan hakları” diyorsunuz, ama savcının zaten çoğu yöneticileri nahak yere hapiste yatırılan HDP için istediği cezaları destekleyen bir dilekçe vererek Kobani davasına müdahil olmak istediniz. Nereden icap etti ve aklınıza nereden geldiyse, Kobani olaylarından 9 yıl, ilk soruşturmadan 8 yıl, ilk duruşmadan da 2 yıl sonra!
Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), ülkede pahalılık dayanılmaz hale geldikçe (ve bu arada Cumhur koalisyonu içindeki kavga hızlandıkça), İslamcılık kantarının topuzunu kaçırmakta.
DİB Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü, son olarak 4 Ağustos 2023 Cuma günü yayınladığı fetva niteliğindeki hutbede, izin ve çalışma saatlerinin Cuma namazına göre ayarlanmasını istedi. Demek ki, iktidardan talimat almış. Çünkü İktidar yerine Devlet’e baksaydı, Anayasa Md. 136’yı görürdü:
Md. 136: “Genel İdare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasî görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”
Buradan kalkalım ve Diyanet yetkilileriyle kendi mantıkları içinde söyleşelim.
***
1) Muhterem Diyanet, biraz tutarlı olmak iyidir.
4 Ağustos hutbeniz şöyle diyor:
“İş yerlerimizdeki mesai saatlerini, okullarımızdaki ders programlarını Cuma namazının vaktine göre düzenleyelim. Unutmayalım ki ibadet özgürlüğü ve insan haklarına riayet bunu gerektirir. Bu hususta hassas davranmayanlar büyük bir vebal altına girmektedir.”
a) “İbadet özgürlüğü” varsa, “ibadet etmeme” özgürlüğü de vardır, takdir ederseniz. Eğer yok ise, insanların ibadetini devlet zoruyla sağlamak, “insan hakları”ndan bahsettiğinize göre, pek meşru olmamalı?
Farkındaysanız, Cuma’yı kılmak istemeyenlerin (ki bunlar kesinlikle çoğunluktur) çalışma saatlerini ve düzenini değiştirmeyi öneriyorsunuz. Bunu yaparken kamu düzenini tehlikeye sokuyorsunuz. Çünkü “Filanca kişi Cuma’ya geldi, falanca ise gelmedi” ayrımına (ve suçlamasına) çanak tutuyorsunuz.
b) “İnsan haklarına riayet”ten bahsetmeniz çok sevindirici. Sevindirici de, çok vahim bir durum var:
“İnsan hakları” diyorsunuz, ama savcının zaten çoğu yöneticileri nahak yere hapiste yatırılan HDP için istediği cezaları destekleyen bir dilekçe vererek Kobani davasına müdahil olmak istediniz.
Nereden icap etti ve aklınıza nereden geldiyse, Kobani olaylarından 9 yıl, ilk soruşturmadan 8 yıl, ilk duruşmadan da 2 yıl sonra!
Bu müdahillik talebinizin İslam’la bir ilgisini göremedim. Tek Adam Rejimi’nin T.C. sınırları dışına taşmasını ve ayrıca S. Demirtaş’ı AİHM kararına rağmen içerde tutmaya devam etmesini desteklemek değilse, nedir bu?
Zaten olay, müdahillik gerekçenizin biraz fazla zorlama oluşundan belli: “Camilerin terör eylemleri sebebiyle zarar görmesi toplum nezdinde Devleti itibarsızlaştırmaya yöneliktir” . Nerede, kaç tane cami, ne zarar görmüş, onu da söyleseniz?
Şimdi, ‘Kobani’de IŞİD on binlerce insanı ve bu arada kendisi dışındaki Müslümanları yıllardır katlederken, Ey Diyanet Sen Neredeydin?’ demeyecek mi insanlar?
***
2) Muhterem Diyanet, biraz tutarlı olmak iyidir:
Din İşleri Yüksek Kurulu, esnafın Cuma namazı saatinde alışveriş yapması konusunda şöyle diyor:
“Cuma namazı kılmakla yükümlü olanların [yani kadın olmayanların, sakat olmayanların, vb.] Cuma saatinde alışverişi terk etmeleri ve camiye gitmeleri gerekir. Cuma namazı kılmakla yükümlü olanların Cuma saatinde alışveriş ile meşgul olmaları tahrîmen [tahrim=haram kılınmış] mekruhtur [mekruh=haram derecesine yakın iğrençlik].”
Fakat hemen ardından devam ediyor: “Ancak, yapılan alışverişle elde edilen kazanç helaldir.”
Yani Cuma saatinde alışveriş mekruh, fakat kazanç helal? Tam anlayamadım.
***
Muhterem Diyanet, size yardımcı olmaya çalışalım:
Mesai (ve okul) saatlerini Cuma namazına göre değiştirmek yerine, İslam bir “kolaylıklar dini” olduğuna göre, şu 21. yüzyılda Cuma namazını öğle tatilinde eda etsek? Çünkü bu, İslam’a göre teknik olarak tamamen mümkün.
İslam’a göre, kazaya bırakılamayacak olan (ve cemaatle kılınması gereken) Cuma namazı, öğle namazı başlangıç saati ile ikindi namazı başlangıç saati arası herhangi bir saatte kılınabilir. Yani mesai saati dışına alınabilir.
Diyebilirsiniz ki, “Resmî öğle tatili 12.00-13.30 arası. Önce öğle namazı sonra Cuma namazı kılınacak, yetişmez”.
Yetişir efendim. Çünkü Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 12.07.2017 tarihli fetvasına göre “Cuma gününün öğle namazı Cuma namazı yerine geçer.” Öğle namazını ayrıca kılmaya gerek olmadığına göre, öğle tatili içinde yetişir. Kaldı ki, öğle namazı kazaya bırakılabilen cinstendir.
Eğer savunmaya geçer ve ayrıntıya müracaat ederseniz, onun da İslam’da cevabı olduğunu biliyorsunuzdur:
Cuma namazından sonra eda edilen ve “son öğle namazı” olarak anılan Zuhr-i Âhir’in kılınması, yine Din İşleri Yüksek Kurulu’nun hemen yukarıda bahsettiğim 12.07.2017 tarihli fetvasına göre, gereksiz. Cuma namazı kılanların ayrıca Zuhr-i Âhir kılmaları gerekmiyor; bu namaz sadece bazı İslam âlimlerine göre gerekli, diğerlerine göre gerekli değil.
***
Hadi, bitirirken, baklayı çıkarması için Diyanet’e yardımcı olalım:
Bütün bu gürültüden amaç, resmî tatil gününü Pazar’dan Cuma’ya almak . O da, bir “aşama” olarak sadece.
Acaba neden? Sakın, yerel seçimler yaklaşırken iktidarımız ortalığa öyle bir mevzu atmayı çok uygun görüyor ve bunun için Diyanet’i kullanıyor olmasın?
Ama, Muhterem Diyanet çok dikkat, böyle nafile taleplerin ve “kokpitte namaz” türünden fantastik “İslamî” zorlamaların insanları İslam’dan buz gibi soğutuyor olması pek mümkün.
Ayrıca şu da var: Son yedi yıl içinde basımları 136.972.000 TL yutan Diyanet takvimlerinin 03.08.2023 günkü yaprağında “Sofralar zengin, gönüller engin olsun” diye yazıyor . Söylemiş olayım, 32.150.000 kişinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı ülkemizde bu tür ifadelerin, 36 milyar TL bütçeli Diyanet’in insanlarla alay etmesi olarak algılanması da pek mümkün.
***
Dinden buz gibi soğutmanın yanı sıra, mümkün olan bir şeyi daha ilave ederek bitirelim:
Bütün iktidarlar geçicidir ama, bu Tek Adam Rejimi zaman dışı (anakronik) olduğu için sırf muhalefetin lagarlığı ve birbirini yemesi sayesinde ayakta duruyor. Yoksa, iktidarı oluşturan unsurlar birbirinin gözünü oymaya hazır: Mesela MHP’li Bahçeli, Hüda-Par’la bayramlaşmaya gitmeyi reddetti .
12 Mart ve özellikle de 12 Eylül askerî darbesinin azıtmaları sayesinde zombileşmiş bu iktidar nihayet gidince, savcı ve yargıçlar bu sefer yeni düzene uyum sağlayacak. Anayasa Md. 2 ve 4’teki laiklik ilkesinin ihlal edilmesinin hesabı yargı önünde sorulabilir.
Çok iyi hukukçu olan arkadaşım Dr. Kerem Altıparmak’la konuşuyoruz:
Anayasayı ihlal durumlarında TCK Md. 309’un bahsettiği ağırlaştırılmış müebbet cezası “cebir ve şiddet” arandığı için uygulanamaz. Ama, yarın savcı ve yargıçlar en azından TCK Md. 257’deki “görevi kötüye kullanmak” konusundan başlayarak nereye kadar giderler, bilinmez artık.