Neden bu mağlubiyet en kritik mağlubiyet oldu? Öncelikle muhalefet cephesi ekonomik kriz ve deprem suistimallerinin etkisiyle Erdoğan’ın seçimi kaybedeceğinden hayli emindi. Böyle bir tabloda bile Erdoğan’ı yenememek açıkçası moral bozucudur. Ancak belki de bütün mesele burada. CHP, milliyetçi muhafazakâr ortaklarına çok güvenmek ve ekonomik krize bel bağlamak dışında pek bir şey yapmadı.
Kritik yerine yıkıcı da diyebilirdim. Ama bu çok moral bozucu olabilirdi. Muhalefet cephesinin bütün bir seçim dönemini duygusal bir atmosfer içinde geçirdiğini düşünürsek, bu tür kelimelerden kaçınmak gerek.
Elbette 14 ve 28 Mayıs seçimlerinden bahsediyorum. “İlk turda bitiriyoruz” hissiyatıyla gidilen, ikinci tura kalan, ikinci turda da Erdoğan’ın yüzde 52,18 oyla yeniden cumhurbaşkanı seçildiği seçimlerden.
Muhalefet için şimdi muhasebe zamanı. Gözden geçirilecek çok şey var. Ancak şunu hemen söylemek lazım: Aslında bütün bir muhalefet cephesi, yıllardır, Türkiye tarihinde ilk olan bir vakayla karşı karşıya. O nedir? Oy destekli, otoriter/muhafazakâr/ceberut bir rejim. Burada önemli olan, ‘oy desteği’ kısmı.
Türkiye bundan önce de otoriter rejimlerle karşılaştı. Bunlar ağırlıklı olarak darbelerden kaynaklanan rejimlerdi. Yani rejim ceberuttu ancak bu ceberutluğun kaynağı devlet/ordu idi. Seçmen nezdinde bu ceberutluğun –kısa bir süre dışında– çok büyük bir karşılığı yoktu. Mesela seçmen 1960 ve 1971 darbeleri sonrasında hızla kendi siyasi geleneklerine dönmüştü. Darbelere maruz kalan siyasi gelenekler hızla canlanmıştı. 1980 darbesi daha da gaddardı, ancak 1980’lerin ortalarına geldiğimizde, ordunun ağırlığı hissediliyor idiyse de darbenin aktörleri artık siyasetten çekilmek durumundaydılar.
AKP ise oy destekli otoriter bir rejim olarak gelişti ve hâlâ da gelişiyor. Türkiye tarihinde kanımca ilk olan budur. Hükümet sayısız mağduriyetler yaratıyor, siyasetçiler hapse atılıyor, sokağa çıkmak neredeyse imkânsız hâle geliyor, protesto hakkı rafa kaldırılmış durumda, dar gelirliler ekonomik açıdan çok zor günler geçiriyor. Ancak seçim günü gelip çattığında (usulsüzlükleri, muhalefete yönelik medya ambargosunu elbette unutmamak lazım) Erdoğan bir şekilde rakiplerinden daha fazla oy alıyor.
AKP ve Erdoğan’a hangi saiklerle ve ya da motivasyonla oy verildiğini burada birkaç cümleyle açıklayamayız. Hatta belki de tam olarak bilemeyiz. Detaylı biçimde incelenmesi gereken bir durum bu. Ancak mevcut tablo itibariyle asıl bakılması gereken muhalefet. Burada muhalefetten kasıt da, genel olarak CHP’nin başını çektiği ve şu ya da bu şekilde onun etrafında kümelenen muhalefet.
CHP’nin siyasi iddialarını ayrı tutmak şartıyla seçim odaklı hamlelere bakacak olursak şunu görürüz: CHP peş peşe yanlış adımlar attı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bakalım: 2014’te Ekmeleddin İhsanoğlu gibi, kaybedeceği baştan belli olan bir isimle ortaya çıktı. Burada maksat belli ki “AKP seçmeninden muhafazakâr bir isim sayesinde” oy toplamaktı. Erdoğan yüzde 51,79, İhsanoğlu yüzde 38,44 oy aldı. 2018 seçimlerinde CHP bu kez Muharrem İnce’yle ortaya çıktı. Muharrem İnce tercihindeki strateji tam anlaşılamadı. CHP bir ihtimal ‘ağzı iyi laf yapan’ bir isimle ortaya çıkmak istedi. Oysa seçmenin kafasını karıştırıp duran bu hamleler sonuç getirmiyordu. 2018’de de Erdoğan yüzde 52,59 oranında oy aldı. İnce’nin oyu yüzde 30’da kaldı.
Arada 2019’da İstanbul ve Ankara belediyelerinin kazanılması büyük bir motivasyon getirdi. 2023’e “Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş aday olsa mı?” soru işaretleri eşliğinde gidildi. Ancak Kılıçdaroğlu Altılı Masa’yı kurdu ve muhafazakâr partilerle ittifakın galibiyet getireceğine inandı. CHP yine muhafazakâr seçmenin aklını çelmeye girişti, özetle. Bu kez Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu olarak belirdi. İthal aday olmayacaktı. Fakat bu da sonuç getirmedi. Altılı Masa’daki karmaşık kompozisyon belki de seçmeni ikna etmemişti.
Peki, neden bu mağlubiyet en kritik mağlubiyet oldu? Öncelikle muhalefet cephesi ekonomik kriz ve deprem suistimallerinin etkisiyle Erdoğan’ın seçimi kaybedeceğinden hayli emindi. Böyle bir tabloda bile Erdoğan’ı yenememek açıkçası moral bozucudur. Ancak belki de bütün mesele burada. CHP, milliyetçi muhafazakâr ortaklarına çok güvenmek ve ekonomik krize bel bağlamak dışında pek bir şey yapmadı. Sosyal medyaya saplanıp kalındı ve geliştirilen en büyük argüman da “Kılıçdaroğlu iyi insan, dürüst siyasetçi” oldu. Bu stratejiye itiraz edecek gibi olanların sesi çıkamaz hâle geldi.
Şimdi bu yenilginin ardından CHP’nin nasıl adımlar atacağı merak konusu. Ancak öyle anlıyoruz ki CHP yönetiminde kapsamlı bir özeleştiri gündemde değil. Seçmeni hiç ilgilendirmeyen MYK değişimi, şu aşamada yeterli görüldü. CHP’den bir muhasebe beklemeli miyiz, ondan da emin değilim. Görünen, “Yerel seçimlere kadar kimse kıpırdamasın, orayı da kaptırmayalım” türünden bir tutum. Savunmada kalmanın siyasi bir kazanç getirmeyeceği belli ki hâlâ anlaşılamadı. Yeni bir ses, yeni bir nefes lazım ama... Aması mühim işte.