Kılıçdaroğlu şimdi böyle bir siyasetçiyle böyle bir protokole imza attığı için eleştiriliyor. Gayet doğal. Siyaset denen faaliyetin tatsızlığı şurada: Bu protokole rağmen pek çok kişi kendini yine de Kılıçdaroğlu’na oy vermek mecburiyetinde hissedecektir. İktidar cephesinde ise artık açık açık ‘montaj videolar’ savunulmaya başlandı. Şunu söylemek herhâlde mümkün: Erdoğan’ın seçmenleri açısından o videonun gerçek olup olmaması hiç önemli değil; yalan da olabilir. Yeter ki Kılıçdaroğlu zan altında kalsın.
2019 yerel seçiminde, şu günlerdeki gibi o zaman da hapiste bulunan HDP eski Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, CHP’yi işaret ederken “Gerekirse bağrınıza taş basın, ama mutlaka sandığa gidip ‘Faşizme hayır’ anlamına gelecek oyunuzu kullanın” demişti. Burada HDP seçmenine ve kendisine siyasi olarak yakınlık duyanlara sesleniyordu ve CHP’nin ideal bir seçenek olmadığını, ancak, yeni bir döneme girilmesini sağlamak adına Ekrem İmamoğlu’na oy verilmesinin gerekli olduğunu söylüyordu.
Aradan dört yıl geçti. Şimdi Cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci turun kapısına geldik. İlk turda Erdoğan yüzde 50’yi aşamazken, Kılıçdaroğlu da Erdoğan’ın yaklaşık dört puan gerisinde kaldı.
14 Mayıs’tan sonra yaşadığımız günler, doğrusu, ülkenin demokratikleşmesi açısından hiç de umut verici değil. ATA İttfakı’nın, ya da ittifakın adayı Sinan Oğan’ın aldığı yüzde 5’lik oyun, ikinci turda öyle ya da böyle belirleyici olacağı ortadaydı. ATA İttifakı’nı oluşturan aktörlerin sert milliyetçi söylemlerle oy topladığı da ortadaydı. İttifakın sözcülerinin yapacağı tercihin, seçmenleri için bir ‘kesin komut’ anlamına gelmeyeceği de biliniyordu, ancak tercihlerinin ne yönde olacağı da önemliydi.
Önce Sinan Oğan tercihini belli etti. 28 Mayıs’a giderken pazarlık kapısını açık tuttuğu gerekçesiyle hem Erdoğan’dan, hem de MHP’de azar işitmesini önemsemedi ve Erdoğan’a destek vereceğini açıkladı. Bu, 14 Mayıs akşamı tahmin ediliyordu ama kararın bahsettiğim bu sert azarlamalardan sonra gelmesi yine de bir miktar şaşkınlık yarattı.
Sonra, artık dağılmış olan ittifakın diğer aktörü yani Zafer Partisi’nin genel başkanı Ümit Özdağ’ın açıklaması geldi. Uzun pazarlıklardan sonra Özdağ Kılıçdaroğlu’na destek vereceğini söyledi. Ancak bu kez ortada bir de protokol var.
Protokolün şu maddesi hayli ilginç:
“Terörle mücadele çerçevesinde, terörle bağlantısı hukuki kanıtlarla sabit olan mahalli idare yöneticileri yerine devlet görevlileri ataması uygulamasına yargı kararı çerçevesinde devam edilecektir. Terörle müzakere değil, mücadele edilecektir. Türkiye’nin milli ve üniter devlet yapısını hedef alan hiçbir siyasi ve hukuki düzenlemeye izin verilmeyecektir.”
Kürt bölgelerindeki belediyelerin seçilmiş başkanları görevden alınırken AKP yargı kararı aramıyordu. Bu açıdan belki bu tutum bir adım ‘ileride’ bir karar gibi görülebilir. Ya da görülebilir mi? Diyelim ki kesinleşmiş bir yargı kararı geldi, ancak teamül zaten yeni başkanı belediye meclisinin belirlemesi değil miydi? Neden mutlaka bir ‘devlet görevlisi’? Bu maddenin Kürt seçmenlerin içini rahatlatması mı bekleniyor?
Bunların yanı sıra Özdağ’ın son yıllardaki siyasi performansı da, herhâlde eşitlik ve özgürlük adına Kılıçdaroğlu’na oy vermiş, önümüzdeki Pazar günü de oy vermeyi düşünenlerin içini sıkıntı basmasına neden olacaktır. Göçmenler konusunda Avrupa’daki aşırı sağ partileri hiç aratmayan Özdağ, Ermeni Soykırımı’nı icra edenleri hayırla anmasıyla da biliniyor.
Kılıçdaroğlu şimdi böyle bir siyasetçiyle böyle bir protokole imza attığı için eleştiriliyor. Bu da gayet doğal. Siyaset denen faaliyetin tatsızlığı şurada: Bu protokole rağmen pek çok kişi kendini yine de Kılıçdaroğlu’na oy vermek mecburiyetinde hissedecektir. Muhtemelen, bu hafta röportaj yaptığımız siyaset bilimci Edgar Şar’ın işaret ettiği durumu dikkate alarak, yani en azından tek bir kişi ve tek bir partinin tüm sisteme hâkim olduğu bir yapıdan kurtulup, hiç olmazsa güçler ayrılığının mümkün mertebe geçerli olacağı bir sisteme dönüş umuduyla. Ancak Altılı İttifak+İmamoğlu/Yavaş+Ümit Özdağ ittifakından ne bekleneceği de soru işareti.
İktidar cephesinde ise artık açık açık ‘montaj videolar’ savunulmaya başlandı. Erdoğan seçim kampanyasının başından beri CHP’nin tanıtım videolarında PKK üyelerinin de yer aldığı yönündeki dezenformasyonu yaymaktaydı. Bu montajlanmış videoyu mitinglerde bile gösterdi. Katıldığı son canlı yayında, söz konusu videoyu “Ama montaj, ama şu bu” sözleriyle savundu. Özetle, montaj olduğunu kabul etti. Hiç yüksünmeden.
Şunu söylemek herhâlde mümkün: Erdoğan’ın seçmenleri açısından o videonun gerçek olup olmaması hiç önemli değil; yalan da olabilir. Yeter ki Kılıçdaroğlu zan altında kalsın. Kılıçdaroğlu ise bu kampanyada dürüstlük timsali olarak boy gösterse de ve buna hakkı olsa da, milyonlarca seçmenine “Bağrınıza taş, kaya, ne basarsanız basın” demeye getirdi.
Ne yapalım, siz ne dersiniz?