Bu ülkede Atatürkçü Kurucu İrade 1919’u izleyen zor yıllarda ülkenin temel düzenini kurmuş, ondan sonra da 1950’den itibaren epey düşe kalka da olsa bu düzen demokratikleştirilmeye başlanmıştır. Şu anda ise, yaklaşık son beş yıldır bu ağır-aksak demokratikleşme tarumar edilmeye çalışılmaktadır. “Parantez”, işte bu tarumar etme çabasının adıdır.
Herkes üç gün sonra yani 28 Mayıs’ta sandıklardan ne çıkacağı üzerine tahminler bekliyor ama bu yazı onun üzerine değil. Üç gün daha bekleyip göreceğiz. Bu yazı, kim kazanırsa ülke ne olur, onun üzerine.
Başlığı hemen açayım. “Parantez” kelimesi iktidardakilerin kullandığı bir laf. Diyorlar ki, bu Cumhuriyet şimdiye kadar bir parantezden ibaret idi, temel düzen biziz, şimdi biz geldik ve o parantezi ortadan kaldırıyoruz.
Bu terimi bilirler mi bilmezler mi meçhuldür ama bunların “parantez” dedikleri Cumhuriyet, anayasa hukukunda “Kurucu İrade” kavramıyla ifade edilen ana düzendir. Kurucu İrade devleti kurar ve ana ilkelerini belirler. Ondan sonra gelenler onda değişiklikler yapabilirler ama bu değişiklikler ana yapının temelini (burada laik Cumhuriyet) değiştiremez. Eğer değiştirmeye kalkan olursa, aynı coğrafyada bambaşka bir ülkeden ve bambaşka bir “Kurucu İrade”den bahsediliyor demektir.
Olay şudur:
Bu ülkede Atatürkçü Kurucu İrade 1919’u izleyen zor yıllarda ülkenin temel düzenini kurmuş, ondan sonra da 1950’den itibaren epey düşe kalka da olsa bu düzen demokratikleştirilmeye başlanmıştır.
Şu anda ise, yaklaşık son beş yıldır bu ağır-aksak demokratikleşme tarumar edilmeye çalışılmaktadır. “Parantez”, işte bu tarumar etme çabasının adıdır. Ana metne tükürükle yapıştırılmak istenen Tek Adam Rejimi’dir.
***
Bu yapıştırılmak istenen ve maazallah Erdoğan 28’inde Kılıçdaroğlu’ndan fazla oy alırsa yeni bir dönemde ülkeye tekrar tebelleş olacak dinbaz Tek Adam Rejimi, en azından şu sebeplerle parantezin ta kendisidir:
1) Zaman faktörü: Laik Cumhuriyet yaklaşık 100 yıldır faaliyettedir ve şu anda tarumar edilmeye çalışılan temel düzen ve kurumları 1919’dan itibaren fevkalade zor koşullarda oluşturarak hayata geçirmiştir. Sadece Düyun-ı Umumiye borçlarının son taksitinin 1954’te ödendiğini bilmek bile yeter. Yalnız, Avrupa’da faşizmin kol gezdiği bir dönemde devleti kurarken “homogenlik” uğruna Gayrimüslimlere ve Kürtlere yapılıverenleri dışarıda tutuyorum.
Tabii, bu yaklaşık bir asır içinde bu düzeni koruma telaşıyla yetki suiistimaline “ilericilik” adına girişip 1930’ları 21. yüzyıla taşıyan aşırılar, başörtülü kadınların üniversiteye (yüz çiçeğin açması gereken üniversiteye!) ve TBMM’ye (halkın meclisine!) girmesini yasaklamışlardır. Sonuçta, din temelli tarumar çabalarını farkında olmadan desteklemişlerdir.
Fakat hatırlamak gerekir ki, o dönemlerde otoriter bir yönetim sürdüren Cumhurbaşkanı İ. İnönü, 1950 seçimlerinden hemen önce kendisine gelip ‘Bunlara iktidarı veremezsiniz paşam!’ diyen “Halk Partili” generalleri elinin tersiyle itmiş ve seçimi kazanan DP’ye iktidarı suhuletle devretmiştir. Yine İnönü, Menderes rejimini sona erdiren 27 Mayıs 1960 darbesinin 16 ve 17 Eylül 1961’de icra ettiği üç idama da engel olmaya çalışmıştır ki, bu rezil idamlar 6 Mayıs 1972’de “Üç Fidan”ın idamına yolu açacaktır.
Bunlar, evrilmesi epey çaba isteyen bir parti olan CHP’nin insana umut ışığı gösteren evrim çabalarıdır ve bu çabalar bugün Kılıçdaroğlu’yla umulmadık kadar güçlü biçimde devam etmekte, yakın gelecek için cidden umut vermektedir.
2) Halk faktörü: Bu tarumar etme çabalarına şu anda nüfusun yarısı temelden karşıdır. Bu çabaların nereden kuvvet aldığı malumdur: a) Hemen yukarıda sözünü ettiğim başörtüsü yasaklama aptallığı; b) İktidarın dağıtacağı umulan nimetlerin beklentisi; c) Bizzat Tek Adam Rejimi’nin yarattığı derin yoksulluk ortamında Tek Adam’ın maharetle manipüle ettiği milliyetçilik ideolojisinin yarattığı düşman imajları.
3) Dünya tarihi faktörü: Türkiye taa 1718-30 Lale Devri’nden başlayarak sürekli bir Batılılaşma süreci içinde olmuştur. Ve aslında bu Kurucu İrade’nin başlangıcı 1718’e bile değil, ülkemizin amaç olarak belirlediği Batı dünyasında din’in egemen olduğu Orta Çağ’ın sona erişine tarihlenmelidir.
Şu anda özellikle mülteciler meselesi otoriter rejimlerin ortaya çıkmasını sürüklemiş bulunuyor. Fakat bunlar böyle devam edemeyeceklerdir. Batı düzeni, altyapısıyla ve üstyapısıyla bunları zaman içinde biçimlendirecektir.
Erdoğan’ın din ve otoriterlik temelli Tek Adam Rejimi milliyetçilik ideolojisini kullanmak suretiyle Batı değerlerine karşı çıkmaktadır ve bu da en büyük zayıflığıdır. Tarih içinde Hitler ve Mussolini rejimleri bile o kadar korkunç baskılarına rağmen Batılı Kurucu İrade faktörünü alt edememişlerdir.
***
28’inde kimin kazanacağını bilemem. Ama Erdoğan kazandığı takdirde oluşacak korkunç ekonomik bunalım ortamının nihayetinde neler olacağını sanırım bilmekteyim.
Not: CHP’ye kayyım uygulamasını şeddeli olarak () kabul ettiren Ümit Özdağ, Cumhurbaşkanlığını istemek varken her nedense sadece İçişleri Bakanlığını istemiş. Hayret.