İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık’ın “Yaşayan Kur’an Türkçe Meal-Tefsir” adlı kitabına İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği yayın yasağı ve toplatma kararı getirdi. Orta Çağ’da, uygun görmediği kitapları Papalık bizzat yasaklıyordu. 21. yüzyıldaki Tek Adam Rejimi’nde bu yasaklama işinin “Laik Türkiye Cumhuriyeti’nde” Diyanet’e düşeceği beklenirken, onun nasıl bir İslam istediğini herhalde iyi bilen İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğine düşmüştü görev.
Farkında mısınız, Yargı’da çok önemli ve çok hayırlı bir olay vuku buldu bikaç gün önce. Başından alırsak, şöyle:
Tek Adam Rejimi, Devlet dediğimiz mekanizmanın 4 unsurundan belki de en önemlisi olan Yargı’yı (diğerleri: Yürütme, Yasama, Millet/Kamuoyu), adalet bakanının vesayeti altına soktuğu Hâkim ve Savcılar Kurulunu (HSK) kullanarak kendi vesayeti altına almıştı. Bunu da çok basit ve hukuken fevkalade saçma ve hiç görülmemiş bir yöntem kullanarak yapmıştı:
Hukukun en temel ilkelerinden biri, mahkemeler arasında hiyerarşi olmasıdır. Yani, bir mahkemenin kararına itiraz, o mahkemenin bir üstüne yapılır. Ör. Sulh ceza mahkemesinin kararına karşı asliye ceza mahkemesine, asliye cezanın kararına karşı da ağır cezaya gidersiniz.
Tek Adam Rejimi bunu 28 Haziran 2014’te büyük bir “cesaret”le sildi attı. Acayip gelebilir ama, şöyle söylersek sanırım daha iyi algılanacaktır:
İnsanlar, kanuni itirazlarını artık yukarı doğru değil, yana doğru yapacaklardı. Rejim’in yandaşlar arasından büyük “titizlik”le seçtiği sulh ceza yargıçlarının (yeni adı: sulh ceza hâkimliği) kararlarına itirazın asliye cezaya değil, numara sırasına göre (1., 2., 3. vs.) bir diğer sulh ceza hâkimliğine yapılması kuralı getirilmişti.
Getirilmişti, çünkü Rejim’in en temel baskıları bu tek hâkimli ve cumhuriyet savcısız sulh ceza hâkimlikleri tarafından uygulanıyordu artık. Bunlardan bikaç tanesi:
Gözaltına alma veya tutuklama, kitap yasaklama, sitelere erişimi yasaklama, arama ve elkoyma, müdafinin dosya inceleme yetkisini kısıtlama, dosyayla ilgili yayın yasağı koyma, kovuşturmaya yer olmadığı (yani, sanığı aklama) kararı verme, vb.
Sulh ceza hâkimliği kararlarına karşı istinaf veya temyiz yoluna da başvurulamıyordu.
Artık konumuza, daha doğrusu onun ilk aşamasına gelebiliriz:
***
İlk aşama derken:
İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık’ın “Yaşayan Kur’an Türkçe Meal-Tefsir” adlı kitabına İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği yayın yasağı ve toplatma kararı getirdi. Karara gerekçe olarak, kitabın “İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı unsurlar içermesi” gösterildi.
Orta Çağ’da, uygun görmediği kitapları Papalık bizzat yasaklıyordu ve hatta tüm Katoliklerin izinsiz okuması mümkün olmayan bu yasak kitapların resmî bir liste adı bile vardı: Index Librorum Prohibitorum.
21. yüzyıldaki Tek Adam Rejimi’nde bu yasaklama işinin “Laik Türkiye Cumhuriyeti’nde” Diyanet’e düşeceği beklenirken, onun nasıl bir İslam istediğini herhalde iyi bilen İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğine düşmüştü görev.
İlahiyatçı Eliaçık tepki gösterdi: "Diyanet genelgeyle meal tefsir toplattırıp imhalara başlamış bulunuyor. 2019'da yayınlanmış bu genelgedeki toplatma ve imha lafları Anayasanın düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetini düzenleyen 26. maddesine açıkça aykırıdır. Bana göre de Diyanet’in meali hatta kendisi İslam dininin temel niteliklerine aykırı. Bu karar tek adamlığın giderek bir dinî diktatörlüğe dönüştüğünü göstermektedir."
Yasaklamaya çok sayıda isimden, bu arada da İlahiyatçı Cemil Kılıç’tan tepki geldi: "Diyanet, kitap yasaklatarak kendisinin kilise olduğunu ilan etti. (…) Diyanet yeni bir kilise olarak mı yoluna devam edecek?"
***
Ve nihayet, en başta sözünü ettiğim çok önemli ve çok hayırlı olay vuku buldu. Türkiye yargısının sulh ceza hâkimlikleri üzerinden iktidarın vesayetine alındığı ortamda bir İLK yaşandı: İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararı, başka bir “yan” sulh ceza hâkimliği tarafından (usulden de olsa) bozuldu. Yani, kitaba getirilen yasak kaldırıldı.
Bunda Kılıçdaroğlu’nun sahneye özgürlükçü bir söylemle çıkışının rolü ne kadardır yani Yargı bürokrasisi havayı koklayıp ona göre mi karar vermiştir, yoksa iktidarın baskılarına değil hukukun ilkelerine önem veren bir yargıç mı söz konusudur, buralara girmek istemiyorum. Belki de, Yargı’yı ürkütebilmenin de bir haddi mevcuttur.
***
Peki, İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin yasaklama kararını kaç numaralı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği bozdu?
“1 milyon dolarlık soru” derler ya, öylesinden.
Bozma kararını verenin İstanbul’daki kaçıncı Hâkimlik olduğunu bilmiyoruz. Çünkü ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık kararın fotokopisini Twitter’da yayınlarken tüm Hâkimlik isimlerini her geçtiği yerde teker teker karalamış. Okunamayacak biçimde.
Neden karalamış, merak edip öğrendim. Yaygın uygulama şöyleymiş:
Belli bir kararı veren yargıcın adı ve mahkemesi basında açıkça yazılabiliyormuş. (Örneğin, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi başkanıyken çok sayıda kişiyi -S. Demirtaş, S. S. Önder, C. Kaftancıoğlu, S. Kozağaçlı, Can Dündar, Barış Akademisyenleri, ÇHD avukatları…- mahkum eden, AYM’nin Enis Berberoğlu hakkında verdiği ihlal kararını da tanımayan, ardından Nisan 2021’de birinci sınıf hâkimliğe terfi ettirilerek Haziran 2022’de Adalet Bakan yardımcısı yapılan Akın Gürlek’in adı yaygın olarak biliniyor.)
Fakat Tek Adam Rejimi sosyal medyaya özel bir “önem” atfettiği için, yaygın uygulama olarak sosyal medyada sadece kararı veren (veya bozan) sulh ceza hâkimliğinin adı veriliyor, yargıç isimleri ise zikredilmiyormuş. Çünkü isimleri yazıldığında belli durumlar meydana gelirse, sulh ceza hâkimleri tazminat davası açabiliyorlarmış.
Şöyle ki, kitabı yasaklama kararının iptaline sinirlenebilecek bir yandaş, hâkime şu veya bu biçimde hakaret veya tehditte bulunursa, “kamu görevlilerinin hedef gösterilmesi” babından yazar İ. Eliaçık sorumlu tutulurmuş.
O nedenle, olayların nereye gideceği belli olmayan böylesi bir İLK durumunda İ. Eliaçık duble ihtiyatlı davranmak ihtiyacını hissetmiş olmalı.
Burası Tek Adam Rejimi altındaki Türkiye.