Siyasi yasak, sessizce kabullenilmesi değil, tam tersine mücadele edilmesi gereken bir iktidar hamlesi. Kritik anlarda bu tür hamlelerle yüzleşmek gerekir. Aynı AKP’nin 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde 27 Nisan muhtırası ile yüzleştiği ve kabullenmediği gibi. Ya da Bülent Ecevit’in 1971’de 12 Mart muhtırasının dümen suyuna girmeyişi ve kurulacak hükümete İsmet İnönü liderliğindeki CHP’nin destek vermesine karşı çıkarak CHP’deki görevinden istifa etmesi, oylamaya katılmayışı gibi.
2022’nin son saatleri artık. 2023’e giriyoruz. Olağandışı bir gelişme olmazsa altı ay sonra hem Cumhurbaşkanlığı hem de TBMM seçimi var. Yani seçim sath-ı mailine çoktan girmiş bulunuyoruz. Bulunuyoruz ama, ana muhalefet bloğunun Cumhurbaşkanı adayı belli değil.
Normalde bunun tuhaf bulunması gerekir. Bulunuyor da. Süreci yakından izleyen gazeteciler, muhalefet çevreleri, adayın netleşmemiş olmasındaki tuhaflık üzerinde haklı olarak duruyorlar. İktidar çevreleri ise başka bir açıdan bunu merak ediyor. Onlar da rakiplerini görmek istiyorlar. Anladık, sırf iktidar öyle istiyor diye aday açıklamamak bir gerekçe olabilir ama bunu nereye kadar sürdürebilirsiniz? Çok açık ki aday artık netleşmeli, kampanya artık başlamalı.
Başlayamıyor. Bunda muhtemelen Altılı Masa içindeki anlaşmazlıklar etkili. Masanın CHP’den sonra gelen ikinci büyük ortağı İYİ Parti, açık açık söylemese de Kılıçdaroğlu’nun adaylığı fikrine hiç sıcak bakmıyor. Bu çok belli. Sadece siyasi yasak içeren mahkeme kararı sonrası İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na Akşener’in verdiği destekten bahsetmiyorum. Basit bir mantık yürütsek bile durum ortaya çıkıyor. Eğer İYİ Parti Kılıçdaroğlu’nun adaylığını onaylasaydı, CHP lideri çoktan adaylığını ilan etmişti.
Bunun dışında CHP ve İYİ Parti’nin seçmen çevresi ve muhalif kamuoyu da Kılıçdaroğlu’nun adaylığına ikna olmuş değil. Bu da havada asılı bir duman gibi, elle tutulmasa bile gözle görülüyor. Dolayısıyla burada adı konulmamış bir krizden bahsedebiliriz herhalde. Kameralar önünde verilen tüm samimi fotoğraflara rağmen.
İmamoğlu’nun aday olmamasını isteyen CHP çevreleri için, yargının getirdiği ancak henüz üst mahkemede kesinleşmemiş siyasi yasak, bir tür can simidi. Daha önce de yazmıştım, Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını isteyen çevreler İmamoğlu’nun adaylığı konusunda “E, yasak kesinleşirse ne yapacağız? Adaysız kalırız” diyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da ayrı bir kulvardan bu çevrelerin yardımına koşuyor ve İmamoğlu aleyhine yeni dosyalar, suçlamalar getiriyor. Bunlar açıkçası hiç de ikna edici olmayan raporlar ve suçlamalar.
Bütün bu tablo içinde CHP lideri Kılıçdaroğlu medya mensupları ile biraraya geldi. Toplantıda bir gazetecinin, “Aday açıklanmadıkça bunun halkta bir negatif etki yarattığını düşünüyor musunuz?” sorusu üzerine Kılıçdaroğlu, medyayı kastederek, şöyle demiş: “Negatif etki yaratan sizsiniz. Biz değiliz. Sarayın medya üzerindeki baskısı. Biz onlara göre mi belirleyeceğiz adayımızı? Bizim adaydan çok daha önemlisi sistem. Ama biz kural istiyoruz. Biz kurtarıcı kral aramıyoruz, biz demokrasi arıyoruz”
Kılıçdaroğlu ayrıca şunları da demiş: “ 'Bizim cumhurbaşkanı adayımızın nitelikleri şudur' dedik, kamuoyundan soru geldiği için. Altılı Masa’da bu konu hiç konuşulmadı. Sizler sürekli sorduğunuz için biz size yanıt vermek zorunda kalıyoruz. Altılı Masa’nın gündeminde bu konu hiç yok. 5 Ocak'ta hükümet programı ve yol haritası üzerinde çalışacağız"
Tüm bu sözlerden şu anlam çıkıyor: Altılı Masa için adaylık konusu öyle öncelikli bir konu değil. Ayrıca adaylık konusunu sürekli gündeme getirip negatif etki yaratan da medya. Aday değil sistem önemli.
Çok güzel ama öyle mi gerçekten? Bence hiç öyle değil. Adaylık konusunda bir kriz ya da en azından anlaşmazlık olduğu ortada. Bu belirsiz süreç daha ne kadar sürdürülebilir, ben de bilmiyorum ama daha uzun sürmesi Altılı Masa’ya zarar veriyor. Ve tabii Altılı Masa’ya umut bağlayan seçmenlere.
Kendi fikrimi de söyleyeyim madem. Bence Altılı Masa, İmamoğlu’nun adaylığını ciddi biçimde düşünmelidir. İmamoğlu’nun siyasi üslubunu beğenebilirsiniz ya da beğenmeyebilirsiniz. Ama muhalefet cephesi açısından siyaset nehrinin akışı 2019’dan yana bu yönde. Üstelik, siyasi yasak, sessizce kabullenilmesi değil, tam tersine mücadele edilmesi gereken bir iktidar hamlesi. Kritik anlarda bu tür hamlelerle yüzleşmek gerekir. Aynı AKP’nin 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde 27 Nisan muhtırası ile yüzleştiği ve kabullenmediği gibi. Ya da Bülent Ecevit’in 1971’de 12 Mart muhtırasının dümen suyuna girmeyişi ve kurulacak hükümete İsmet İnönü liderliğindeki CHP’nin destek vermesine karşı çıkarak CHP’deki görevinden istifa etmesi, oylamaya katılmayışı gibi. (AKP’nin de Ecevit’in de sonraki siyasi maceraları, ayrı bir meseledir)
Velhasıl. Siyaset her zaman değil ama kimi zaman resti görme ve risk alma işidir. Yakın tarihimiz bunun sayısız örnekleriyle doludur. Gerisi siyasi beceriye kalmış.