Geçen hafta Hatice Molla Salih davasını yazmıştım. Şimdi o ilginç olayı doğuran ortamı anlatmak istiyorum. Varılacak sonucu isterseniz söyleyeyim: Ege’de birbirine giren Türkiye ile Yunanistan, B. Trakya’da tam bir simbiyoz halindeler.
2000’lerden beri B. Trakya’yı yeterince izlememiştim. Aşağıda medyanın yanı sıra, buradaki azınlığa mensup çok sayıda bireyden ve B. Trakya çalışan araştırmacıdan edindiğim bilgileri özetleyeceğim. Her iki devletin bölgedeki politikasına ilişkin.
Geçen hafta Hatice Molla Salih davasını yazmıştım. Şimdi o ilginç olayı doğuran ortamı anlatmak istiyorum. Varılacak sonucu isterseniz hemen söyleyeyim: Ege’de birbirine giren Türkiye ile Yunanistan, B. Trakya’da tam bir simbiyoz halindeler. Simbiyoz, yani “iki farklı canlının tek bir organizma gibi birbirleriyle yardımlaşarak bir arada yaşamaları.”
Ve bunun sonucunda da B. Trakya Müslüman-Türk azınlığının gittikçe perişan olması.
***
Bu iki ülke, yaklaşık yüz yıl arayla birbirleriyle savaşarak birer ulus-devlet kurdular. Ulus-devlet, yani egemen etno-dinsel grup dışındaki kimliklere izin vermeyen baskıcı devlet türü.
1923 Mübadele Sözleşmesiyle Yunanistan’da bırakılan B. Trakya Müslüman azınlığı, Türkiye’de bırakılan Hristiyan Rumlarla aynı haklara sahip kılındı. Yani zamanın azınlık tanımı din üzerinden yapılmıştı. Bu nedenle azınlık, kaç-göç bilmeyen tamamen ladinî bir yaşam sürdürmesine rağmen, Özerklik ile İslam’ı hep aynı kalıp içinde mütalaa etti.
Yunanistan, tipik bir ulus-devlet olarak, daha önce imzaladığı 1881, 1913, 1920 ve 1923 belgelerine rağmen, 1920’den başlayarak, azınlık için özellikle o devirde çok önemli olan müftüleri seçtirme değil, atama yoluna gitti. Bir noktadan sonra bu durum ve diğer yoğun baskılar azınlığın Yunanistan’a yabancılaşması, bir Türklük bilinci oluşturması sonucunu doğuracaktır.
Sonuç, Yunanistan’ın atadığı “resmî” müftülere karşılık azınlığın camilerde seçtiği “gayriresmî” müftüler biçiminde ikili bir yapının doğması ve zamanla birincilerin Yunan devletinin, ikincilerin de Türkiye’nin iradesini yansıtır hale gelmesi olacaktır.
***
Baskı derken, mesela 2007’de kabul edilen fakat azınlığın direnmesi sonucu ancak 2014’te uygulanmaya başlanan “240 İmam Yasası”. Buna göre, müftünün altındaki imamların atamasını 5 Hristiyan’dan oluşan bir kurul yapıyor. Camilerde namaz kıldırmanın yanı sıra devlet okullarında din dersi vermekle ve Kur’an kurslarında hocalık yapmakla da görevlendirilen bu imamlar maaşlarını Yunan devletinden alan birer memur. Fakat 9 aylık sözleşmelerle. Yani sürekli bir Demokles Kılıcı.
Azınlık derneklerindeki “Türk” kelimesinin, “B. Trakya’da Türk yoktur, İskeçe Türk Birliği de olamaz” türünden Yargıtay kararlarınca yasaklanması. Mevcut 3 müftülüğün Yunan eğitim bakanlığına bağlı birer genel müdürlük düzeyine düşürülmesi. Lozan Md. 40’tan kaynaklanan eğitim hakkına müdahale. Yeni bina yapma ve özel okul açma yasağı. Bahçede çocukların Türkçe ilahiler ve şiirler okumasının önlenmesi. Hatta okul encümenlerinin, çocuklar okuldayken okula girmesinin yasaklanması ve okul hademelerini işe alması bile engellenerek bu yetkinin belediyelere devredilmesi. Saymakla bitmesi zor.
***
Peki, B. Trakya azınlığı gibi bölge nüfusunun yarısını oluşturan güçlü bir azınlığın tarihsel kurumları ve özellikle de müftülüğü bir AB ülkesinde devlet kontrolüne nasıl alınabiliyor? İşte, en başta söylediğim ve çok ilginç bir biçimde kurulan o simbiyoz sayesinde:
Geçen hafta yazdığımın aksine Türkiye B. Trakya’ya sadece şeriat ihraç etmekle kalmıyor. Kendisindeki otoriter ortamı da yine seçilmiş müftüler ve onların başkanlık yaptığı Batı Trakya Türk Azınlığı Danışma Kurulu (BTTADK) vasıtasıyla ihraç ediyor. Konuştuğum bütün azınlık mensupları aynı şeyi söylüyor:
Müftüler ve BTTADK B. Trakya’da her şeyi kontrole almış vaziyette. STK’lere seçilmiş/gayriresmî müftüden izin almadan açıklama yapmak, demeç vermek yasaklanmış. Başkonsolosluğa karşı görüş bildirenler, atanmış/resmî müftülerle işbirliği yapanlar cezalandırılıyormuş.
Cezalandırılma derken: Türkiye’ye gidip okuyacaklar burslarını kaybediyormuş, üniversiteye gitme hakları ellerinden alınıyormuş. Türkiye’de malı mülkü olanlar ayrıca korku duyuyorlarmış. Buradaki Ziraat Bankası şubesi kredi alırken zorluk çıkartıyormuş. Kara listeye alınıp Türkiye’ye girmeleri engelleniyormuş (aynı şeyi Yunanistan da Türkiye’ye göçüp Türk vatandaşı olmuş ve kendisine karşı çıkan azınlık mensuplarına yapıyor). İmamlar kullanılarak, istenmeyen kişiler “hain”, “gavur” etiketiyle toplumdan dışlanıyormuş. İnsanlar konuşmaktan korkuyorlarmış. Bu arada, bazıları, Türkiye’de 2023'te yapılacak seçimlerde bir rejim ve iktidar değişikliği beklentilerini özlemle dile getiriyorlarmış.
***
Peki, havuç olmadan sopa nasıl tek başına bu kadar etkili olabiliyor? Oluyor, çünkü şu sıralar B. Trakya’da herkesin “Bu bizde herkesin malumudur” diyerek dile getirdiği bir iddia da, seçilmiş/gayriresmî müftülerin ve imamların ücretlerinin Türkiye’den gittiğine ilişkin. Ayrıca cami mütevelli heyetleri köylerde hane başına 100-200 Avro topluyormuş “imam hakkı” diye; imamlar bu parayı kıldırdıkları namazlar karşılığında alıyorlarmış. Ayrıca, “Kur’an öğrettiği için” para alıyor imam. Yani seçilmiş-tayinli kavgasından yüzlerce imam istifade etmekte.
Görüştüğüm arkadaşlardan biri gönderdi, söz konusu ücretleri Türkiye’nin ödediğini Rodop Milletvekili İlhan Ahmet de, ABD Selanik Başkonsolosluğu raporundan Wikileaks’e sızan bir belgeye göre, ABD büyükelçisine söylemiş. .
Sahada durum böyleyken Türkiye’nin bu etkisine gelen tepkileri fırsat bilen Yunanistan da ehil olmayan kişileri müftülüğe tayin etmek suretiyle bu önemli kurumun altını oyup halkın gözünde meşruiyetini zayıflatıyor.
Sonuçta, Yunanistan müftülük kurumunun Yunanlılaştırılması için gayret ediyor, onu bir devlet kurumu yaparak uluslararası ve ikili antlaşmalardaki özerkliğini kaldırıyor, Türkiye’deki Tek Adam Rejimi de B. Trakya’yı bir arka bahçeye çevirmeye çalışıyor.
Yani sonunda olan azınlığa oluyor. Konuştuğum kişiler, insanların soru yanıtlamaktan çekindiğini, avukatların bile takip edenler-dinleyenler olabilir diye endişe izhar ettiklerini söylüyorlar.
***
Türkiye’deki rejim, Yunan baskısının yarattığı ortam sayesinde kendini B. Trakya’ya klonlamaya çalışıyor.
Bu Rejim aynı şeyi KKTC’ye 2009’dan itibaren yapmaya, bu manevi kolonimize Şeriat + Rejim ihraç etmeye çalıştı.
Tarikatların önünün açılması üzerine kamu çalışanları zorla din derslerine götürüldü. T.C. Spor Bakanlığının Kırşehir’de düzenlediği gençlik kampına katılan KKTC’li 46 öğrenciye programda olmamasına rağmen mevlit dinletilip katılımı zorunlu maneviyat dersi verildi. Kasım 2011’de Haspolat Meslek Lisesi İlahiyat Bölümü açıldı ve 2012-2013 ders yılında imam-hatip lisesi niteliğindeki Hala Sultan İlahiyat Koleji faaliyete geçti. T.C. Yardım Heyeti (şimdiki adı Kalkınma ve İşbirliği Ofisi) tarafından kültür hizmetleri kaleminden cami inşa faslına ciddi miktarda para aktarıldı.Fakat bütün bu çabalar KKTC’nin sadece yasaları uygulayan bürokrasisinin ve yargısının duvarına çarptı. Kur’an kurslarının devlet okullarında yapılmasına öğretmen sendikaları büyük tepki gösterdi. Din dersleri 2018’de yine seçimlik hale getirildi, sendikalar da kursların okullarda yapılmasını engellediler. Türkiye’den gelen para olmasa memuruna aylık maaş veremeyen KKTC’ye Ankara Beştepe misali bir Külliye yapma planı çok ciddi tepki yarattı.
Daha da önemlisi, Yargı çok sağlam durdu: Haziran 2022 başında, BRT (Ada’nın TRT’si) Genel Müdürü Meryem Özkurt Lefkoşa’daki bir mahkeme tarafından seçim yasaklarını ihlalden 2 ay hapse mahkûm edildi: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce, uyarılmasına rağmen, Ersin Tatar’ın Ankara’nın desteklediği aday olduğu izlenimi yaratacak iki merasimin yayımlanmasına aracı olmuştu.
Çünkü KKTC sivil toplumu, daha önce de anlatmıştım bir İngiliz emperyalizmi dönemi yaşamıştı; böyle şeylere izin vermedi.
B. Trakya’nın böyle bir geçmişi olmadığı için şimdi zor yoldan öğrenecek. Üstelik, şeriat ile özerkliği aynı kalıpta düşünmeye alışmış bir ortamda ve o acayip simbiyoz’a rağmen