İktidar açısından buradaki riyakarlık elbette çok fena halde sırıtıyor ama sonuçta diyalog, her zaman diyalogsuzluktan iyidir. İşin bu kısmını, iktidar öyle istiyor diye sabah akşam HDP’ye nefret yazıları döşenen kanaat önderleri, köşe yazarları düşünsün. Ancak burada herhalde asıl olarak CHP’nin düşünmesi gereken bir durum var.
AKP heyetinin başörtüsü konusunda olası bir Anayasa değişikliğine destek bulmak amacıyla HDP’yi ziyaret etmesi, siyasetin başlıca gündem maddelerinden biri. Böyle olması çok normal zira 2015 seçimlerinden beri, yani HDP ve Demirtaş siyasetin başat aktörlerinden biri olalı beri, MHP ile ve Ulusalcı kesimle ittifak kuran AKP, Kürt meselesinde baskı politikasını seçmişti. Bu çerçevede Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, İdris Baluken gibi isimler hapse atıldı, halkın oylarıyla seçilen HDP’li belediyelere kayyım atandı, Diyarbakır başta olmak üzere seçilmiş belediye başkanları da yine hapse atıldı.
AKP’nin “seçtiği” bir politika bu. Çok kabaca, Haziran 2015 seçimlerinde AKP’nin tek parti iktidarını yitirmesiyle başladı. Çözüm sürecinin sona erdirilmesi ve yeniden başlatılan savaşla gidilen Kasım 2015 seçimlerinde AKP tek parti iktidarını, ancak MHP desteğiyle geri alabildi. Yani aslında 2015’ten beri bir koalisyon var. Ama AKP ve Erdoğan için HDP ve Demirtaş “meselesi” bitmemişti. Hem Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde söylediği “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünün öcünü almak, hem de Suriye’de ve çözüm süreci atmosferinde Türkiye’de Siyasal Kürt Hareketi’nin kazanımlarını ezmek için, sert bir baskı politikası uygulandı. Böylece MHP’nin yanısıra eski derin devlet çevreleri de Erdoğan’ın yanında kümelendi.
Bu atmosferde HDP sürekli (eldeki medyanın da gücüyle) kriminalleştirilerken, CHP’nin de HDP ile olası bir ittifak kurmasının önüne geçilmeye çalışıldı. Buna zaten o kadar da hevesli olmayan CHP, yaratılan atmosferde HDP ile ilişkiler konusunda hayli dikkatli davrandı. Ancak aslında bu da bir işe yaramadı ve iktidar ve medyası tarafından (buna ulusalcı medya da dahil) HDP ile, PKK ile işbirliği içinde olmakla suçlandı. Hal böyle olunca CHP, HDP konusunda iyice sindi. Halbuki siyasetin gereğini yapsa, zaten bu kadar suçlanacaktı.
Şimdi tablo birdenbire değişti. CHP lideri Kılıçdaroğlu başörtüsüne yasal güvence getirme çıkışı yapınca, Erdoğan bunu hemen değerlendirdi ve “Gelin o zaman bunu Anayasa’ya koyalım” dedi. CHP topun tekrar kendi eline gelmesinden rahatsız ve şimdi elindeki topu ne yapacağını düşünüyor. AKP ve MHP’nin ise TBMM’de tek başlarına Anayasa’yı değiştirme güçleri yok. O yüzden başka partilerin desteğine muhtaçlar.
AKP de kalktı HDP’yi ziyaret etti. İktidar açısından buradaki riyakarlık elbette çok fena halde sırıtıyor ama sonuçta diyalog, her zaman diyalogsuzluktan iyidir. İşin bu kısmını, iktidar öyle istiyor diye sabah akşam HDP’ye nefret yazıları döşenen kanaat önderleri, köşe yazarları düşünsün.
Ancak burada herhalde asıl olarak CHP’nin düşünmesi gereken bir durum var. “Ne derler?” diye siyaset yaparsanız, böyle ofsaytta kalabilirsiniz. Kendi oyununuzu oynamalısınız. Ama tabii buradaki esas soru şu: CHP’nin böyle bir temasa baştan beri gönlü var mıydı? Yoksa Altılı Masa’daki beş sağ partiyle zaten mutlu muydu? Net hüküm vermeyeyim ama ikinci seçenek daha güçlü gibi gözüküyor.
Bu süreçte Altılı Masa’nın ikinci ayağı İYİ Parti’nin genel başkanı Meral Akşener’in yorumu ise hayli irkilticiydi. Şöyle dedi Akşener: “Beklenen nihayet gerçekleşti! 'Açılımcılar kumpanyası' yeniden seyircisiyle buluşuyor! Kumpanyacılar en sonunda merdiven altlarında yürüttükleri sufle çalışmasını bırakıp kamuoyuna resim verme aşamasına geldiler. Kumpanya afişi ve basın bülteni, şöyle olmalı: “Cumhuriyete karşı, el ele, omuz omuza…”
Böylesi süreçlerde AKP’ye muhalefet etmek için sözü evirip çevirip açılım sürecine, çözüm sürecine getirmek CHP’nin de sık sık yaptığı bir şey. Oysa yapılması gereken denklemi tekrar diyaloga, çözüm sürecine, normalleşmeye çekmek, Hükümet’i buna zorlamak. Ama baştan beri dediğimiz gibi: Buna gönülleri var mı? Yoksa "Biz hiçbir şey yapmayalım, HDP seçmeni bize oy versin, ama onu da çok belli etmeden" mi diyorlar?