Evet, biliyoruz, Türkiye ve Azerbaycan kardeş ülkeler, ancak bir savaşta ne olup bittiğine, hele ki can kayıplarına toplu olarak bakmak, insanlığın gereğidir. Bu basit ilke bile, Ermenistan söz konusu olunca unutuluyor ya da önemsenmiyor.
Ermenistan ve Azerbaycan tekrar savaşta. Üstelik bu kez konu Karabağ değil, savaş Ermenistan topraklarında cereyan ediyor. Ve çok sayıda can kaybı yaşanıyor.
12 Eylül’ü 13 Eylül’e bağlayan gece yarısı, ilk olarak, Ermenistan saldırı altında olduğunu duyurdu. Sonrasında da Azerbaycan, Ermenistan ordusunun sınırdaki sabotaj girişimine karşılık olarak aldığı önlemler çerçevesinde ateş açtığını açıkladı.
Bu gelişme Türkiye medyasına derhal “Ermenistan saldırı başlattı” şeklinde yansıdı. 2020’deki İkinci Karabağ Savaşı sırasında da aynı dinamik işlemişti. O zaman da Türkiye siyaseti ve medyası sadece Azerbaycan’ın yaptığı açıklamalara itibar etmişti. Ve böylece Türkiye’de Ermenistan’a yönelik geniş bir nefret atmosferi oluşmuştu. Denecektir ki, bu atmosfer ne zaman yoktu ki? Ancak böylesi ‘savaş’ zamanlarında bu tür tek taraflı bakış açıları tabloyu daha da ağırlaştırıyor.
İşin ilginç tarafı, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev 2020’den aylar sonra yaptığı açıklamada savaşı Azerbaycan’ın başlattığını açıklamıştı. Bu açıklama niyeyse Türkiye medyasında pek ilgi görmedi.
Şimdi de aslında hayli benzer bir durumla karşı karşıyayız. Elbette savaşı kimin başlattığını buradan bilmek çok zor ama 2020’de ağır bir mağlubiyet yaşayan ve askerî açıdan Azerbaycan’a kıyasla çok zayıf olduğu ortaya çıkan Ermenistan’ın savaş başlatması, hayatın olağan akışına pek de uygun görünmüyor.
Üstelik, Azerbaycan ve Türkiye, Ermenistan topraklarından geçecek bir koridor için bastırırken... Ve ek olarak, Azerbaycan kendi barış anlaşmasının Ermenistan tarafından imzalanmasını beklerken...
Ermenistan bölgede ulaşım kanallarının açılmasını istiyor ve kabul ediyor, ancak kendi topraklarından geçecek ve üzerinde kontrol hakkının olmadığı, Nahcivan ve Azerbaycan’ı birbirine bağlayacak bir koridora her fırsatta karşı çıkıyor. Türkiye ise bu koridorda ısrarlı, çünkü böyle bir hat, Ankara için iktisadi ve siyasi anlamda yeni fırsatlar anlamına geliyor.
Hatta Türkiye ile Ermenistan arasındaki normalleşme sürecinde bu koridorun Türkiye tarafından adı konmamış bir ön şart olarak masada olduğunu söylemek mümkün. Resmî açıklamalarda “Görüşmeler ön koşul olmadan ilerliyor” dense de bu koridor meselesinin gündemde ısrarla tutulması bu ihtimali düşündürüyor.
Velhasıl, tabloya baktığımızda Azerbaycan’ın, belki Rusya’nın da Ukrayna’yla meşgul olmasından faydalanarak böyle bir saldırıyla Ermenistan’ı ‘koridor’a ve ‘barış anlaşması’na mecbur etmeyi tasarlaması hayli akla yatkın.
Ancak belirttiğim gibi, Türkiye medyası ve siyaseti konuya hiç böyle bakmadı. Ermenistan’ın açıklamaları medyada hiç yer bulmadı. Üstelik, iki taraftan gelen can kaybı haberlerinde bile açık bir ayrım vardı.
Medyanın ve siyasi partilerin çok büyük bir kısmı Azerbaycan ordusunun can kayıplarına geniş yer verir ve üzüntülerini bildirirken, Ermenistan’da sanki hiç can kaybı yaşanmıyormuş gibi tablo sergiliyordu.
Evet, biliyoruz, Türkiye ve Azerbaycan kardeş ülkeler, ancak bir savaşta ne olup bittiğine, hele ki can kayıplarına toplu olarak bakmak, insanlığın gereğidir. Bu basit ilke bile, Ermenistan söz konusu olunca unutuluyor ya da önemsenmiyor.
Bu tablo, normalleşme süreci devam etse de (ki her şeye rağmen etmesi gerekir), sınır açılsa da, Azerbaycan ile Ermenistan arasında barış sağlansa da, Türkiye’deki Ermenistan düşmanlığının sürdüğünün ve süreceğinin göstergesi.
Bunda elbette son yıllarda yükselen milliyetçi ve İslamcı dalganın yanı sıra, Ermenistan’ın yıllar boyunca düşmanlaştırılmasının da payı var. Üstelik bu zihniyet sadece milliyetçi ve İslamcılara özgü değil; ulusalcılar, merkez sol ve hatta bir kısım sol da bu anlayışta.
Özetle, yine ağır bir atmosferin içindeyiz. Kâğıt üzerinde barış belki önümüzdeki günlerde sağlanır ama zihinlerdeki bir barışa, kardeşliğe ne yazık ki daha vakit var. Olsun, yine de barış için, diyalog için, bu coğrafyada eşit bir yaşam için çabalamaya devam. Gazetemizin bu hafta yayınlandığı gün olan 15 Eylül, gazetemizin kurucusu Hrant Dink’in doğum günü. Eminim ki o da “Çabalamaya devam” derdi.