Sibil Arsenyan, Türkiye’nin 10 kadın orkestra şefinden biri. Borusan Sanat’ta Orkestra Müdür Yardımcısı olarak görev yapan ve Ataşehir Belediyesi bünyesindeki çocuk korosunu yöneten Arsenyan’la hem eğitimi ve kariyeri, hem de ‘kadın orkestra şefi’ kimliği üzerine konuştuk.
Matematik ve müzik üzerine çift ana dal yaptınız. Yüksek lisans eğitimini de orkestra şefliği üzerine tamamladınız. Müziğe ilginiz nasıl başladı?
Altı yaşımda, yan komşum vaftiz annem piyanist. Babam bana “çalmak ister misin?” dedi. Ben de kabul ettim. Babam Arto Arsenyan müzikle yakından ilgiliydi. Çocukken Sirvart Karamanukyan’dan piyano eğitimi aldım. İlkokulda da devam ettim. Annem konservatuvara gitmemi isteyince, sayısal okumak istediğimi belirttim ve Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi’ni kazandım. Orada babamın yolundan ilerleyerek tiyatroyla ilgilendim; tiyatro müziklerini yaptım. Ailem konservatuvarda okumam gerektiğini yineledi. Ben de matematiği çok seviyordum. Müzikle çift ana dal yapabileceğim üniversiteleri araştırmaya başladım. Yıldız Teknik Üniversitesi Matematik Bölümü’ne girdim. Ortalamamı yükselterek çift ana dal yaptım. Yüksek lisansı İstanbul Teknik Üniversitesi Dr. Erol Üçer Müzik İleri Araştırmalar Merkezi’nde orkestra şefliği üzerine yaptım.
İlk olarak Muğla Büyükşehir Belediyesi Kent Orkestrası’nda çalıştım. İstanbul’a geri dönerek koro şefliği sertifikamı aldım. Amatör ve profesyonel korolarda şeflik yaptım. Boğaziçi Caz Korosu Şefi Masis Aram Gözbek, Devlet Çoksesli Korosu Şefi Burak Onur Erdem ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Cemi’i Can Deliorman ile koro şefliği; Gürer Aykal ve Rengim Gökmen ile orkestra şefliği çalıştım. Yüksek lisansı bitirdikten sonra Tekfen Filarmoni Orkestrası’nda şef asistanlığına başladım. Şimdi Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ve Borusan Quartet yönetici yardımcılığı idari pozisyonundayım. Freelance olarak da birçok orkestranın şefliğini de yapmaktayım. Bir yandan da Ataşehir Belediyesi Çocuk Korosu’nun şefliğini yürütüyorum.
Matematik ve müzik, ikisi birlikte zor olmadı mı?
Zor olmadı. Bende merakla birlikte bilgi açlığı da var. Dörder senelik olan iki bölümü altı senede bitirdim. Bir alanın üzerine çalışıp yoğunlaşmak beni sıkan bir şey. Aynı şeyleri yapmak beni hem zihnen hem de ruhen sıkıyor. İkisini birlikte yapmak benim daha çok motive ediyor. Bugün olsa yine aynı şeyi yaparım.
Senfoni orkestralarında kadın şef görmek çok sık karşılaştığımız bir şey değil. Konser afişlerinde fotoğraflarınız ve adınız yer aldığında dinleyicilerde nasıl bir algı oluşuyor?
Ben “işte kadın şef” algısını kendimde hissetmiyorum. Ama başka orkestralarda erkek şeften sonra bir kadın şef gördüğümde hoşuma gidiyor. Örneğin 100 konser oluyorsa, arada kadın şef görmek beni mutlu ediyor. Bu da kadının meslekte var oluşunu resmetmiş oluyor. Bu çok iyi bir şey. Kendi açımdan “Kadın olarak bu işi yapıyorum” şeklinde bir değerlendirmem yok. Ben de normal bir insan olarak bu işi yapıyorum. Bu işi herkes yapabilir. Kadın besteci, kadın şef yoktur; ‘şef’ ve ‘besteci’ vardır. Kadın gazeteci veya kadın ressam da demiyoruz. Kadın veya erkek olmasının bir şey ifade etmemesi lazım. Ama görünürlük olarak çok önemli bir noktaya geliyor çünkü çok erkek ve az kadın görüyoruz. Ne kadar çok kadın görürsek o kadar değerleniyor. Kadınlar da bu mesleğin içinde ve görünürlüğümüzü göstermemiz lazım. Görünür olmak beni mutlu ediyor. Sırf kadın olduğum için bu işi alayım veya 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde beni sahneye çıkarsınlar gibi düşüncem yok. İşimi iyi yaptığım için bulunayım. İşini iyi yapan kadınlar olsun, görünsün.
Peki, konser sonrası nasıl bir ilgi ile karşılaşıyorsunuz?
Geçtiğimiz yıl Ekim ayında Ankara’da Bilkent Senfoni Orkestrası’nı yönettim. Cadılar Bayramı konseptli kostümlü bir konserdi. Bütün çocukların severek, herkesin çeşitli kıyafet giyinip geldiği konserdi. Konser sonrası bir veli yanıma gelerek “Kızım sahnede sizi gördü ve konser boyunca sizinle birlikte ellerini oynattı” dedi. Benden 25 yaş küçük bir kız çocuğunun önünde bir rol model olmak benim için çok gurur verici. Çünkü ona da diyorsun ki “Sen bu işi yapabilirsin. İstersen orkestrada enstrüman da çalabilirsin, şef de olabilirsin. Neden olmasın?” Bu benim için önemli. Cemal Reşit Rey’de yönettiğim konserin sonunda bir dinleyici, “Ben sahnede kadın şef görmek için geldim” dedi. Bu hem üzücü hem de gurur verici. O kadar yok ki. Kadın şef sayısı az ki insanlar bunu görmek için geliyor. Bu onur verici olduğu gibi, aynı zamanda da üzücü.
Erkek şefler konserlerde frak giyer. Kadın şeflerle ilgili size kıyafet yorumunda bulunan oluyor mu?
Hiç denk gelmedim. Solist istediği renkte, istediği şekilde giyebilir. Ben şef olarak mümkün olduğunca müziğin önüne geçmemeye çalışıyorum. Dolayısıyla sade bir kıyafet giyiyorum. Ama saçımı örüyorum, rujumu da sürüyorum. Feminen olmayı seviyorum. Kravat da takabilirim ama burada bunu giymem gerekiyor demiyorum. Kendimi nasıl rahat hissediyorsam öyle giyiniyorum. İstersem elbise de giyerim. Klasik müzik konserinde sahne enstrümanlarla birlikte renkli olduğu için, ben de müziğin önüne geçmeme bilinciyle siyah giyinmeyi tercih ediyorum.
Sekiz senelik orkestra şefliği maceranızda unutamadığınız olay nedir?
Fethiye’de 23 Nisan konseri veriyorduk. Konser sonrası yabancı uyruklu yaşlı bir beyefendi geldi. Konserde bir eser çalmıştık, dedi ki “Bu eseri ben çocukken babam plaktan çalardı. Benim şu anda burada duyduğum beni o günlere götürdü”. Adam 70 küsur yaşlarındaydı ve onu çocukluğuna götürmek, babasıyla olan bir anısını canlandırmak, benim o zamana kadar hayalimin alabileceği bir şey değildi. Bu benim için çok önemliydi. Ankara Bilkent Senfoni Orkestrası konserinde küçük kız çocuğunun ellerini oynatması da benim için önemliydi. Bir de Muğla’da küçük bir köye gitmiştik. Dediler ki “Bu akşam konsere gelecek insanların içerisinde daha sinema görmemiş olanlar var. Sinemaya gitmemiş insanlar var.” Biz yaylı orkestra ile gitmiştik, dünyadan ve Anadolu’dan danslar çalmıştık. İnsanlar büyük keyif aldı; hem çok alkışladılar hem de şarkılarla birlikte alkış tuttular. Konsere gelen çocuklar vardı, koşup eğleniyorlardı. Bu beni inanılmaz mutlu etmişti. Evet, klasik müzikte belli başlı şeyler var ama orada o insanların keyfi yaşaması benim için çok güzeldi. Sinema görmeyen insanların klasik müzik enstrümanlarıyla tanışmaları, ayağa kalkıp dans etmeleri benim için büyük bir keyifti.
Senfoni orkestrasının yanı sıra çocuk korosu da yönetiyorsunuz. Çocuklarla çalışmak nasıl bir his?
Benim öğretmenlik formasyonum yok ve koro öncesi çocuklara özel ders veriyordum, eğitmenlik yapıyordum. Ama bir müzik sınıfında 30 tane çocuk var, şarkı söylemek istiyorlar. Böyle bir şey daha önce yoktu. Hepsi gözünün içine bakıyor. Orada benim onlara bir şeyler öğretmemin yanında ben de onlardan çok şey öğrendim. Senfoni orkestrasındaki insanlara bir şey anlatmakla, müzikle yeni tanışan çocuğa bir şey anlatıp, müziği öğretip bir yerlere getirmeye çalışmak arasında çok fark var. Çocuk korosunu senfoni orkestrasıyla kıyaslamak yerine yetişkin korosu ile kıyaslamak daha doğru. Ama yine de aralarında çok fark var. Orkestra ile koro birbirinden ses ve enstrüman olarak; çocuk ve yetişkin korosu da birbirinden yaş olarak ayrılıyor. Zor ama bir o kadar da ödüllendirici. Çünkü müziği çocuğa işlemiş oluyorsun. Çocuklara ne anlatsan akıllarına kazınıyor. Çünkü gelişime açıklar.
Peki, gelecek planlamanızda Ermeni müziği üzerine çalışmalar yapma düşünceniz var mı?
Bir plan veya projem yok ama yapmayı çok isterim. Yaptığım repertuvarlar içerisine Ermeni besteciler öneriyorum. Gazaros Saryan, Aram Haçaduryan, Gomidas… Bestecileri eklemek istiyorum çünkü benim kültürüm. Seviyorum ve yapmak da çok istiyorum. 2019 yılında Ermenistan’da AGBU’nun ‘Musical Armenia’ programına katılmıştım. Orada Ermenistan Devlet Oda Korosu Şefi Robert Mlkeyan ve Opera ve Orkestra Şefi Ruben Asatryan gibi önemli isimlerle ile çalıştım. Opera provalarına katıldım, oda korosu ile çalışmalar yaptım. İnanılmaz işler dönüyor orada. Çok şey öğrenmiştim orada. Bizim repertuvarımız çok zengin. Bilmediğimiz çok besteci var. Bir sürü müzisyen ve besteci var. Ben de çalışmalar da yapmak istiyorum.