Normalleşme sürecini ele aldığımız yazı dizimizin bu haftaki konuğu olan Nigar Göksel, Uluslararası Kriz Grubu Türkiye Direktörü olarak görev yapıyor. Öncesinde 1998-2015 arasında Avrupa ve Türkiyeli sivil toplum kurumlarında Kafkasya odaklı çalıştı, hem Ermenistan’da hem de Azerbaycan’da bulundu. A.N.
Şöyle başlayalım. Şimdi ne değişti? Türkiye neden şimdi tekrar normalleşme konusunda olumlu ve somut?
2008 -2009 yıllarındaki protokol temelli normalleşme sürecinin çökmesinin ana sebebi, bu sürecin Ankara için Ermenistan’ın Dağlık Karabağ sorununun çözümü yönünde somut adımlar atmasına –belki Ermeni güçlerinin Dağlık Karabağ (eski Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi) etrafındaki Azerbaycan toprakların en azından bir kısmından çekilmesine- endeksli olmasıydı. Erivan’ın ise bu iki konu arasında bağlantı kurulmasını kabul etmemesi ve önkoşulsuz normalleşme talebinin olmasıydı.
Bakü, Türkiye’nin Ermenistan ile sınırını Karabağ odaklı bir koşul olmadan açmasına karşıydı. 1993’te Ankara ve Erivan diplomatik ilişki kurulması ve sınırların açılması için müzakere ederken, Ermeni güçlerinin Dağlık Karabağ dışındaki Azerbaycan topraklarını işgal etmesiyle 1993 yazında, Türkiye müzakereleri sonlandırdı. Demirel, Ermenistan heyetine kararını açıklarken, “Kelbacer’da ne işiniz var?” demiş. Orası sonuçta Ermenilerin yaşamadığı bir yerdi. BMGK’nin da 822 sayılı kararı da Kelbecer işgalinden sonra alınmıştı. Kısacası, Ankara için sınırların açılması 1993’den beri Karabağ’ın etrafındaki topraklardan Ermeni güçlerinin çekilmesine, veya o yönde olumlu adımlar atmasına endeksliydi.
Bakü de Türkiye’nin bu şartı muhafaza etmesine önem veriyordu, Ermenistan’a baskı unsuru olarak görülüyordu. Ve, Bakü’nün pozisyonu Ankara için önemliydi – ekonomik olarak, özellikle enerji ve yatırımlar açısından; jeostratejik olarak; ve iç politik olarak.
Protokol metnindeki muğlak ifadeler Ankara ve Erivan’ın farklı yorumlayıp imza atmasını mümkün kılmış olsa da, Azerbaycanlılar açısından devre dışı kaldıkları endişesini doğurdu; Ankara’nın planları onlara yeterince şeffaf gelmedi, güvenleri sarsıldı. Nitekim Bakü protokollere karşı söylemini sertleştirdiğinde Türkiye’deki milliyetçi kesimler ve ana akım medya oldukça etkilendi. Ayrıca Bakü’nün Karabağ sorununa yönelik destek için Türkiye’den ziyade Moskova’dan medet umma ihtimali ve buna bağlı olarak yeni jeostratejik denklemin oluşması ihtimali endişeler yarattı. Ankara’nın çıkarları açısından, Ermenistan’ı kazanacağım derken Azerbaycan’ı kaybetme riskine değmedi. Bir Azerbaycanlı diplomatın deyimiyle “bölgedeki gücünüz için kilit olan Azerbaycan’ı, Ermenistan ile her an kaybedebileceğiniz kırılgan bir ilişki tesis etmek için kaybetmeyi göze almazsınız.” Rusya da zaten Ermenistan üzerinde Türkiye’nin rekabet edemeyeceği kadar etkili bir aktör. Halen de öyle. Ama Azerbaycan’da Türkiye’nin nüfuz kaybetmesinin maliyeti bölgesel dengeler açısından çok yüksek olacaktı.
Sonuçta, metindeki ifadelerle ilgili ve ön şartlar ile ilgili farklı yorumlardan dolayı protokoller, uygulamadan sürecin tıkanması ile sonuçlandı. Aslında, kabul etselerdi, savaş olmadan, Ermenistan 2. Karabağ savaşında olduğundan daha az topraktan çekilerek aynı sonucu elde edebilirdi. Rusya da Karabağ’da “barış gücü” mevzilenme fırsatı edinmezdi. Ermenistan için de Azerbaycan için de Türkiye için de çok daha kazançlı olurdu.
İkinci Karabağ savaşından önce yıllardır gündeme gelen formül şöyle idi; Ermenistan’ın koz olarak elinde tuttuğu Dağlık Karabağ bölgesinin çevresindeki yedi rayon denilen bölgeden (ilçe gibi) – veya en azından birkaçından- çekilmesi, zorla yerinden edinilen Azerbaycanlıların bu topraklara dönebilmesi ve buna karşılık Türkiye’nin Ermenistan ile sınır kapısını açması, ardından bölgedeki demiryolu ağlarının açılmasıyla kapsamlı bir entegrasyon. Bu senaryoda, en çetrefilli konu olan Dağlık Karabağ’ın nihai statüsü konusunda karar ötelenecek, bu sorun kenara konarak bölgedeki iletişim ve etkileşim kanalları açılacak, uzun vadede uzlaşmaya daha elverişli bir iklimin ortaya çıkması beklenecekti. Yani bugünküne benzer bir tabloya diplomasi yoluyla varılabilirdi.
Azerbaycan 93'ten itibaren Ermenistan ve Türkiye arasındaki ilişkilerde bir ön koşuldu. Şimdi Azerbaycan da o duvarı kaldırdı mı? Aliyev ve Erdoğan iktidarlarının bundan kazancı ne?
Azerbaycan kesinlikle devre dışı değil. Normalleşme sürecini kösteklemiyorlar, ama bazı beklentileri de var. Birincisi, Türkiye’nin attığı her adımdan haberdar olmak, danışılmak istiyorlar. Ankara da her düzeyde kendileri ile şeffaf olmak konusuna çok özenli yaklaşıyor. İkinci beklentileri, kendileri için önem arz eden Nahçıvan'a ulaşım kanallarının açılması. Ermenistan 9 Kasım 2020 tarihinde imzalanan ateşkes anlaşmasında kendi toprakları üzerinden sağlanacak bu ulaşım yolunun açılmasını taahhüt etti. Fakat ilerleme sağlanması kolay değil. Söz konusu demiryolunun açılması yolunda somut adımların atılmasını görmek istiyor Bakü. Bunun karşılığında da Ermenistan - Türkiye sınırının açılması, demiryolunun işlev olması konusuna açıklar.
Türkiye ve Azerbaycan’ın kazancı bölgesel entegrasyonda yatıyor. Sadece Türkiye-Ermenistan değil, tüm yolların açılması ile orta vadede istikrar sağlanabileceğini düşünüyorlar. Türkiye’nin Rusya’dan farklı olacak yumuşak gücü bölgede dönüştürücü olabilir. Ticaret ile bölgedeki nüfuzunu artırmak, Rusya ile rekabet edebilmesi için de tek yol. Rusya’yı kesinlikle karşısına almadan, Moskova’nın da çıkarlarını gözeterek, entegrasyon yoluyla bölgedeki yerini sağlamlaştırmak istiyor. Bölgede ekonomik gelişme ve istikrar, hem toplumlara hem de diğer komşu ülkelere pazarlaması en kolay olan birleştirici bir hedef. Bence bu sebeple bu gibi konular odakta olacak.
Geçen Nisan’da Aliyev’e şahsen sordum, kendisi de Türkiye ile Ermenistan’ın sınırlarının açılmasına Ermenistan’daki Türk fobisini zamanla aşındırabileceğini düşündüğü için olumlu yaklaştığını ifade etti.
Bir yandan da savaş sonrasında Ermeni diasporası Türkiye'den gelecek adımlardan çok da umutlu değil. Duvarlar yükseldi. Bunu nasıl aşacak Türkiye ve Ermenistan? Ya da bunu aşmasına gerek var mı? Çünkü Türkiye ve Ermenistan iki devlet. Diaspora ise bir halk....
Normalleşme farklı, uzlaşma farklı. Elbette tarih ile ilgili konularda diaspora taraf. Ama diaspora da yekvücut değil, belirli bir temsilcisi, organizasyon şeması yok, her kafadan farklı ses çıkabilir. Görüşlerin, inançların, duyguların uzlaşısı çok daha uzun vadeli bir süreç olacaktır. Devlet çıkarları veya iş dünyasında işbirlikleri kendiliğinden toplumsal hafızaları değiştirmeyecek, öyle bir beklenti içerisine de girmemeliyiz. Sivil toplum o alanda daha aktif olabilir. Şimdilik, geçmişe nazaran sivil toplum az devrede. Toplumlararası uzlaşıdan ziyade başkentler arasında ilerleyen bir süreç söz konusu. Ermenistan’ı nispeten tanıyan, tarihle ilgili açık fikirli olan, geçmişte Ermenilerle etkileşimde bulunan liberal kesimler Türkiye’de oldukça marjinalize olmuş halde.
Her iki tarafta da provokasyonlar, karşıt söylemler muhakkak olacak. Önemli olan, böyle tuzaklara düşmemek, karşıt görüşlerin olmasını normal karşılamak, iki ülke arasında ilişki tesisinin her konuda uzlaşma anlamına gelmesini beklememek. Yunanistan ile Türkiye de birçok konuda zıtlaşıyor, hem tarih hem de bugüne dair, fakat bu gibi çekişmeler, hatta karşılıklı bazı kesimlerin saldırgan söylemleri diplomatik ilişki ve sınırların açık olmasına engel değil, olmamalı.
Siz Bakü'de de görüşmeler yaptınız ve izlenimler edindiniz. Ermenistan’da kimi kesimler bu normalleşme sürecinin toprak bütünlüğünü bozmak için bir göz aldatmacası olduğunu düşünüyor. Türkiye ile yaşanabilecek bir normalleşme sonrasında Azerbaycan'ın Ermenistan'dan halen toprak talebi olabilir mi? Karabağ dışında, Syunik bölgesinden bahsediyorum.
Türkiye Ermenistan’ın toprak bütünlüğünü tanıdığını diplomatik metinlerde belli ediyor. Rusya’nın Ermenistan ile savunma anlaşması mevcut. Azerbaycan’ın Ermenistan topraklarına göz dikmesi bence ihtimal dahilinde değil. Hiçbir aktör kendilerini desteklemez. Dağlık Karabağ, ve özellikle çevresinde “pazarlık kozu” olarak Ermeni güçlerinin aldığı topraklar bambaşka bir konu idi. Oralardan 600.000 üzerinde Azerbaycanlı zorla yerinden edinilmişti. Onların topraklarına dönebilmesi Azerbaycan halkı için çok önemliydi. Azerbaycan halkı arasında da Ermenistan’ın topraklarına bir talep olduğunu hiç zannetmiyorum. Yani nereden bakarsanız bakın, normalleşmenin Ermenistan toprak bütünlüğüne karşı herhangi bir talep veya eylemle sonuçlanabileceğini tahayyül edemiyorum.
Bakü’nün resmi pozisyonunu şöyle özetlemek mümkün: Bakü Ermenistan’la uluslararası hukukla tanınmış topraklarının karşılıklı tanıması talebini her zaman ifade ediyor. Bu aslında Ermenistan’a toprak iddiasını eleyen bir pozisyon. Ama Karabağ’ın statüsü konusu Ermenistan için mesele olduğu için barış anlaşmasına varılıncaya kadar muhtemelen karşılıklı gerginlikler sürecek.
Nisan 2021’de Bakü’de katılımcı olduğum konferansta Syunik bölgesiyle ilgili soru üzerine, Aliyev “oraya döneceğiz dedim, ama oraya tanklarla döneceğiz demedim” gibi bir şey dedi. Bahsi geçen Ermenistan’ın Syunik bölgesi ve Ermenistan’ın bazı başka bölgelerinde Sovyet zamanında 200,000 üzerinde Azeri yaşıyordu. Bakü, barış halinde Azerilerin oralara dönmesini kastediyor olabilir. Bir yandan Ermenistan’ın Azerbaycan toprak bütünlüğünü tanıması, Karabağ için bağımsızlık taleplerinden vazgeçilmesi için baskı unsuru olarak da bazen retoriğini katılaştırıyor. Nihai bir barış anlaşması sağlanana kadar farklı yorumlanabilecek söylemlere dikkat edilmesi önemli olacak.
Daha önceki normalleşme denemeleri neden başarılı olamadı? O zaman olmayan ama şimdi olan ne var?
En önemli fark, yukarıda anlattığım Azerbaycan faktörü, ve Dağlık Karabağ çatışmasında sahadaki realitenin değişmiş olması, yani Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’ı çevreleyen topraklarını, ve Şuşa’yı işgalden kurtarmış olması.
1998’den sonra yavaş yavaş Karabağ çevresindeki Azeri topraklarının asla geri verilmeyeceği yaklaşımı Ermenistan’da yerleşmişti. Bu konuda birçok röportaj yapmıştım 2015 senesinde - Azerbaycan’ın savaş ile o bölgeleri geri alamayacağını düşünüyorlardı, zamanın Ermenistan lehine işlediğine inanmışlardı, Rusya’nın, Azerbaycan’ın savaşla toprak almasını engelleyeceğine inanıyorlardı, liderleri o topraklara tutunmanın iç politikaları ve güvenlikleri açısından elzem olduğunu düşünüyordu. Savaş yoluyla olması çok talihsiz oldu, ama artık Dağlık Karabağ’ın çevresindeki Azerbaycan topraklarının Bakü kontrolünde olması, her üç ülkedeki (Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan) hesapları değiştirdi, Türkiye-Ermenistan normalleşmesinin önündeki en önemli engeli kaldırdı. Gerçi, Azerbaycan’da bazı kesimler, bu toprakları taviz sonucu değil, savaşla geri almak zorunda kaldıkları için bugün Ermenistan’a şartsız koşulsuz normalleşme imkanı tanınmasına karşı, ama Nahçıvan demiryolu gibi taleplerini karşılamak imkan dahilinde görünüyor. Azerbaycan ilave gerçekçi olmayan şart ortaya atarsa bugünkü süreç de sekteye uğrayabilir. Azerbaycan ve Ermenistan barış anlaşmasına varabilinceye kadar soru işaretleri bir derece sürecek.
Bunun yanısıra birkaç yan faktör mevcut:
Ermenistan siyaseten şimdi daha hazır görünüyor. Statükoyu değiştirmeye niyetli, yeni seçim kazanmış Başbakan Paşinyan var. Halk arasında da eskiden izlenilen yöntemlerin savaşa ve savaşta kayba yol açtığını gören kesimler var. Güç dengesi Ermenistan aleyhine evrildi. Rusya’nın kurtarıcı rolüne inanç azaldı. Ermenistan tarafında bu gibi değişiklikler var.
Rusya ile Türkiye’nin ilişkisi evrildi, başka sahalarda etkileşimle Ankara Rusya’yı öğrendi, Batı tarafından kuşatılma endişesi yaratmadan Rusya ile çıkar bazlı ilişki idaresi yapma kabiliyetini geliştirdi. Bugün Azerbaycan-Ermenistan denkleminde Batı ülkelerinin varlığı çok zayıf. Bu aslında bir sorun, ama en azından Rusya’nın tehdit algısı açısından faydası olabilir. Moskova, Türkiye’ye yer açarken NATO’yu, Batı nüfuzuna da yol verdiği kanısını taşımıyor olabilir.
2008-10 yıllarındaki protokol bazlı normalleşme sürecinde ortak bir tarih komisyonu öngörülüyordu. Ermeniler arasında, 1915 olaylarının “Soykırım” olarak nitelendirmesine yönelik girişimlerini zayıflatma aracı olarak görülen bu komisyon planı, protokollerin daha olumsuz algılanmasına yol açtı, dönemin Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’a eleştirileri arttırdı. Erivan da önlem olarak, Soykırımın tanınmasına yönelik yaklaşımında herhangi bir değişiklik olmadığının altını çizmek için Ermeni Soykırımı’nın uluslararası olarak tanınmasına Ermenistan Cumhuriyeti’nin desteğinin hala geçerli olduğunu vurgulayan adımlar attı. Türkiye tarafının iştahını bu gibi gelişmeler de azaltmış olabilir, veya en azından atmosfer negatifleşti. Şimdiki süreçte komisyon planı bildiğim kadarıyla gündemde değil ve ABD Başkanı geçen sene soykırım kelimesini kullandığı için, şimdiki normalleşme süreci soykırım tanıma kararları ile alakalı bir mücadele boyutu veya algısı taşımıyor.
Türkiye'de krizde olan bir iktidar var. Siyasi ve özellikle ekonomik açıdan. Bu, sürecin işlemesinde olumlu mu yoksa olumsuz bir etken mi?
Siyasi kriz olsa da Erdoğan karar verme ve uygulama noktasında güçlü bir konumda. Ve Azerbaycan konusunda çok hassas olan MHP muhalefette olmadığı için, ordu ile ayrılık olmadığı için, siyasi iradesinin önünde nispeten az engel var.
Türkiye’nin Güney Kafkasya’da bölgesel entegrasyon isteği her zaman mevcuttu. Şartlar elvermiyordu diyelim. Bunun önündeki engellerin azalması en önemli fark. Ekonomik ve siyasi krizimizin bunun zamanlamasında bir etkisi olmadı. Ama uygulamadaki bazı olası zorlukların aşılmasının elbette siyasi denklemlerle ilintisi olacak:
Seçimlerin yaklaşmasıyla milliyetçi seçmen tabanı önemli olacak. Ve mesela bir kesim Ermeni soykırım/tazminat alanında mühim adımlar atarsa, Türkiye’yi karalama kampanyalarına iştirak ederse, Türkiye’deki muhalif milliyetçi siyasetçiler bunu kullanabilir, “bize düşmanca yaklaşan insanlarla niye ilişkimizi normalleştiriyoruz” gibi söylemlerle sürece köstek olabilirler. Benzer şekilde Paşinyan’ın da manevra alanını daraltan durumlar olabilecektir, Türkiye’den yükselebilecek bazı söylemler Ermenistan’da katı pozisyonlu muhalifleri alevlendirebilir. “Soykırım” kelimesi sesleri çok çıkan bazı Türk ve Ermeni çevreler tarafından “vatanseverliklerini” ölçen bir turnusol kağıdı haline geldi. Her iki ülkenin liderinin manevra alanını kısıtlamak için bu çevreler normalleşme karşıtı çığırtkanlık yapabilir.
Önemli olan, siyasi iktidarların söylemlerine dikkat etmesi. Ermenistan toplumu savaşı kaybetmekten dolayı hassasiyet yaşıyor. Kendilerini küçük düşürücü söylemlerden kaçınılması gerek. Normalleşme sürecinin çıkarlarına hizmet edeceğini düşünenler dahi kırılgan olabilir. Ayrıca Erivan’da Paşinyan’a karşı olan güçlü çevreler var. “Savaşı kaybettiler, bize mecburlar” yaklaşımları sergilemek ters tepip karşılıklı fırsat kaybına yola açabilir.
Normalleşme adımlarının bundan sonraki aşamasında neler görmemiz mümkün?
Süreç kolay olmayacak, birçok zorluk var hala atlatılması gereken. Bu sürecin protokol sürecinden farklı olarak bir paket formülün tören ile lanse edilmesi şeklinde değil, zamana yayılan küçük adımlarla ilerlemesi olası. Türkiye bölgedeki her aktörün mutabık olduğunu temin ederek, temkinli ilerleyecektir. Özellikle Rusya ve Azerbaycan’ın çıkarlarına karşı adım atmamaya dikkatli olacaktır, çünkü her ikisi de istediği noktada süreci baltalayabilirler. İç politikada da bir gözü olacaktır Ankara iktidarının. Siyasi iktidar Ermenistan ile normalleşmeyi istese de, bunu Türkiye’nin bölgedeki diğer ilişkileri veya içerdeki desteği pahasına yapmaz. Bir adımdan sonra beklenip sonuçlarını görüp sonra bir sonraki adıma doğru ilerlenilmesi olası. Tabii sürecin yavaş ilerlemesi Başbakan Paşinyan için başka zorluklar doğurabilir, zamanla seçimlerden aldığı ivme azalabilir, muhalifleri ekonomik sorunlar gibi sebeplerle güçlenebilir. Temkinli iyimserlik ve çıkabilecek sorunlara hazırlıklı olmak lazım.