Erdoğan’ın kutuplaştırma siyasetinin tam zıddı olduğu için çok ciddi ve desteklenmesi şart bir girişim olan helalleşme’nin altının bilinçli biçimde doldurulması, net bir yol haritası haline getirilmesi şart. Aksi halde muhalefet bir daha değil iktidara gelmek, adını bile duyuramaz.
Tüm kamuoyu anketlerinin ne sonuçlar verdiği malum. Bu bi yana, savaş dönemlerindeki gibi temel gıda maddeleri “kota” adı altında karneye bağlanmış durumda . Vaziyet o kadar ciddi ki, sosyal medyada espriler başladı: “Cumhur İttifakı'nın seçim stratejisi netleşti: 'Ülkeyi öyle bir batıralım ki kimse seçilmek istemesin’…''
A. Menderes’in DP’sinin ve B. Ecevit’in CHP’sinin son yıllarında petrol, yağ, şeker, tüp, kahve, sigara vs. kuyruklarını yaşamış olarak talimliyiz: Tek Adam Erdoğan ile Koltuk Değneği Bahçeli nihayet gidiyorlar. Bu ırılmayı (“başımızdan ırılsın” derler ya) tartışmak bile fuzulî; helalleşme girişiminin çok gerekli olduğunda herkes hemfikir. Zaten Edirne mahpusu S. Demirtaş, girişimi destekleyecek en önemli lafı söyledi:
“Kimlik siyasetini aşarak toplumun tamamını kucaklamayı başarmalıydık. Şiddetin tümden devre dışı kalması için siyasetçiler olarak daha fazla inisiyatif almalı, öne çıkmalıydık.”
“Nurlu ufuklar” sözüyle hatırlanan A. Menderes sonra “Kopsun o kuyruklar”la anılmaya başlamıştı. Şimdi de “Ekonomi” adlı kitabın yazarı CB Erdoğan, Dolar 5,77 TL’yken patlayan meşhur 2018 krizinde kullandığı “Ekonomik kurtuluş savaşı” terimini, bu yazıyı yazdığım 23 Salı günü Dolar 13, Avro da 15 TL olmuşken yine ve aynen telaffuz ediyor .
Ve sanırım daha da önemlisi, iktidara mecburen veda etmekte olduklarını dünyaya şu kelimelerle ilan ediyor: “Hiç endişeniz olmasın, biz dimdik ayaktayız.”
“Fuzuli” deyip yine de bi araba laf ettik, konuya geçelim. Geçelim, fakat şunu da söyleyip öyle:
Millet olarak uğurlarken, R. T. Erdoğan’a büyük minnet borçluyuz. Çünkü bu iktidarı yaşadıktan sonra, Siyasal İslam’a (ve de varyantlarına) karşı ebediyen kitle bağışıklığı kazanmış durumdadır Türkiye. Minnet terimi az bile.
***
Konumuz: Dikkat ederseniz iki taraf da tek bir noktaya demir atmış vaziyette: Seçim’in tarihi. İktidar seçimin 2023’te, muhalefet hemen olmasını istiyor.
Her iki taraf açısından da bunun sebebi, şu andaki ekonomik durumun özellikle AKP’nin dayandığı alt sınıflar açısından fena halde kötüye gitmesi olabilir. Ama esas olay iki başka yerde:
1) CB Erdoğan açısından bunun sebebi, 2023’e kadar faizi azaltmak yoluyla yatırımları artırmak ve bu arada para basıp halkı seçime kadar memnun tutmak.
Tabii ki bu tam bir ham hayal ama kendisini, partisini ve ülkesini öyle bi yola soktu ki geri dönemiyor. Dönerse de yenilgi başlamış olacak.
Niye ham hayal, çünkü Merkez Bankası Reis’in yazdığı “Ekonomi” kitabına uygun biçimde faizi düşürdükçe, Türkiye’nin muhtaç olduğu iç (Hazine ihaleleri) ve dış (yabancı sermaye) kaynakların faizi tavan yapıyor . Üstelik, kapitalistin de yatırım yapmaya giriştiği yok çünkü hukuksuzluk ve Erdoğan’a güvensizlik önünü görmesini imkansız kılıyor.
Zaten bu sebeptendir ki CB Erdoğan, tuttuğu yolun yanlışlığını (ve de çaresizliğini) gösteren biçimde büyük sermayeye ateş püskürmekte: “Hani sen düşük faizle kredi istiyordun. Hadi gel al. Neden almıyorsun? Ben bu iş adamlarını da anlamıyorum. Yahu siz nasıl insanlarsınız!”
2) Muhalefet açısından derhal seçim istemenin sebebi ise baskıların git gide dayanılmaz hale gelmesi. İktidar, yargı bağımsızlığının/tarafsızlığının dibe vurduğu ülkede yasa/anayasa hükümlerini hiçe sayarak Kürtler başta olmak üzere muhalefet bireylerine ve kurumlarına savaş açmış vaziyette.
Üstelik, çok fazla kişinin hatta grubun silahlandığı Türkiye’de bu baskılar vahim mecralara dökülebilir; siyasal suikastlardan bahsedilmesi boşuna değil.
***
Bu durumda AKP+MHP iktidarının bi an önce ırılması ve ülke hayatının normalleşmesi şart.
Başbakan Erdoğan’ın talebi üzerine 2007’de AKP’ye hazırladığı anayasa buruşturulup atıldıktan sonra AİHM’ye bireysel başvurunun iptali ve AYM üyelerinin yargılanması talepleri başlayınca “Türkiye otoriterizme gidiyor” diye isyan eden Prof. E. Özbudun, güçlendirilmiş parlamenter rejime ve yargı bağımsızlığına geçiş için muhalefetin ilk eylemlerini şöyle sıralıyor:
“… ülke seçim barajının kaldırılması veya %3-4 gibi makul bir düzeye indirilmesi, SPK’deki çağdışı yasakların kaldırılması ve parti kapatmanın zorlaştırılması, ‘CB’na hakaret suçu’nun kaldırılması veya demokratik normlara uygun hale getirilmesi, YÖK’ün kaldırılması veya yetkilerinin büyük ölçüde sınırlandırılması…”
Prof. Özbudun’un bu saydıkları, Tek Adam Rejimi’ni bitirmek için asgari ve çok doğru şeyler. Ama bunları yapabilmek için bir önkoşul var: Erken seçim. Fakat AKP’nin 2018’de değiştirdiği anayasaya göre o da fevkalade zor; AKP+MHP TBMM’de çoğunlukta.
2017’de KHK’yle Mülkiye’den atılan anayasacı arkadaşım Dr. Murat Sevinç’le konuşuyoruz; kestirmesinden söylersek, seçimleri yenilemek bu anayasaya göre pratikte cumhurbaşkanının tekelinde. Çünkü Md. 78’e göre, ara seçimi ve ardından da erken seçimi zorlamak için muhalefet milletvekilleri topluca istifa etseler bile Genel Kurul istifaları kabul etmedikçe (Md. 84) faydasız.
Bu durumda, Erdoğan’ın kutuplaştırma siyasetinin tam zıddı olduğu için çok ciddi ve desteklenmesi şart bir girişim olan helalleşme’nin altının bilinçli biçimde doldurulması, net bir yol haritası haline getirilmesi şart. Aksi halde muhalefet bir daha değil iktidara gelmek, adını bile duyuramaz.
***
Bu altını doldurma da bu koşullarda ancak 3 eylemin birden muhalefet tarafından bilinçli ve eşgüdümlü biçimde devreye sokulmasıyla mümkün:
Birincisi, erken seçime yönelik barışçıl ve demokratik tepki göstermek amacıyla büyük kitlesel mitingler yapmak. İkincisi, Kılıçdaroğlu’nun 2017’de Adalet Yürüyüşü gibi gösteriler düzenlemek; ama bu sefer (niye olduğunu izah şart mıdır,) Edirne’ye kadar.
Üçüncüsü de, ilk defa M. Kemal Paşa’nın Temmuz 1919’da ortaya attığı ve de uyguladığı, onun ardından A. Menderes’in DP’sinin ortaya attığı ve uygulayamadığı, sonra tekrar tekrar gündeme getirilen ve uygulanamayan “sine-i millet’e dönmek” olayını gerçekleştirmek. Yani Meclis zeminini terk etmek, halkın arasına katılıp halk hareketi başlatmak. Bunun uygulamasını da TBMM komisyonlarına ve genel kuruluna katılmamak suretiyle yapıp AKP+MHP’yi oralarda iyot gibi bırakmak.
Böylece, insan haklarının başında gelen protesto hakkını kullanarak erken seçimi gündeme taşımak.
Bilmiyorum bu üçlü yol ve özellikle de üçüncüsü CHP ve İYİP’in cesaret edeceği bişey midir. Ama AKP+MHP iktidarını korkutacak ve yıldıracak tek yol olduğu kesin.
***
Bir şey daha eklemek istiyorum. “Devr-i sabık yaratmayacağız” deyip apaçık suçlar ve hatta anayasal ihlaller cezalandırılmazsa, CHP bir daha hayat boyu iktidar göremez. DP Gn. Bşk. Gültekin Uysal çok önemli bişey söylüyor:
"Evet! Türk tarihinin ve Anadolu’nun Moğol istilasından bu yana gördüğü en büyük yağma ve kravatlı soygun hareketiyle ilgili devr-i sabık yaratacağız! Bu 19 yıl içinde siyasi sorumluluğu olan herkes millet, tarih ve hukuk önünde hesap vermeli!" .
Çünkü “yüzleşme” olmadan “helalleşme” olmaz . Yüzleşme de, işlenmiş açık suçları hukuku teslim edip cezalandırmadan olmaz. Aksi halde, uyurken bıyıkları üstünden fare geçen yeniçeri ağasının deyişiyle, “yol olur”.
Not: Ben yazıyı yazarken Ankara, İstanbul, Samsun, İzmir, Kocaeli, Eskişehir'de protesto yürüyüşleri başladığı haberleri geldi. Ve bizim muhalefet, ajanslardan seyretmekle yetindi. Buna karşılık, Yeni Akit’in yazdığına göre, Alaattin Çakıcı kardeşim vaziyeti hemen çözdü: “Sokağa çıkan vatandaşlarımıza. CHP ve HDP'nin uluslararası provokatörlerinin bu kışkırtmasına fırsat vermeyiniz. Devlet sahipsiz değildir. Devletinize lütfen güveniniz."