‘İnfaz değişiklikleri başta eşitlik ilkesine aykırı’

Tartışmalara yol açan Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Bu kanunla birlikte tutukluların e-posta kullanmasına izin veriliyor ancak kanun, tutukluların yakınlarıyla yapılan kapalı görüşlerin dinlenmesini de kapsıyor. Ayrıca kanunla birlikte cezaevi idaresine verilen yetkiler, hak ihlallerini de beraberinde getiriyor.

Mahpusların görüşmelerinin dinlenmesini öngören teklif, özel hayat ihlali olduğu için yoğun tepki almış ve geri çekilmişti. Ancak ardından, tartışmalı teklif, sadece siyasi mahpusları kapsayacak şekilde kabul edildi. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı’yken tutuklanan Kürt siyasetçi Gültan Kışanak’ın kızı Evin Jiyan Kışanak’la yeni düzenlemelere ve pandemiden bu yana görüşlerde yaşanan sorunlara dair konuştuk.

‘Askerî cunta dönemlerinden geri kalır yanı yok’

İnfaz yasasındaki yeni düzenlemelerin özellikle siyasi tutuklu ve hükümlülerin infazlarını olumsuz etkileyeceğini dile getiren Kışanak, durumu şu sözlerle aktarıyor: “1982’de darbe döneminde yapılmış, aslında kendi içinde çok fazla problem barındıran Anayasa’ya bile aykırı bir karar olarak kaldı ve ne yazık ki toplumun tamamını ilgilendiren bu karar yeterince gündemleşmedi, konuşulmadı. Bunun devamında da mini infaz paketleriyle meclisten epey bir infaz paketi geçti. Özellikle siyasi tutuklu ve hükümlülerin infazlarını olumsuz yönde etkileyecek birçok düzenleme yapıldı bu paketlerle. Günümüzde ‘kaba dayak’ askerî cunta dönemlerindeki kadar yaygın değil cezaevlerinde belki ama diğer uygulamaların o dönemlerden geri kalır yanı yok. Kapalı görüşlerde yapılan ve haftalık yapılan telefon görüşmelerinin dinlenmesi ve kayıt altına alınması da bunlardan biri.”

‘Pandemi, cezaevlerinde bir tecrit bahanesi’

Bir buçuk yıldır annesiyle açık görüş yapamayan Kışanak, cezaevinde bulunanların ve yakınlarının özel hayatının yok sayıldığını söylüyor: “En son 8 Mart 2020’de annemle Kocaeli 1 No’lu F tipi cezaevinde açık görüş yapabildim. Bu ne demek oluyor? Tutuklu ve hükümlülerin cezaevindeki bir salonda yakınlarıyla yüz yüze yan yana görüşebilmeleri demek. Fakat pandemi başladığında, önce aylarca bütün görüşleri yasakladılar, daha sonra da sadece kapalı görüş hakkı tanımaya başladılar. Yani cezaevlerindeki yakınlarımızla sadece bir camın ve demir parmaklıklıkların olduğu görüş kabinlerinin iki tarafından telefonlarla konuşarak görüşebiliyoruz. Aşı ve sosyal mesafe gibi önlemlerle dışarıdaki hayatın neredeyse tamamen normalleştiği şu süreçte bile cezaevlerinde ‘normalleşmeye’ dönük atılmış bir adım henüz ne yazık ki yok. Dolayısıyla pandemi, cezaevlerinde bir tecrit bahanesi haline getirilmiş durumda. Şimdi bir de yapılan bu infaz yasasındaki düzenlemeyle, cezaevlerinde yakınlarımızla yaptığımız görüşler, yasal olarak dinlenip kayıt altına alınıyor. Bu kabul edilemez bir insan hakkı ihlali. Cezaevlerindeki kişilerin ve onların yakınlarının özel hayatı yok sayılıyor.”

‘Cezaevleri, neredeyse toplama kamplarına dönüşmüştü’

Evin Jiyan Kışanak, özellikle siyasi mahpuslara uygulanan başka kısıtlamalardan da bahsediyor: “Çok uzun zamandır annemin kaldığı cezaevinde kitap yasağı/kısıtlaması uygulaması da sürdürülüyor. Şöyle ki; iki ayda üç kitap hakkı tanıyorlar. Ya da okumak istedikleri gazetelerin dışarıda bir yasak ya da toplatma kararı olmamasına rağmen cezaevlerine özel gazete yasağı uygulanıyor, istedikleri televisyon kanallarını izleyemiyorlar, sadece cezaevinin belirlediği kanallar izlenebiliyor. Bu ve bu gibi uygulamalarla aslında mahpusların haber alma hakları, dış dünyayla bağ kurma hakları, özgür düşünme ve üretme süreçleri yasaklanmaya, baskılanmaya, şekillendirilmeye çalışılıyor, ki bu da işkencedir. Geldiğimiz noktada cezaevleri ne yediğini, ne içtiğini, kiminle ne konuştuğunu, ne okuduğunu, ne izlediğini gözleyen, denetleyen, kayıt altına alan, bütün hayatına müdahale eden ve çoğunlukla muhaliflerin, aktivistlerin, siyasilerin olduğu, neredeyse toplama kamplarına dönüşmüş durumda.”

‘Yeni düzenlemeler birçok açıdan hukuka aykırı’

Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) Hukuk Danışmanı Avukat Esra Erin, İnfaz Kanunu değişikliklerinin ‘hapishanelerde yeni hak ihlallerinin yaşanmasına yasal dayanak’ getirdiğini dile getiriyor. Değişikliklerin Anayasa’ya ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu ifade eden Erin, hak ihlallerine yol açan süreci Agos’a anlattı.

Ceza İnfaz Kanunu’ndaki değişikliklerin hukuki dayanağı var mıdır? Bu değişikliklerin uluslararası hukuk alanında ve insan hakları bağlamında nasıl bir karşılığı var?

İnfaz düzenlemelerinde pandemi sürecinde yapılan değişikliklerin hukuki bir dayanağa dayandırmak zor çünkü tümüyle hukuka aykırı değişiklikler. Örneğin 2020 yılının Nisan ayında İnfaz Kanunu’nda çok kapsamlı değişiklikler yapıldı ve bu değişiklikler sayesinde pandemi gibi riskli bir süreçte olması gerektiği gibi binlerce mahpus tahliye edildi. Ancak bu değişikliklerde siyasi mahpuslar ile belli suçlardan hüküm giymiş mahpuslar kapsam dışı bırakıldı ve diğer tüm mahpuslarla eşit oranda risk altında bulunmalarına rağmen bazı mahpuslar hapishanede tutulmaya devam ettiler. Yine bu değişikliklerle hapishane idarelerine ‘yargısal bir yetki’ verildi ve artık hapishane idareleri mahpusların tahliye süreçlerinde rol almaya başladılar. Şöyle ki; bir mahpusun koşullu salıverilme tarihi geldiği zaman tahliye olması gerekirken bu düzenlemelerle birlikte koşullu salıverilme tarihi gelen bir mahpusun tahliye edilip edilmemesi konusunda hapishane idaresinin görüşünün alınması düzenlendi. Bu durum elbette idare hukuku açısından sakat bir işlem çünkü hiçbir kamu idaresi yargısal bir süreçte rol oynayamaz. Dolayısıyla bu infaz değişikliklerinin başta eşitlik ilkesine aykırı olmak üzere teknik açıdan da birçok açıdan hukuka aykırılık barındırdığını söyleyebiliriz.

Pandemi sürecinde hapishanelerle ilgili yapılan değişiklikler Nisan ayında yapılan ayrımcı infaz düzenlemesiyle de sınırlı kalmadı. Daha sonra, 2021 yılının Nisan ayında Meclis’e mahpusların ziyaretçileriyle yapacakları görüşmelerin kayıt altına alınması ve mektuplarının kaydedilmesine ilişkin hususları içeren bir kanun teklifi sunuldu. Mahpusların görüşmelerinin kaydedilmesi açıkça hem kendilerinin hem de görüştükleri kişilerin özel hayatının ihlali anlamına geleceği için sunulan yasa teklifi epey tepki çekti ve tepkiler üzerine geri çekildi. Ancak üzerinden bir ay bile geçmeden aynı yasa teklifi sadece siyasi mahpusları kapsayacak şekilde tekrardan düzenlendi ve bu haliyle Meclis’ten geçirildi. Mahpusların özel hayatının ihlaline sebep olacağı düşüncesiyle Nisan ayında karşı çıkılan bir düzenlemenin sadece siyasi mahpuslar için tekrardan düzenlenmesi ve yasalaştırılması Anayasa’da yer alan ‘Kanun Önünde Eşitlik’ ilkesine açık bir şekilde aykırılık teşkil ediyor. Siyasi mahpusların diğer mahpuslardan ayrı tutulup en temel haklarının dahi yok sayılmasının meşru bir açıklaması yok, buna rağmen bu yasa halen daha yürürlükte.

Son olarak çok yakın zamanda mahpusların yakınlarının cenazeye katılmalarına ilişkin yönetmelikte değişiklik yapıldı. Artık bu yönetmelikle birlikte mahpusların yakınlarının cenazesine katılmaları için hapishane idaresinin önerisi aranacak. Normalde bir mahpusun yakınının cenazeye katılması hususunu değerlendiren makam Cumhuriyet Savcılıklarıyken, bu yönetmelikle beraber hapishane idareleri de sürece dahil edilmiş oldu. Mevcut pratiklerle bunun aslında birçok keyfi karara sebep olacağını söylemek mümkün çünkü yukarıda bahsettiğim hapishane idarelerine geniş yetkiler veren infaz düzenlemelerinden sonra o kadar keyfi kararlar verildi ki bu da hapishane idarelerine verilen yetkilerin kötüye kullanıldığını ve bu yetkiye dayanılarak keyfi kararların alındığını ortaya koydu. Diğer bir husus da yas hakkı. İnsan hakları bağlamında yas hakkı, savaş zamanlarında dahi tanınması gereken bir hak olarak Cenevre Sözleşmeleri’nde atıf yapılan bir haktır. Mahpuslar hapsedilmeyle sadece özgürlük haklarından yoksun bırakılabilirler, onun dışında tüm temel hak ve özgürlüklerin öznesi olmaya devam eden kişilerdir. Dolayısıyla yas hakkı mahpusların da temel haklarındandır ve bu hak yönetmelikle kısıtlanamaz.

Görüşlerin dinleneceğine dair değişiklik ne tür etkiler, sonuçlar yaratabilir?

Öncelikle eski düzenlemeye göre kapalı görüş, hükümlü ve tutuklularla ziyaretçilerinin her türlü maddi temasının önlendiği, konuşulanların hazır bulunan görevli tarafından işitilebilecek şekilde izlenebildiği ve ceza infaz kurumu idaresinin bu iş için tahsis ettiği özel bölümde yapılan görüşmelerdi. Yani mevcut düzenlemelerde de kapalı görüşler görevlilerce zaten dinlenilmekte ve mahpusun özel hayatının gizliliği hakkı sınırlandırılmaktaydı. Bu görüşmelerin kaydedilmesiyle hak sınırlanmakla kalmayıp, ortadan kaldırılmış oldu. Bir diğer sıkıntılı konuysa şu: Bu değişiklikle birlikte mahpusların ziyaretçi görüşlerindeki kayıt düzenlenmesi kararı hapishane idaresinin takdirine bırakıldı. Hapishane idarelerine tanınan bu yetkiyle idarelerin tamamen keyfi şekilde davranarak istediği mahpusların temel haklarından biri olan özel hayatın gizliliği ve aile hayatını koruma hakkını ortadan kaldırmasının yolu kanuni olarak açıldı. Bu durumda bu düzenlemenin mahpuslara tehdit olarak kullanılabileceği gayet açık. Örneğin bir mahpus, ceza infaz kurumunda kendisine suç işlenen kurum görevlileri hakkında ailesi aracılığıyla suç duyurusunda bulunmak isterse ve eğer iletişimi kayıt altındaysa, talebini ailesine iletmekten çekinecek veya iletse bile hapishane idaresi yetkilerini kötüye kullanıp bundan sonra tüm görüşmelerinin kayda alınmasını isteyebilecek. İşte bu düzenlemeler zaten hak ihlallerinin yoğun olarak yaşandığı hapishanelerde yeni hak ihlallerinin yaşanmasına yasal dayanak getirmiş oldu.



Yazar Hakkında