Atölyedeki çoğu kadını tanıdığımdan Narjes Amiri’nin kim olduğunu kolaylıkla tahmin edebiliyorum. Atölyenin her zaman en köşesinde durmayı tercih eden, meraklı bir çift göz. Izabela bizi tanıştırır tanıştırmaz konuşmaya başlıyoruz, biraz daha samimi olunca Hazara olup olmadığını sormaya cesaret ediyorum. Biraz korkuyla “Evet, ama sen Hazaraları nereden biliyorsun?” diye soruyor
Pendik’e, Babemoss*’un atölyesine gitmeden önce oranın ortaklarından biri olan Izabela, o gün birlikte çalışacağımız kadınlar hakkında ön bilgi veriyor ve herkesin Arapça konuştuğundan, dolayısıyla tek bir çevirmenin yeterli olacağından bahsediyor. Fakat profillerden birinin Afgan olduğuna eminim, nereden öğrenmiş Arapçayı acaba diye düşünürken, Izabela, aklımdakileri okumuş gibi: “Suriye’de büyümüş Narjes, ama Türkçesi de çok iyi, orada konuşursunuz.” Şimdi her şey yerine oturuyor. Atölyedeki çoğu kadını tanıdığımdan Narjes Amiri’nin kim olduğunu kolaylıkla tahmin edebiliyorum. Atölyenin her zaman en köşesinde durmayı tercih eden, meraklı bir çift göz. Izabela bizi tanıştırır tanıştırmaz konuşmaya başlıyoruz, biraz daha samimi olunca Hazara olup olmadığını sormaya cesaret ediyorum. Biraz korkuyla “Evet, ama sen Hazaraları nereden biliyorsun?” diye soruyor. Jenerasyonlar boyunca aktarılmış kaçışı, korkusu bir anda yüzüne vuruyor.
Mezhepleri ve ayırt edici dış görünüşleri ile Hazaralar, Afganistan’da en çok ayrımcılığa uğrayan ve günümüzde Taliban’ın şiddetine de direkt olarak maruz kalan azınlıklardan biri. 128 yıl önce Hazara nüfusunun %60’ından fazlasını katleden ve zorla göç ettiren; on binlercesini ise köleleştiren Abdur Rahman Khan’dan bu yana Hazaralar sistematik şiddetin hedefinde.
Taliban, Afganistan’da Hazarlara soykırım uygulamaya günümüzde de devam ediyor. #StopHazaraGenocide ve #HazaraBlackDay etiketiyle Afganistan’da Hazaralara yönelik şiddetin son bulması çağrısında bulunuluyor ve Hazaraların tarih boyunca bölgede yaşadıklarına dikkat çekiliyor. Seneler içinde Hazaralar için durum hiçbir zaman tam bir iyileşme gösteremedi. Bu da birçok Hazara’yı ya kendi toplulukları içine hapsetti ya da kendileri ve çocukları için alternatif bir yaşam kurmak için göç ettirdi.
İşte tam olarak bu motivasyonla Narjes’in babası ve annesi ayrı ayrı zamanlarda önce İran’a göçüyorlar. Orada tanışıp âşık oluyorlar. Fakat İran da Hazaraların rahat yaşayabilecekleri bir yer değil, bu sebeple daha sonra aile, iki kız çocuğuyla birlikte yeni bir hayat kurmak için alternatiflerini aramaya başladı.
Afganistan’da rehberlik yaptığı için birçok farklı ülkeye seyahat edebilen baba Amiri, bu seyahatleri sırasında Suriye’ye âşık oldu. Suriye’nin kültürü ve ona verebileceklerini düşünerek yeni bir hayat kurmak için oraya göç etti. Orada ticaretle uğraştı, mesleği olan rehberlik yaptı. Bir süre sonra ailesini de yanına aldı, Suriye’de kendilerini artık daha da güvende hissediyorlardı. İçlerinde Narjes’in de olduğu dört kız çocukları daha oldu. Narjes Suriye’de ortaokul eğitimini tamamladı. Ta ki savaş başlayana kadar.
İlk başlarda güvenli yuvalarını terk etmek istemeyen Narjes ve ailesi, artık savaş dayanılmaz bir hal aldığında, anadilleri de Farsça olduğu ve daha önce orada yaşadıkları için İran’a göç etmeye karar vermişler. “Bu kararı vermek bizim için hiç kolay olmadı. İlk defa köklendiğimizi, bir hayatımız olduğunu hissetmeye başlamıştık” diye anlatıyor Narjes, Suriye’den göç etme hikâyelerini. Hayatının bir sonraki aşamasını anlatmaya geçme konusunda epey zorlanıyor. Konuşmamız sırasında bir türlü İran’a taşınmak istemiyor, okulu bırakışından, kardeşlerinden bahsediyor ama İran’a gidemiyor. O sırada ilk defa gözleri dolmaya başlıyor ve döküyor içindekileri: “İran bizim için gerçekten çok zordu. Özellikle de Afgan bir Hazara olarak. Kız kardeşlerimle çok zorlandık, sadece Hazara olduğumuz için çok ağır işlerde çalıştırıldık. O günleri konuşmak dahi istemiyorum.”
İran’a ilk olarak babası olmadan, oradaki birkaç akrabalarının yardımı ile gidiyorlar. Sadece beş kadın: Narjes, üç kız kardeş ve annesi... “İran’da kadın olmak zor, kadın olarak çalışmak daha da zor. Tecavüz, sokakta taciz çok fazlaydı. O zamanlar küçüktüm, çok bir şey anlamıyordum ama şu an geriye dönüp baktığımda neler yaşadığım daha çok anlam ifade ediyor. Korkunçtu.”
2018 yılında ise tekrar yeni evlerini bulma umuduyla Türkiye’ye kaçak olarak gelmişler. Yeni bir dil, yeni bir kültür ve yeni bir mücadele alanı. Bölgedeki birçok acının yüküyle, yeniden açılan bir sayfa... Sınırdan geçiş hikâyelerini anlatırken yüzünde yeniden bir korku beliriyor: “Türkiye’ye geçer geçmez gördüğümüz askerleri unutamıyorum. Çoğu kadın olan bir gruptuk, bu sebepten mi bilmiyorum ama bize iyi davrandılar. Sınır karakolunda bir gün kaldık. Oradan kampa geçtik.” Narjes, kamp anılarını çok iyi anmasa da oradan hızlı biçimde çıktığı için de mutlu: “Dil bilmeyince her şey gerçekten çok zordu. İranlı arkadaşlarımız sayesinde Türkçe öğrendik, çalışmaya başladık. Fakat babam dördüncü kattan düşünce çalışmayı bırakmak zorunda kaldı ve tüm iş yükü bana ve kardeşime kaldı.”
Altı kişilik ailenin tüm iş yükü Narjes ve kardeşinin omuzlarına binerken, Covid-19 dönemi başlıyor ve gelirsiz kalıyorlar. Halihazırda kırılgan olan Narjes ve ailesinin durumu daha da zorlaşıyor. O sırada Izabela’yla ve onun Türkiyeli ve mülteci dezavantajlı kadınlara kendi evlerinden çalışma imkânı vererek bir gelir modeli sunan, organik oyuncaklar üreten bir sosyal girişim olan Bebemoss ile tanışıyor. Bebemoss’ta mülteci ve Türkiyeli kadınlarla birlikte çalışarak oyuncaklar, el yapımı işler üreterek bir gelir elde etmeye başlıyorlar. Narjes’e bu nasıl hissettiriyor diye sorduğumda, “Bilmem. Birlikte üretmek çok güzel ama bu en çok annemi mutlu ediyor. Annem küçükken elde halı yapıyormuş o sebepten şu an bunları yapmak çok iyi geliyor. Sanırım evini hatırlıyor” diyor.
Ayrıcalıklı yerimden baktığımda ne güzel görünüyor Narjes’in dört dil bilmesi, “E bunlarla çok kolay iş de bulabilir” diye düşünüyorum. Cevabını şöyle veriyor: “Öğrendiğim dilleri nereden, nasıl öğrendim? Göçerek öğrendim. Dil öğrenmek güzel bir şey ama göçmen için güzel bir şey değil. Evet biliyorum ama zor durumda, hayatta kalmak için öğrendim. Bu dilleri konuşmak bile acı veriyor.”
Suriye’de göçmen, İran’da göçmen, Türkiye’de göçmen
Narjes’e son olarak “Evin neresi?” diye sordum. Bu yazıyı hazırlamama vesile olan, “Evin neresi?” sorusuna verdiği cevaptı: “Küçükken Afganistan’ı hiç düşünmüyordum. Çünkü Afganistan’ı hiç görmedim, hiç anlatamıyorum ama büyüdükçe mülteci hayatını yaşadıkça hiçbir yer ülkemiz olmuyor. Bir ülkenin olması, bir insan çok değerli bir şey. İnsan göçerken bir yerde durmak istiyor. İnsan bir yerde sıfırdan başlamak istiyor ama 10 yerde değil. 40 sene önce annemler, Hazaraların yaşadığı yoğun şiddetten ötürü, İran’a geçti. Biz Suriye’ye geçtik. Oradan İran’a. İran’da yastığımız bile yoktu. Şimdi Türkiye’deyiz. Şu anki hayat, istediğimiz bir hayat değil. Zor durumlar var. Son dönemde Afganistan’daki durumlardan ötürü sınırdışı edilme korkusu var. Nereye gideceğiz korkusu var. Aç kalma korkusu var. Artık bir yerde köklenmek istiyorum.”
Narjes’in tek tutunduğu dalı, kardeşleri. Onları düşündükçe yaşadığı şeylere tahammül edebiliyor.
2011 yılında Suriye’den ayrıldıklarından beri Narjes, hayat telaşından okula gidemiyor. Okurken aldığı başarıları, iyi notları özlüyor fakat mütemadiyen verdikleri mücadele ve kaçtıkları savaşlardan ötürü okula dönmeyi hayal bile edemiyor. Narjes Amiri, kadın olarak sadece hayal kurmak ve normal bir hayat yaşamak istiyor. Peki, ne zaman?
*Bebemoss, Türkiyeli ve mülteci dezavantajlı kadınlara kendi evlerinden çalışma imkânı vererek bir gelir modeli sunan, organik oyuncaklar üreten bir sosyal girişim.