Halk Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz aynı zamanda çevre sağlığı konusunda da uzman bir hekim. Dr. Yavuz ile yaz mevsimine girerken kamuoyunun gündemindeki en önemli konulardan biri olan Marmara Denizi’ndeki müsilaj ve insan sağlığına etkilerini konuştuk.
Müsilaj sorunuyla ilgili yaz mevsimine girerken akıllardaki en önemli sorulardan birisi de bu yaz Marmara’da yüzülebilecek mi?
Öncelikle müsilajın denizdeki kirlilik yüküne bir yanıt olduğunu hiç unutmamamız gerekiyor. Yani atık suların arıtılmadan Marmara Denizi’ne boşatılmasına deniz müsilaj ile bir yanıt geliştirmiş oldu. Biz aslında deniz ekosisteminin çöküşünü izliyoruz şu anda. Bu açıdan da müsilaj oluşumunun denizde pek çok farklı şeyi tetiklediğini denizbilimciler de paylaşıyorlar ve bizi aydınlatıyorlar.
Halk sağlığı açısından mevcut koşullarda belli riskleri öngörmek gerekiyor. Müsilajın hem kendisinden hem de yol açtığı sorunlardan kaynaklanan büyük bir mikrobiyolojik yük ortaya çıkıyor. Birinci tehlike bu. Müsilajın kendisi içinde farklı mikroorganizmalar taşıyor. Öte yandan da müsilaj nedeniyle denizde aşırı derecede mikropların üremesi söz konusu.
Bazıları Marmara’nın uzun bir sahil şeridine sahip olduğunu, bu nedenle de riskin her yerde aynı yükseklikte olmadığını söylüyor. Buna ne dersiniz?
Marmara Denizi 240 kilometrelik bir sahil bandı içeriyor. Bu nedenle risk her yerde aynı ölçüde olmayabilir ama özellikle insan sağlığı açısından mutlaka bir risk analizi yapılması gerekiyor. Bilim insanlarının müsilajın başladığı günlerde yaptıkları bazı araştırmalar bu konuda alarm veriyor. Geçenlerde İstanbul Üniversitesi’nden bir grup denizbilimci Marmara Denizi’nde analiz yaptı. Bunun sonucuna göre, halk arasında koli basili olarak bilinen, bizim koliform dediğimiz bakteriler tespit edildi. Üstelik normalin yüz ilâ bin katı arasında yüksek oranda bulundu. Bunlar muazzam sonuçlar. Bu koli basili denilen mikroorganizmalar bizim için önemli bir göstergedir. Yani biz bilim insanları şöyle düşünürüz: “Bu tür bakteriler varsa, insan sağlığına zararlı diğer bakteriler, virüsler de vardır”. Bu açıdan koliform bakteri varsa zararlı birçok başka bakteri ve virüs de sularda bulunabilir. Bunlar deniz canlılarına zarar verdiği gibi insan sağlığına da zarar verebilirler. Yaz mevsimine giriyoruz. Bu kadar yoğun mikrop taşıyan bir suda yüzmemelisiniz. Hatta suyla hiçbir şekilde temas etmemelisiniz. Tabii bu risk, bölgeden bölgeye göre değişir. Marmara’nın her yerinde aynı olmayabilir. Bu açıdan da bir risk değerlendirmesi yapmak, analiz sonuçlarına bakmak gerekir. Sık aralılarla, düzenli analiz yapmak ve bunun sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmak gerekiyor.
Peki, bu yapılmıyor mu?
Benim bugüne kadar takip ettiğim kadarıyla Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda bir açıklaması yok. Türkiye’de deniz sularının analizlerini Sağlık Bakanlığı laboratuvarları yapıyor. Bugüne kadar eminim ki pek çok numune alınmış ve pek çok analiz yapılmıştır. Ancak konuyla ilgili herhangi bir açıklama yapılmıyor, kamuoyu uyarılmıyor. Bu önemli bir sorun.
Bir diğer önemli nokta da şu: Müsilajla oluşan bu yapı ciddi sorunlar üretiyorsa deniz ürünlerine ve içme suyu kaynaklarına bulaşma riskini de değerlendirmemiz gerekiyor. Bu konuda da yine bir risk değerlendirmesi yapılması gerekiyor. Bizim çevre sağlığında kullandığımız bir ‘ihtiyatlılık ilkesi’ vardır. Bu ilkeye göre, olumsuz bir durum görüyorsanız, sonuçlar kesinleşmese bile insanları bu olası kötü sonuçlardan korumalısınız. Bu dönemde özellikle Marmara Denizi’nden çıkan deniz ürünlerini tüketmek konusunda çok dikkatli olmak gerekiyor. Tedbir açısından tüketmemek daha iyi olabilir. Deniz ürünü tüketilecekse de kesinlikle çiğ tüketilmemeli. Deniz ürünleri çok iyi pişirilmeli. Özellikle kabuklu deniz ürünleri, yani midye gibi deniz ürünleri yüksek miktarda kirletici taşıyabiliyor. Bu tür ürünler suyu filtreliyorlar. Bu nedenle de suyun içindeki mikroorganizmaları içerebiliyorlar.
Tedbir amaçlı da olsa en azından riskler belli olana kadar yüzmekten kaçınmak ve deniz ürünlerinin tüketimi konusunda da çok dikkatli olmak gerekiyor. Marmara Denizi’nden elde edilen deniz ürünlerinin tüketilmesi konusunda dikkatli olmak gerekiyor. Ama bu insanların kendi başlarına yapacakları bir şey değil. Kamu otoritelerinin insan sağlığı açısından önümüze güvenilir bir risk değerlendirmesi koyması gerekiyor. Marmara Denizi’nin nerelerinde risk yüksek, nerelerinde risk düşük bunun resmi olarak açıklanması gerekiyor. Şu ana kadar ne yazık ki böyle bir resmî açıklama görmüş değiliz.
Bu mikropların yanında yine müsilajın etkisiyle denizde bazı kimyasallar ve bazı ağır metaller de yoğunlaşabiliyor. Ya da müsilajın oluşturduğu ortamla ortaya çıkan çeşitli deniz canlıları bazı toksinler üretebiliyor ve bunlar yine bazı deniz canlılarına geçebiliyor. Bu da ciddi tehlikeler üretiyor. Bu sadece deniz canlılarının sorunu değil, insan sağlığı açısından da önemli bir sorun. Özellikle ishalli hastalıklar ve dermatitler açısından ciddi risk taşıyor. Suya girdiğinizde deri hastalıkları kapma riskiniz var. Bu tür hastalıkların yakından izlenmesi gerekiyor. Bu hastalıklardaartış olup olmadığı izlenmeli. Bu açıdan da bu yaz çok dikkatli olmalıyız.
Müsilajın yavaş yavaş da olsa Çanakkale Boğazı’ndan Ege’ye doğru yayıldığına dair haberler çıkıyor. Bu söylediğiniz tedbirler Ege için de mi geçerli olacak?
Evet. Denizbilimcilerden öğrendiğimiz kadarıyla müsilajın diğer denizlere yayılma riski oldukça yüksek. Marmara’dan Ege’ye inen müsilaj orada da yüksek kirlilik şartlarıyla karşılaşırsa hızla yayılabilir. Şunu da unutmayalım: Bu konuda yapılan çalışmalar, müsilaj sorununun aylarca sürebildiğini gösteriyor. Bazı bölgelerde iki üç ay, bazı yerlerde ise dört beş ay sürdüğü oluyor. “Bir hafta 10 gün sonra müsilaj bitecek” diye düşünmemeliyiz. Marmara’da çok büyük bir ekolojik felaketle karşı karşıyayız. Karşımızda bir ekolojik felaket duruyor ve onu biz yarattık. Biz derken de yurttaşlar olarak elbette bizim de katkımız olabilir ama kentleşme politikası, çevre politikası, sanayi tesisleri… Sonuçta bunların hepsinin birikimiyle ortaya çıkan bir felaketten söz ediyoruz. Atıklarımız arıtmadan denize, nehirlere, göllere akıttığımız sürece bu felaketten kurtulmamız mümkün değil. Türkiye’ye uygun bir arıtma sistemi oluşturmalıyız. Buna paralel olarak da Türkiye’nin çevre altyapısını geliştirmeliyiz. Bunları yapmazsak bu sorunlar katlanarak büyüyecek.
Bu şartlarda Marmara’yı kısa vadede kurtarmak pek mümkün görünmüyor galiba…
Öyle bir dönem yaşıyoruz ki hem dünyada hem de ülkemizde artık çevre sorunlarının etkileri çok daha yoğun olarak görülüp, hissedilecek. Biz bu ekosistemleri çökerttiğimiz sürece hem pandemileri daha sık yaşayacağız hem de farklı sorunlarla karşı karşıya kalacağız. Bu nedenle çevreyi, doğayı gözümüz gibi korumalıyız. Bu kentleşme politikalarıyla, bu kadar yoğun nüfuslu kentlerle, hiçbir altyapı sistemi başa çıkamaz. Çevreye ve doğaya dair her türlü politikamızı ve bakış açımızı gözden geçirmemiz gerekiyor.
Bu tablo içinde Kanal İstanbul projesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu alanda çalışan uzmanlar, Kanal İstanbul’un büyük bir ekolojik yıkım getireceğini söylüyor. İstanbul’un içme suyu kaynaklarından iklimine kadar pek çok alanda ciddi sorunlar yaşanacağını söylüyorlar. Bu boyutta, bu büyüklükte bir projenin ekosistem üzerinde etkili olmaması düşünülemez. Bırakın Kanal İstanbul’u, Rize İkizdere’de açılan taş ocağı bile o bölgenin ekosistemine zarar veriyor. Ormanlarımıza, ağaçlarımıza gözümüz gibi bakmamız gerekiyor. Ekonomik gerekçeler bunun önüne geçtiği sürece, yeni ekolojik felaketler göreceğiz. Kanal İstanbul da bu anlamda ciddi bir potansiyel taşıyor. Bunun insan sağlığına da yansıması olacaktır.