NAZAR BÜYÜM

Nazar Büyüm

DÖNÜP BAKTIĞIMDA 

Anlıyorum. Anlamıyorum. Söyleyemiyorum.

Cumhuriyet tarihi yalnız faillerin değil, tanık olan herkesin, yaşayan, bilen, hatırlayan herkesin başını öne eğdirecek büyük suçların da tarihi.

Geçenlerde bir yerde rastladım:
“Affetmek geçmişi değiştirmez,
ama, belki, geleceği değiştirebilir.”

Mağdurun affından söz ediyor.
Mağdur ne yapmış ki, kimi, neden
affedecek?

Bu sözü değiştirmek gerekir:
Hatırlamak, tanımak, mağfiret dilemek
geçmişi değiştirmez; ama, belki,
geleceği değiştirebilir.

Burada Marc Nichanian’ı anmak isterim.
Marc, “Bağışlanması mümkün olmayan bir suç bağışlanabilir mi?”
diye sorar. “Kimin adına kim özür dileyecek?” diye sorar.
“Bu özrü kimin adına kim kabul edecek?” diye sorar.

Gene de ısrar edelim: 
Hatırlamak, tanımak, mağfiret dilemek
geçmişi değiştirmez; ama, belki,
geleceği değiştirebilir.

Hatırlamayı, tanımayı, mağfiret dilemeyi
ne zaman başarabileceğiz?

1934 Trakya Musevi pogromunu,
1937 Dersim katliamını,
1941 Varlık Vergisi zulmünü şiddetle,
nefretle lanetliyorum. Elbette.
Ama anlıyorum.

6-7 Eylül barbarlığını şiddetle ve nefretle kınıyorum.
Elbette. Ama anlıyorum.

1964’te 12.000 Rum’un ülkeden 24 saatte
20 kilo+20 dolarla sürülmesini nefretle kınıyor,
reddediyor, bundan utanç duyuyorum.
Elbette. Ama anlıyorum.

Maraş. Çorum. Sıvas. Roboski. Daha sayalım mı?
Cumhuriyet tarihi yalnız faillerin değil,
tanık olan herkesin, yaşayan, bilen, hatırlayan
herkesin başını öne eğdirecek büyük suçların da tarihi.
O suçları biliyor, hatırlıyor, başımı öne eğiyorum.
Ama anlıyorum. Bu devlet bu. Yapısı bu. Şefkatsiz, zorba,
zalim bir devlet. Halka hizmet değil şiddet götüren,
halkını korku, terör içinde yaşatan ceberrut bir ‘baba’ bu devlet.

Bakıp görüyoruz ki bunların hiçbiri yeni değil, cumhuriyetin
icadı değil. Bizim burada devletin kuruluş hamuru zulümle yoğrulup mayalanmış.

13. yy Yunus Emre:

Ben bana zulmeyledim ettim günah, 
N’eyledim n’ettim sana ey padişah? 
Nesne eksildi mi mülkünden senin?

Geçti mi ya hükmüm, hükmünden senin? 
Rızkını yeyip seni aç mı kodum?

Ya yeyip öynünü muhtaç mı kodum? 

16. yy Pir Sultan:

Pir Sultan Abdal’ım ey Hızır Paşa 
Gör ki neler gelir sağ olan başa 
Hasret koydun bizi kavim kardaşa 
Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz 

19. yy Dadaloğlu

Belimizde kılıcımız kirmani

Taşı deler mızrağımın temreni 
Hakkımızda devlet etmiş fermanı 
Ferman padişahın dağlar bizimdir

Bir yanda Köroğlu, Kazak Abdal, Nef’I, Seyrani.
Öbür yanda halk celladı Yavuz Sultan’lar. Hızır Paşalar. Kuyucu Murat Paşalar. 
Ve sonra Enver-Talat Paşalar. Evren Paşalar. Muğlalı Mustafa Paşalar.
Osmanlı hükmetme geleneğini ulus yaratma cehdiyle sürdüren İttihatçılar.
Ve İttihatçı geleneğini dehşetli bir hınçla sürdüren Cumhuriyet.
Utanıyor ve isyan ediyorum. Ama anlıyorum.

Halkın sesi tanrının sesidir,
der bir Ermeni sözü. Bu yazıyı bu sözü unutarak yazıyorum.

Çünkü anlamadığım durumlar var…

Cumartesi Anneleri.

1995’ten beri, 25 yıldır, her Cumartesi çocuklarının,
eşlerinin, babalarının, kardeşlerinin akıbetini öğrenmek için,
sadece öğrenmek, mezarlarını bulmak, başlarında 
dua etmek için, yüzlerce hafta her Cumartesi 
bilgi yakaran insanlar…

Sayalım: Mesut Yılmaz. Tansu Çiller. Necmettin Erbakan. Bülent Ecevit. Abdullah Gül. Recep Tayyip Erdoğan. Ahmet Davutoğlu. Binalı Yıldırım. T.C. Başbakanları.
Süleyman Demirel (5 kez başbakan, 1 kez Cumhurbaşkanı, ki ‘Fırat’ın kıyısında bir kuzu kaybolsa bunu hesabını gelin bana sorun” alıntı-sözü meşhurdur). Ahmet Necdet Sezer. Abdullah Gül. Recep Tayyip Erdoğan. T.C. Cumhurbaşkanları.

Anaların ıssız çığlıklarına kulaklarını tıkayan, kaybedilen yurttaşlarının akıbetlerini araştırmayan, soruşturmayan, suça ortak olan suç ortakları. Onları da, onları bile anlıyorum.
Çünkü onlar halkın değil, tarif ettiğimiz devletin memurları.

Ama! Allah aşkına! Yok edilen sevdiklerine ne olduğunu
bilmek isteyen o insanlara, o kadınlara, o analara, eşlere,
bacılara, ninelere niçin NİÇİN her Cumartesi 500… 5.000…
50.000… 500.000 insan katılmaz? O dayanılmaz acıyı paylaşmaz?
Bu korkunç suçun hesabını onlarla birlikte sormaz?

Muhyi’nin

Sayılmayız parmağ ile
Tükenmeyiz kırmağ ile

diye tanımladığı, tükenmeyeceğini bile bile boyun eğen,
kendini sessizliğe gömen, kalbi, vicdanı körelmiş bir toplum, bir halk.

Ben işte bunu anlamıyorum.

Devletin hayale sığmaz cevrini anlıyorum. 
Halkın halini anlamıyorum.

Böyle bir halka nasıl bir sıfat yakışır, dilimin ucuna geliyor.
Onu da söyleyemiyorum.
Çünkü o halkın içinde Cumartesi Anneleri de var.