Sanatçılar Eda Gecikmez, Huo Rf, Neriman Polat ve Nazım Dikbaş’la, sürecin sanatçıları nasıl etkilediğini konuştuk.
COVID-19 salgınının tüm dünyada hayatı durdurması, birçok sektör gibi kültür-sanat alanını da bir hayli olumsuz etkiledi. Tüm konser ve festivallerin yanı sıra görsel sanatlar, sahne ve gösteri sanatları etkinlikleri de iptal edildi. Sanatçılar Eda Gecikmez, Huo Rf, Neriman Polat ve Nazım Dikbaş’la, sürecin sanatçıları nasıl etkilediğini konuştuk.
‘Sanatçı biyografilerinde 2020 boş kalacak’
Ressam Huo Rf, bu süreçte, kültür-sanat alanındaki hırsı temiz bir şekilde görebildiğini ifade ediyor: “Karantinaya girmek, tüm sanatsal faaliyetlerin mekânsal olarak durması, hep birlikte inşa ettiğimiz sanat ortamının sınırlarının aslında ne kadar gerçek ve gerçek dışı olduğunu reel bir şekilde, sanki bilgisayar ekranıma taşıdı, ben de oradan izliyorum. İlk düşündüklerimden biri ‘Aa, sanatçı biyografilerinde 2020 boş kalacak’ oldu. Düşüncelerimden sıyrılan bu not, sanırım etrafımın neyle çevirili olduğuyla ilgili fikir veriyordur. Bu düşüncenin üzerine gitmeye başladım, ‘Yoksa kendim mi inşa ettim?’ diye. Tüketim baskısı gibi bir üretim ve mekân baskısı, o sergide ol, bu kurumla çalış, onunla çalışma vb. sanatçı olmakla ilgili formüllerin sanatçı üzerinde bir baskı oluşturduğunu düşünüyorum. Pandeminin getirdiği ağırlığın yanında, birçok travmanın da bu dönemi izleyeceği ortada ama biz bu topraklarda umudu kaybetmemeye mahkûm kaldık hep. Sadece bizim coğrafyamıza ait olmayan bir mücadele içindeyiz. Evde kaldığımız süreçte doğanın kendini nasıl toparladığını, kirliliğin nasıl azaldığını izliyoruz bir yandan. Bu sürecin aklımızdaki soruları, sorunları onarmasını, temizlemesini ve daha sakin bir şekilde üretip konuşabildiğimiz, düşünebildiğimiz bir kapıya açılmasını umut ediyorum.”
Sorumluluk temelli bir ekonomi talebi
Ressam Eda Gecikmez, yıllardır evden çalıştığı için sürecin başta kendini etkilemediğini ama bir ayın ardından “algıda, hareketlerde, düşüncede yavaşlamaya başladım” diyor: “Yıllardır ev-atölye şeklinde yaşamış olmanın verdiği deneyimle, kapalı kalmak başlarda beni o kadar etkilemedi. Ama her ne kadar buna alışkın olsam da kendimle hiç bu kadar baş başa kalmamıştım. Akşamları hiçbir şey yapmadan oturmayı, pencereden uzun uzun günbatımını izlemeyi, kuşları, ağaçları gözlemlemeyi deneyimliyorum. İletişimim genişledi, mümkün olduğunca arkadaşlarımla, ailemle haberleşiyorum. Herkesin yaşadığı gelecek endişesini, ‘sevdiklerime zarar gelecek’ korkusunu ben de yaşıyorum ama kendimi kaygıdan uzak tutmaya çalışıyorum. Bu anlamda felsefe okumak, dinlemek ve online buluşup tartışmak çok iyi geliyor.”
Gecikmez, şunları da ekliyor: “Artık dünyada kapitalist sistemin bildiğimiz anlamda devam edemeyeceği çok açık ve bu, sanat piyasasını da etkileyecek. Öz bakımın ve sorumluluğun temel olacağı bir ekonomi talebi gittikçe büyüyecek ve bu kendi sanat dünyasını da yaratacak. Bu yönde atılan adımlar desteklenecek ve kendini geleceğe taşıyacak. Beklediğim değişim bu yönde.”
‘Sanat alanında da keskin bir sınıfsal ayrım var’
Çizer Nazım Dikbaş da işlerini evden ürettiği için bunu sorun etmediğini ifade etse de, hayati olmayan tüm işlerin durdurulması ve işçilerin ücretli izne çıkarılması gerektiğini söylüyor: “Korkutucu olan, salgının idare edilmeyişi. Hep tekrar ediyoruz, hayati olmayan tüm işler durdurulmalı, tüm çalışanlara ücretli izin verilmeli, temel ihtiyaçlarla ilgili faturalar iptal edilmeli, salgınla ilgili şeffaf bilgi sağlanmalı ve yaygın test yapılmalı, ama bunlar olmuyor. Özellikle mücadelenin en önündeki sağlık çalışanlarının korunması gerekirken, hem her gün eksiklikleri duyuyoruz, hem de sağlık çalışanlarının kayıplarıyla sarsılıyoruz. Salgınla ilgili kapsamlı, sürekli tekrar eden bir halk eğitimi kampanyası düzenlenmeliydi. Bu hâlâ yapılabilir. Var olan eğitim dağınık ve yetersiz. Ben Tarlabaşı’nda oturuyorum. İnsanlar elbette olağanüstü bir süreç olduğunun farkında ama tedbirler zayıf. İnsanlar ne yapmaları gerektiğini bilmiyor, bilgi halka açık bir şekilde aktarılmadı.”
Dikbaş, sanatçıların güvencesiz şartlar altında çalıştığını vurguluyor: “Sanat alanı diğer alanlara çok benzemiyor. Sanatçılar neredeyse tamamen güvencesiz, ama bir yandan da bu, epey paranın döndüğü bir dünya. Daha önce, başka krizlerde de sanatçılar bir araya gelmeye çalıştı ama tam, sağlam bir dayanışma oluşturamadı. Evet, herkes birbirini arıyor soruyor; bunun önemini azımsamamak lazım. Ama sanat alanında da keskin bir sınıfsal ayrım var, hep olmuştur. Maddi olarak rahat durumdakiler evde kalmanın tatlı-ekşi zorluklarından bahis açarken, güvencesiz sanatçılar çok daha ciddi geçim sıkıntısıyla karşı karşıya ve bununla, sağlıklarına yönelik bu büyük tehdidin gölgesi altında baş etmek zorundalar. Türkiye’de görsel sanatların önündeki en büyük zorluk, fikren kendini yakın hissettiği daha geniş, özgürlükçü, dönüştürücü kesimlerle sürekli bir temas kuramaması. Bir ‘halk sağlığı şoku’ olarak nitelendirebileceğimiz bu dönem, bu meseleyi daha derinden düşünmemize vesile olsun.”
‘Dayanışma ağı oluşturulmalı’
Fotoğraf, video ve enstalasyonlar üreten Neriman Polat ise, Kuzey Ormanları Savunması’nın hazırladığı bir pankartta yer alan ‘Ağaç kesen korona biçer’ sözüne dikkat çekiyor: “Derinden bir keder duygusu eşlik ediyor her geçen güne. İnsanların yaşamları hızla biterken, bahar geldi, doğa ritmine devam ediyor ve sanki insanlıktan intikamını alıyor. Bu virüsü insanlık biçti, bakalım öncelikle nasıl baş edeceğiz, sonrasında da değişebilecek miyiz? Asıl soru bu gibi geliyor bana. Öngörülemez olandan, ölümden, sevdiklerimi kaybetmekten, insanların çekmekte oldukları acılardan, artan işsizlikten, parasızlıktan ve şiddetten korkuyorum. Ama korku da bulaşıcı bir hastalık; onu dizginleyip, kafaları, duyguları çözüm ve dayanışmaya çevirmeliyiz. Sanatçı olarak durumumuz çok vahim, nasıl güvencesiz bir hayatın içinde olduğumuzu bu dönem daha yoğun hissediyorum. ‘Sanat böyle zamanlarda çok önem taşır’ söylemleri içimi sıkıyor, önce sanatçının yaşam koşulları olabilmeli ki üretim olsun. Enkazın altından çıkabilecek miyiz, önce ona bakalım.”
Polat, salgın sonrasında kültür-sanat alanında büyük zorluklar yaşanacağını düşünüyor ve dayanışmanın öneminin altını çiziyor: “Mutlaka bir dayanışma ağı oluşturmak ve çözümler geliştirmek gerekiyor. Sanatçılar, bağımsız küratörler, işten çıkarılan ya da yarı zamanlı çalışan kültür-sanat çalışanları hayatlarını nasıl sürdürebilecek? Zaten çok zor olan hayatlar daha da zorlaştığında ortalık çöle dönüşebilir. Ben ‘Güçlü olan ayakta kalacak’ cümlesinden irkiliyorum, herkesin ayakta kalabilmesi için uğraşmalıyız.”