‘Altın Portakal yeniden halkla buluşacak’

Antalya Altın Portakal Film Festivali Antalya eski Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel ve festival yönetiminin aldığı kararlar nedeniyle 2014’ten beri politik tartışmaların odağında yer alıyor.Son yerel seçimlerde belediye yönetiminin değişmesinin ardından Altın Portakal için yeni bir dönem başladı. Festivalin ‘öze dönüş’ temasıyla ulusal yarışmaları ve Altın Portakal ifadesini geri getirmesi, sektörde ve sinemaseverlerde büyük memnuniyet yarattı. Festivalin yönetmeni Ahmet Boyacıoğlu’yla hem geçmiş tartışmaları, hem de bu yıl sinemaseverleri nelerin beklediğini konuştuk.

Antalya Altın Portakal Film Festivali Antalya eski Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel ve festival yönetiminin aldığı kararlar nedeniyle 2014’ten beri politik tartışmaların odağında yer alıyor. Belgesel filmlere uygulanan sansür, festivalin adından ‘Altın Portakal’ ifadesinin çıkarılması ve son olarak ulusal yarışmaların kaldırılması, hem sektör hem de Antalyalılar büyük tepki göstermişti. Son yerel seçimlerde belediye yönetiminin değişmesinin ardından Altın Portakal için yeni bir dönem başladı. Festivalin ‘öze dönüş’ temasıyla ulusal yarışmaları ve Altın Portakal ifadesini geri getirmesi, sektörde ve sinemaseverlerde büyük memnuniyet yarattı. Festivalin yönetmeni Ahmet Boyacıoğlu’yla hem geçmiş tartışmaları, hem de bu yıl sinemaseverleri nelerin beklediğini konuştuk.

2019, Altın Portakal için özel bir yıl. Neler hissediyorsunuz?

İyi duygular içindeyim. Ekibimiz çok deneyimli. En gencimiz 15 yıldır festival işleri yapıyor. Yaklaşık 15 kişiyiz. Herkes sorumluluğunu ve yapacağı işin ne olduğunu iyi biliyor. Dolayısıyla pek derdimiz yok. Festival gazetesi baskıya gitti, Cuma günü broşür çıkacak, program kapandı... Film Forum kendi içinde iyi bir şekilde devam ediyor. Jüriler belli. Bu, son 33 yılda organizasyonuna katkıda bulunduğum 42. festival. Bana “Heyecanlı mısın, endişeli misin?” diye soruyorlar. Ne heyecanlıyım, ne de endişeli.

Türkiye’de son yıllarda festival coşkusundan ve filmlerden çok sansür, boykot ve politik baskıları konuşur olduk. Festivaller de ülkedeki kutuplaşmadan payını alıyor. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Festival kataloğuna bu konuyla ilgili bir yazı yazdım. 30 yıldır, dünyanın her yerinde gitmediğim festival kalmadı. Festival zaten şenlik, eğlence, bayram demektir. Festivalde insanlarla buluşursun, film izlersin, sinema konuşursun, dertleşirsin, kartvizit alıp verirsin. O senin festivaline gelir, sen onun festivaline gidersin; sen ondan film alırsın, o senden film alır. Festival kültürel, biraz da eğlenceli bir ortamdır. Onat Kutlar’ın kitabının adı gibi: ‘Sinema Bir Şenliktir’. Bizde maalesef 2014’ten beri bu ortam zehirlenmiş, bozulmuş durumda. Herkes kendi derdini festivalde anlatmaya çalışıyor. Antalya’da 2014, İstanbul’da 2015 olayları... Sevmiyoruz, boykot ediyoruz, gelmiyoruz, küsüyoruz. Bu biraz da ülkenin genel durumuyla ilgili tabii. Aslında, ülkenin sokaklarında ne oluyorsa festivallerde de o oluyor. Politik belirsizlik, ekonomik sıkıntı, işsizlik, hoşgörüsüzlük, nefret... Bunlar her yere sirayet etmiş durumda. Oysa festivaller kavga yeri değil.

Önceki yıllarda festivali düzenleyen ekibin “Antalya, Türkiye’nin Cannes’ı olacak” gibi bir iddiası vardı. Sizce bir yere benzemek şart mı? Yerellikten taviz vererek evrensel olunabilir mi?

“Antalya, Cannes olacak”, dünyanın en anlamsız cümlesi. Çünkü Cannes bile artık Cannes olmaktan vazgeçiyor. Onlar da ‘Biz nasıl daha iyi oluruz’ derdinde son yıllarda. Cannes sadece bir festival değil, büyük bir market, gerçek bir alışveriş yeri. Tıpkı Toronto, Berlin, Venedik gibi... Son 30 yılı düşünürsek, özellikle bizim gibi ulusal festivallerin, ülkemizde üretilen filmlerin tanıtımını iyi yapmak gibi bir işlevi olmalı. Festival programının büyük bölümü, kısasıyla, belgeseliyle, uzunuyla, Türkiye’de üretilen filmlerden oluşmalı. Ayrıca yurtdışından gelecek konuklarla ilişkileri güçlendirmek gerekiyor. Antalya Cannes olamaz, olmasına gerek de yok, olmaya çalışması büyük bir saçmalık. Antalya, Antalya olsun yeter.

Ulusal yarışmalar Altın Portakal’a dönüyor. Antalyalıları ve festival konuklarını neler bekliyor bu yıl?

Belediye’yle, sayın başkan başta olmak üzere çok iyi bir ilişkimiz var. Bize hiç karışmıyorlar. Biz kendi programımızı uyguluyoruz. Açılış ve kapanış törenleri gibi bazı konuları birlikte tartışıyoruz,. Bu yıl bu törenler 10 bin kişilik spor salonunda yapılacak. Festival yeniden halkla buluşacak, sokağa inecek. Bariyerlerin kalkması çok iyi olacak. Başkan gerçekten çok zeki biri, çok iyi bir politikacı ve ne yaptığını iyi biliyor. Sanatsal anlamda bize hiç karışmıyor. Şimdiye kadar ne önerdiysek çok iyi karşıladı. Ulusal ve uluslararası yarışmasıyla ve forum bölümüyle çok iyi bir festival yapmayı amaçlıyoruz. Bu da zaten yeterli. Sinema üzerine konuşulsun, ortak projeler üretilsin, güzel bir festival olsun, amacımız bu. Ülkemizde çeşitli kentlerdeki üniversitelerde sinema, radyo, televizyon, görsel iletişim ve medya eğitimi alan 150 öğrenciyi Altın Portakal Sinema Okulu’na katılmak üzere Antalya’ya çağırdık. Yani artık bir de okulumuz var.

Bu yılın festival afişinde Türkan Şoray var. Bu çok konuşulan ve beğenilen afiş konusunda nasıl karar verildi?

Çok demokratik bir ortamda, 10 kişinin katıldığı bir toplantıda karar verildi afişe. Amacımız insanların evlerinin duvarlarına asabilecekleri bir afiş olmasıydı. Türkiye’de yapılan festivallerin son 10 yıl içindeki afişlerine şöyle bir bakın. Çoğu iyi kötü bir ödül heykelciğinden ilham alır, ya da film şeritlerinden. Bir de bu yıl ‘Öze Dönüş’ temamız var. O nedenle afişte Yeşilçam’dan usta bir oyuncuya yer vermek anlamlı oldu. Türkan Şoray, Altın Portakal’da ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünü alan ilk sanatçı olduğu için de böyle bir karar verdik. Çok ilgi çekiyor. Bir aksilik olmazsa Türkan Şoray açılış törenine gelecek ve Başkan Muhittin Böcek’le birlikte açılışı yapacak. Önümüzdeki yıllarda da bu afiş konseptinin süreceğini umuyorum.

Bu yıl Cahide Sonku anısına verilen bir ödül de var...

Evet. Bu kararı almaktan da çok mutluyuz. Kadın sinemacılar son yıllarda dünyada büyük bir hareket başlattılar. Festivalimiz de Cahide Sonku’yu anarak bu kampanyaya destek olmak istiyor. Cahide Sonku sinemamızda çok önemli bir yere sahip: İlk kadın yönetmen, ilk yapımcı, ilk star... Her yıl, kamera önünde ya da kamera arkasında, bir filmde çalışmış, o filme katkıda bulunmuş bir kadın sanatçıya verilecek bir ödül bu.

Altın Portakal, Türkiye’nin en köklü festivallerinden biri ama son yıllarda Yeşilçam’la bağının azaldığı yönünde eleştiriler var. Yeşilçam’ın kalbinin attığı bir festivalin adından ‘Altın Portakal’ ifadesi çıkarıldı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Bunlar çok üzücü gelişmelerdi. Sayın Muhittin Böcek, “Yeşilçam’ın diğer adı Antalya’dır” diyor. Çok doğru. Yeşilçam aynı zamanda bu ülkenin hafızasıdır. Maalesef, Yeşilçam dediğimiz o muhteşem sinemayla bağımız yavaş yavaş kopuyor. Gençlerin haberi yok. Yaşlılar da aramızdan ayrılıp gidiyor. 1999’daki Antalya Film Festivali’nde kentin içinde, kahvelerde, bahçelerde sanatçılarla söyleşiler yapıldığını hatırlıyorum. Kortej daha renkli ve canlıydı. 1960’lar Türk sineması’nın altın çağıydı, o dönemden çok az insan kaldı. Hep şunu söylerim: Benim için sinema Charlie Chaplin ve Yeşilçam’dır. Bazı insanların küçümsediği, beğenmediği Yeşilçam, 1960’lar ve 70’lerin o ağır baskı ve sansür ortamında çok önemli filmler yapmıştır. Bazılarını bugün izlediğimizde hayrete düşersiniz. Beş-altı yıl önce, Venedik Film Festivali’nin ‘Klasikler’ bölümünde Ömer Lütfi Akad’ın ‘Gelin’ filmini gösterdik, film bittiğinde izleyiciler yerlerinden kalkamadılar. 1973 yapımı bir film, ama hâlâ olağanüstü bir etkiye sahip. Senaryosunun bir kelimesiyle oynamaksızın, bir repliğini bile değiştirmeksizin, bugün tekrar çekilebilir ve aynı etkiyi yaratır. Aradan geçen 46 yıla karşın hiçbir şey kaybetmemiş gücünden. Dolayısıyla Yeşilçam’a çok büyük bir saygıyla yaklaşmak lazım. Afişimizden konuklarımıza, Yeşilçam’ı el üstünde tutmamız gerekiyor.

Antalya’nın son yıllarda seyirciyle bağının gittikçe zayıfladığı görülüyor. Bu bağı nasıl güçlendireceksiniz?

Bana söylenen, son yıllarda Antalyalı izleyicilerin de festivali boykot ettiği ve filmleri izlemeye gelmediği... Festival başlayınca neler olacağını göreceğiz. Uzunuyla, kısasıyla, belgeseliyle, Türkiye’den ve dünyadan yapımlarla çok iyi bir programımız var. Salonlarımız dolarsa, seyirciyi geri getirmiş olduğumuzu düşüneceğiz. Bazen seyircinin tekrar ısınıp salonlara dönmesi zaman alıyor.

Son yıllarda dünyadaki kadın sinemacılar tacizlere, eşitsizliğe ve sektördeki ayrımcılıklara karşı ciddi bir hareketlenme içinde. Siz de festival olarak bu yıl sinemadaki cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik olarak ‘5050 X 2020 Cinsiyet Eşitliği ve Katılım Taahhütnamesi’ne imza attınız...

Umarım dünyadaki tüm festivallere yayılır bu kampanya. Başka şeyler de yaptık. Az evvel değindiğimiz, sadece kadın sinemacılara verilecek Cahide Sonku Ödülü var. Jürilerde de kadın sinemacılara ağırlık vermeye çalıştık. Maalesef ülkemizde ve dünyada kadın yönetmenlerin sayısı çok az. Kadın görünürlüğünün artması gerekiyor. Bizim yarışmalarda da kadın yönetmen sayısı az ama Film Forum’daki projelerde kadın yönetmen ağırlığı var. ‘Kurmaca Pitching’ bölümünde 10 projeden altısının yönetmen ve yapımcıları kadınlar. İlerde kadın yönetmenlerin projelerinin artacağını umuyoruz. Adana Film Festivali’nde Serra Yılmaz’ın söylediğine çok katılıyorum: Daha fazla kadın karakteri yazılmalı.

Ulusal Kurmaca Yarışması’nın jüri başkanı, festivallere karşı hep mesafeli, biraz da kızgın olan Zeki Demirkubuz. Onu nasıl ikna ettiniz?

Amerikalıya sormuşlar, “Zengin misin?” diye, “Değilim ama zengin dostlarım var” demiş. Bu kadar söylesem yeter herhalde.

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema



Yazar Hakkında