Müteşebbis Heyet üyesi ve eski CHP milletvekili Selina Doğan, İçişleri Bakanlığı'nın patrik adaylarına sınırlama getiren talimatnamesinin olduğu gibi kabul edilmesi yönündeki heyet kararının ardından bir açıklama yayınladı. Doğan, "Toplumun bu yöndeki sesine kulak vererek yapıcı bir söylemle yeniden değerlendirme talep edilmelidir" dedi.
Selina Doğan'ın açıklaması şöyle:
2015 yılında milletvekili seçildiğimde Patriğimizi 6 yıldır seçememiştik. Görev sürem boyunca hemen her fırsatta bu sorunu dile getirdim. Mesrop Badriark’ın vefatıyla Patrik seçebilmemizin yolu açıldı. Ben de katkı sunabilmek ve bu tarihi sürecin bir parçası olabilmek için Müteşebbis Heyet üyesi olarak görev aldım.
Heyette, cemaatimizin birçok hukuki sorununun çözümüne katkı sunan Av. Setrak Davuthan, Av. Saro Benglian ile birlikte üç hukukçu yer aldık ama heyetteki varlığımı hukukçu olmaya indirgemedim. Hukukçu olmamın yanı sıra bu ülkenin ve toplumun bilinçli bir mensubu, parlamentoda mesai yapmış ve bürokrasiyle iç içe olmuş bir siyasetçi olarak da katkı sunabileceğimi düşündüm. Çocuğumun ve cemaatimizin tüm çocuklarının esenlikli bir gelecek yaşaması için çabalayan bir anne olduğumu da hiç unutmadım.
Patrikhanemize iletilen 23.09.2019 tarihli talimatnameyle aday olmak için “İstanbul Ermeni Patrikhanesine mahsus episkoposlar sınıfına dahil olmak” kriteri getirildi. Bu kriter özel olarak heyeti genel olarak da cemaatimizi bir yol ayrımına getirdi.
Hangi yolu seçeceğimize dair Müteşebbis Heyet'in yaptığı tartışmalarda ağırlık kazanan bir görüş ortaya çıkmadı.
Aynı zamanda toplumun seçilmişleri de olan vakıf yöneticileriyle bir araya gelme önerisi benimsendi. 3 Ekim’de, yapılacak Patrik seçiminde oy hakkı bulunan ruhani kurul üyelerinin de katıldığı bir genişletilmiş toplantı yapıldı. Toplantının, toplumun farklı katmanlarını da içermesi gerektiğine ilişkin önerim ise kabul görmedi.
Toplantıda ortaya çıkan görüşün yanı sıra benim için çarpıcı olan başka bir gerçek vardı. O da toplumu temsil eden aktörlerin önemli bir kısmının yaşanan süreçle aralarında giderek bir mesafenin oluşmasıydı.
Bir kez daha üzülerek gördüm ki çoğu vakıf yöneticilerimiz toplumumuzun düşünce, eleştiri ve akıl yürütme hızının gerisindeler. Kimseyi hedef alma, incitme amacım elbette yok ama ayan beyan ortada duran toplumsal bir sorunla karşı karşıyayız.
Bir yandan tabandan başlayarak toplumu temsil etmesi gereken kişileri denetlemeyen ve hatta bu bilincin oldukça uzağında olan bir toplum gerçeğimiz, öte yandan 8 yıldır yöneticilerini yenileyemeyen kurumlarımız var. Bunları bir şekilde armonize etmesi gereken Patriklik makamı ise sancılı bir süreçten geçiyor.
Neresinden tutsanız elinizde kalan iç karartıcı bir süreci yaşıyoruz.
"Diyalog yolunun söz konusu olmadığı" vurgulandı
İşte böyle bir ortamda yapılan genişletilmiş toplantıda heyet başkanımız ortaya çıkan iki görüşün argümanlarını da tek tek sıralayarak belli bir tarafsızlığı yakalamaya çalıştı. Ancak, birebir gerçekleştirdiği görüşmelere göre bu konuda yeniden diyalog yolunun söz konusu olmadığını vurguladı.
Değabah hayrımızın “iki kötü arasında seçim yapmak” durumunda kaldığımız tespitinde bulunması ise süreçle ilgili bir fikri ve yargısı olmayan bir kısım vakıf yöneticilerimiz ile diyalog yolunu öneren bazı vakıf yöneticilerimizi ister istemez etkiledi. Bu yöneticilerimiz talimatnamenin mevcut haliyle kabul edilmesi yönünde görüş bildirdi. Dört vakıf yöneticisi ise “çekimser” oy kullanarak edilgen kalmayı tercih ettiler.
Gerek Müteşebbis Heyet gerek vakıf yöneticileriyle yaptığım temaslarda tartışmaların isimler üzerinde dönmemesi gerektiğini özenle vurguladım. Buna karşın ilkeler yerine belli isimler üzerinden tartışma yapıldığını görmek benim için ayrıca üzücü olmuştur.
Bir usulü olmayan, her seferinde değişen şartlara göre yeni metodlar geliştirmek zorunda kaldığımız, atipik durumların gündemini belirlediği Müteşebbis Heyet toplantılarının sonuncusunda uzun tartışmalar yaşandı.
1 (Bir) boş oy kullanılan toplantıda oy çokluğuna yine varılamadı ve genişletilmiş toplantıdaki eğilim yoklaması dikkate alınarak talimatnamenin mevcut hali ile seçim çalışmalarına devam edilmesine karar verildi.O boş oy talimatnameye itiraz edilmesi yönünde kullanılmış olsaydı nasıl bir yol alınacaktı ben de bilmiyorum. Artık bunun bir önemi de yok.
Tüm bunları neden yaşadığımızın cevabı açık. Herkes birbirini suçlayabilir ancak iletişim çağında kendi içinde iletişimi olmayan, bir bilgiyi paylaşmanın sağlıklı yolunu bulamayan, daha da önemlisi bunu dert etmeyen bir toplumuz. Acı ama gerçeğimiz bu.
Felaket senaryosu çıkarılmasını anlayabilmiş değilim
Uygun bulmadığımız bir talimatnamenin yeniden değerlendirilmesi talebinin karşısına bir felaket senaryosu çıkarılmasını anlayabilmiş değilim. Korkularımızı besleyerek mi sorunlarımızı çözeceğiz? Bizi ilgilendiren bir talimatnameyi yeniden değerlendirmeyi talep etme hakkımız bile olmayacak mı?
Bir kere daha çok açık gördüm ki vakıf yönetim seçimleri için gençleri ve toplumda fark yaratacak işler yapabilecek kişileri yüreklendirmemiz gerekiyor. Bu geleneksel anlayışla statükoyu tekrar ederek kendine güvenen ve geleceğe umutla bakan bir toplum oluşturmamız çok zor.
Bu vesileyle mevcut talimatnamenin sorunlu gördüğüm hususlarını aşağıda sizlerle paylaşmayı uygun görüyorum. Bu duygularla Müteşebbis Heyet'teki görevime sürecin etkin bir parçası ve tanığı olmak adına görev bilinciyle devam edeceğimi bildiririm.
Talimatnamenin 25/3. Maddesi;
• 1863 Nizamnamesinin mantığı ile örtüşmemektedir zira 1863 Nizamnamesi düzenlendiği tarihte hem nüfusumuz hem de Episkoposluk merkezlerimiz Osmanlı topraklarında geniş bir dağılım göstermekteydi. Dolayısıyla Episkoposluklar arasında bu şekilde bir geçiş olmasına ihtiyaç yoktu. Kaldı ki her biri Eçmiadzin’in onayıyla göreve başlamaktaydı. Dolayısıyla o şartlarda her bir episkoposluğun kendi özerkliğini korumak için getirilen bu düzenlemenin toplum olarak varlık yokluk mücadelesi verdiğimiz bugüne uyarlanması yerinde değildir. Öte yandan 10.07.2019 tarihli Anayasa Mahkemesi Kararında açıkça “ (…) dini liderin hangi hallerde seçileceğine veya dini liderin seçim usulüne devlet karar veremez. Zira Anayasa Mahkemesinin daha önce de ifade ettiği gibi bir din ve inancın gerekliliklerine ancak söz konusu din veya inancın mensuplarınca karar verilebilir” denilmiştir. Hatta devamında da “idare meselenin diyalog yoluyla çözümlenmesi imkanını araştırmamış meselenin Ermeni gelenek ve görenekleri ile dinsel gerekliliklerine uygun bir biçimde çözümlenmesi için politikalar geliştirmemiştir” diye de eklemiştir.
• Keza, yakın geçmişte idare soy kodunun kaldırılması, kimliklerde din hanesinin boş bırakılması gibi kemikleşmiş konularda görece ilerici adımlar atmıştır. Dolayısıyla bu sınırlandırma çelişkilidir. Bugünün ihtiyaçları ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile Lozan Anlaşması, usule ilişkin düzenlemeleri idarenin değil toplumumuzun kendi üyelerinin yapması gerektirmektedir.
• Öte yandan nüfusumuzun azalması ve dini eğitim kurumlarımızın yetersizliği nedeniyle din adamı yetiştirmede sıkıntılar mevcuttur. Her ne kadar bu konuda mevcut şartlar üzerinden değerlendirme yapılmakta ise de geride bıraktığımız 90 küsur yıla bakıldığında ileriye dönük olarak sorun yaşanacağı açıktır. Dolayısıyla ileri dönük olarak bu düzenleme seçimleri imkânsız kılabilir.
• Her talimatnamede değişiklik yapmak hukukun bilinebilirlik ve devamlılık esaslarına aykırıdır. İdare zaten her zaman “Devletin güvenine mazhar olmadığı” gerekçesiyle bir adayı göreve başlatmayabilir. Ancak daha baştan adaylığı engellemek hem bizlerin seçme hakkının hem de aday adaylarının seçilme hakkının ihlalidir.
• Her defasında bir kereye mahsus olarak yürürlüğe giren geçmiş talimatnamelere değil yürürlükte olan mevcut düzenlemelere göre hareket etmek çoğulculuğun ve pozitif hakların korunmasının bir gereğidir.
Yurttaş olarak yasal bir iş yaparken hukukun tanıdığı hakları kullanmamayı tercih etmek ancak daha üstün bir menfaat için söz konusu olabilir. Mevcut durumda bu husus belirsizdir.
Tüm bu nedenlerle toplumun bu yöndeki sesine kulak vererek yapıcı bir söylemle yeniden değerlendirme talep edilmelidir. Bununla birlikte tüm bu yaşananlar dikkate alınarak kalıcı bir düzenleme yapılması için çalışmalara başlanmalıdır.