‘Geri göndermelerin hukuki ve meşru zemini yok’

Tekrarlanan yerel seçimlerden sonra Suriyeli göçmenlere yönelik ırkçı, dışlayıcı politikalar daha fazla zemin bulmuş gibi gözüküyor, bilhassa iktidar kanadında. Birkaç karar var önümüzde: Birincisi, İstanbul’daki Suriyelilerin kayıtlı oldukları illere gönderilmesi kararı, fakat bunun da ötesinde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ‘’Suriyelileri sınır dışı etmeye başladık. Daha da devam edeceğiz’’ gibi açıklamaları var. Suriyeliler konusuna çok büyük oranda siyaset sahasında dışlayıcı, ötekileştirici şekilde yaklaşılıyor. Tüm bu konuları 27 Temmuz günkü Radyo Agos’ta (Açık Radyo) hak savunucusu Hakan Ataman ile konuştuk..

Hakan Ataman sen bu konulara çalışmış bir sivil toplum çalışanısın, hak savunucususun. Öncelikle, şunu sorayım sana: Bu ortam, atmosfer içerisinde, bilhassa yerel seçimlerden sonra iktidarın takındığı tutumu nasıl görüyorsun?

Her şeyden önce, bu tutum hem ulusal düzeydeki genel mevzuata hem de uluslararası insan hakları belgelerine uyumlu değil. Çünkü her şeyden önce 9 Temmuz’da Anayasa Mahkemesi tarafından açıklanan karar var. Yapılan bir geri gönderme, sınır dışı etme başvurusuna bağlı olarak  alınan bir karar bu. Anayasa Mahkemesi 1545 başvurunun daha yapıldığını, bu kadar çok başvurunun kabul edilemez düzeyde olduğunu, bunun temel sebebinin etkili bir iç hukuk yolunun bulunmaması olduğunu, dolayısıyla hükümetin ulusal mevzuata etkili  bir iç hukuk yolu yapması gerektiğini belirten bir karar.
Bu sınır dışı etmelerin Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcı kararının hemen arkasına da gelmesi, ayrıca düşündürücü. Sonuçta sınır dışı etme meselesi; gerek 1951 tarihli mülteciler hukuku statüsüne dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne, gerekse Anayasanın 17. ve Türkiye’nin 2013’te kabul ettiği, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’ndaki 4. maddesine aykırı. Sınır dışı etme konusu, çok kesin bir hükümdür. İnsanların başlarına geri döndüklerinde, herhangi bir felaketin gelme riski olduğu yerlere gönderilmeleri kat- suretle yasaklanmıştır. Aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de bir kişinin  insanlık dışı muamelelere maruz kalacağı bir yere iade edilmesi, ne gerekçeyle olursa olsun kati suretle yasaklanmıştır. O kişi geldiği ülkede bir suç işlemiş olsa dahi eğer idam cezası, işkence, kötü muamele ya da buna benzer insanlık dışı muamelelere maruz kalacağı bir yere geri gönderiliyorsa bunun durdurulması gerekir. Bununla birlikte, bu konuyla ilgili olarak son dönemde, bize gelen ve sürekli artan rakamlara göre, yaklaşık 4 bin kişi sınır dışı edilmiş görünüyor. Bunun herhangi bir hukuki açıklaması olmadığı gibi, insan temel hak ve özgürlüklerine temel teşkil eden etik açıdan da doğru bir yaklaşım olmadığını vurgulamak isterim. Bu da tabii Türkiye’de mültecilerin yani özellikle de ‘Suriyeli mültecilerin’ hukuki statüsüyle de ilgili olarak çok ciddi anlamda kamuoyunda bir kafa karışıklığından da kaynaklanıyor.

Hakan Ataman

Evet, onu da biraz açabilirsen..
Toplu bir mülteci akınıyla karşılaştırıldığında genel olarak bir geçici koruma statüsü, hukuki statü olarak uygulanan bir şey. Ancak gerek Birleşmiş Milletler gerekse Avrupa Konseyi kararları bu tür bir hukuki uygulamanın en fazla 2 yıl, bilemediniz 1 yıl daha uzatılması gerektiği yönünde tavsiyelerde bulundular ve bu tür yönetmeliklerin, uygulamaların , kanunların uluslararası sözleşmenin önüne geçmemesi gerektiğine de atıfta bulundular.  Buradaki geçicilik mültecilere ilişkin bir geçicilik değil; yapılan düzenlemenin geçici olduğunu ifade eder. Çünkü amaç bir an önce kalıcı bir çözüme gitmektir, kalıcı bir statüye ulaşmaktır. Bizde ise ne yazık ki Geçici Koruma Yönetmeliği, Bakanlar Kurulu’nun kararıyla süresiz olarak tanındı ve geçen süre içerisinde de daha kalıcı bir çözüme gidilmesi için herhangi bir adım atılmadı. Yapılan diğer yönetmeliklerle, bu şekilde sisteme dahil edilen pek çok Suriyeli mülteci kayıt oldukları illerde kalmak zorunda bırakıldı ve bunların da çoğu Güney ve Güney Doğu Bölgesi’nde, sınırdaki illerde yoğunlaştı. Kilis’te neredeyse 1’e 1, yerel nüfusa oranladığımızda. Antep’te veya Antakya gibi yerlerde neredeyse 10 kişiden 3’ü Suriyeli ve bu kadar yoğun bir insanı barındıracak düzeyde değil. İnsanlar iş bulamıyorlar, ev bulamıyorlar, yeterli okul yok.. Pek çok insan iş bulabilecekleri büyük kentlere doğru bir geçiş yapmak zorunda kaldı, bu durumda bir kısmının kaydı ilk geldikleri ilde kaldı, bir kısmının kaydı yeni gittikleri illerde kaldı. Türkiye’deki genel duruma ilişkin de hükümet bugüne kadar politika üretemedi. Bu, mevcut önyargının artmasına, işsizliğin, ekonomik sorunların bile mültecilere yüklenmesine yol açtı. Tabii bu durumda da insanlar bu işin asıl sorumlusu olan hükümete, meclise bu tepkileri yöneltmek yerine en yakınındaki ve en güçsüz durumdaki mülteciye ırkçı, ayrımcı muamelelerle, saldırılarla bunu yöneltmeye başladı. Bugüne kadar da sivil toplum örgütlerinin çabaları haricinde bunun önlenmesi için ne bir hukuki düzenleme ne pratik olarak bir politika ne de kamuoyundaki tansiyonu azaltacak bir önlem alındı. Onun yerine, sanki, ‘Bizim oy kaybetmemizde en büyük etken Suriyeli mültecilerdir. Dolayısıyla, bunu hemen ivedilikle çözmemiz gerekir’ gibi hiçbir hukuki tabanı, zemini olmayan bir şeyle bu uygulamaya başlamış bulundular.

Dolayısıyla aslında sorun biraz da bir çıkmaza doğru gidiyor gibi herhalde, değil mi?
Evet, maalesef durum öyle. Sınır dışı etme koşulları da çok kötü. İnsanlar plastik kelepçelerle arabalara konulup götürülüyorlar ve daha sonra da konuldukları Geri Gönderme Merkezleri’ndeki koşulların pek iyi olmadığına dair veriler, bilgiler akmaya başladı. Aç susuz bırakma, çocukları yetişkinlerin yanına koyma, kötü muamelede bulunma ve daha sonra da bezdirip insanlara gönüllü geri dönüş kağıdı imzalatarak hemen akabinde de sınır dışı etme gibi birtakım bilgiler geliyor. Bu bilgilere ek olarak da, sayının da sürekli olarak arttığı söyleniyor. Birçok insan iş yerleri açmıştı, bu iş yerlerine de birtakım uygulamalar söz konusu. Özellikle de büyük kentlerde, metropollerde bu yönde bir şey var. Sonuç olarak, bu uygulamanın herhangi bir meşru zemini ne yazık ki bulunmuyor. Hukuki bir zemini olmadığı gibi meşruiyeti de tartışılır nitelikte. 

Sonuçta hükümetin bu konuya dair bir adım atması gerekiyor.
Bir adım atması gerekiyor. Her şeyden önce, Anayasa Mahkemesi’nin kararı doğrultusunda kanunu yeniden ele alıp düzenlemesi gerekiyor. Bu düzenlemeyi de işin uzmanı olan hukukçularla, sivil toplum örgütleriyle oturarak birlikte hazırlaması ideal olandır. Medyanın ve diğer kurum ve kuruluşların bu konuda daha duyarlı davranması son derece önemli diye düşünüyorum.

Kategoriler

Güncel


Yazar Hakkında

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE