Efsaneler çoğu kez sınırları aşar. Komşu coğrafyalara kadar yayılır, farklı kültürlerde farklı anlatılarla yüzyıllar boyunca sürer. Ancak, her efsane böyle değildir. Kimi efsaneler kendi yakın çevrelerinde sınırlı olsa da bir anlamda ölümsüzlük kazanırlar. Bizim de Agos ailesi olarak kendi efsanemiz var. Adına Sarkis Seropyan dediğimiz, varlığını, soluğunu ölümünden sonra da yanı başında hissettiğimiz bir efsane.Agos’un kurucularından Sarkis Seropyan’ı bundan tam dört yıl önce, 28 Mart 2015’te kaybetmiştik. Onunla uzun yıllar dirsek dirseğe çalışan Pakrat Estukyan dört yıl sonra Baron Sarkis’in hala zihnimize ve hatırlarımıza vuran ışığını yazdı.
Sarkis Seropyan efsanesi bu gazetenin kuruluş harcında şekil aldı ve ölümünden sonra da varlığını sürdürüyor. O bizim masal anlatıcımızdı. Kendine özgü bir anlatma yöntemiydi bu. Yılların birikimiyle oluşmuş bir bilgenin edasıyla ve masal tadında konuşurdu. Bu anlatılar en çok da kişisel ve aile geçmişini araştırmak üzere Agos’un kapısını çalanları etkilerdi. Seropyan, büyük bir sabırla konuğu ile tanışır, iz sürme meselesine öncelikle memleketini tanımlamakla başlardı. Konuğunun kapıdan girmesinden beş dakika sonra Seropyan’ın masasında kocaman haritalar açılır, kalın ciltler raflardan iner ve ziyaretçisini de hayretlere düşürecek bir yığın bilgi ortaya saçılırdı. Genellikle yer adları Türkçeleştirilmiş, eski isimlerse telaffuz kırılmaları sonucu anlaşılmaz hale gelmiş olurlardı. Seropyan, bir etimoloji laboratuvarı gibi çalışır, olası değişimleri öngörür ve sonunda aradığı hedefe de ulaşırdı.
Seropyan’ın yokluğunda en çok hasret kaldığımız bu yaşanmışlıklar oluyor. Artık bu tür sorulara cevap verecek donanıma sahip kimse kalmadı gazetede. Ve yazının tam da bu noktasında kapıdan haber geliyor ‘Bir ziyaretçi var, görüşmek istiyor. Müsait misiniz?’ Bu soruya asla hayır demediğimiz için ‘Gelsin bakalım ne anlatacakmış?’ diyor ve klavyeyi öteye itiyoruz. Gelen tanıdık bir sima, Bedestan müziğin kurucusu Bülent Çatalkaya. Çantasından bir afiş çıkarıyor ve ‘Sizi konserimize davet etmeye geldim’ diyor. Afişin orta yerinde bir şahmeran figürü, onun üzerinde ise bir Zümrüdüanka. Afişteki ‘Dew Du Şar’ sözünü açıklıyor önce, 12 yazma. ’12 yazma 12 kadın anlamına geliyor’ diye açıklıyor Bülent, ardından da ikinci ifade ‘Heft Mesel’ yani yedi masal.
Biz tam da Sarkis Seropyan’ın ruhunun, soluğunun bu odalarda dolaştığını yazıyorken, Bülent Çatalkaya’nın afişi o soluğun canlanmasına yol açıyor. Saniyeler içerisinde sevgili Metin ve Kemal Kahraman birkaç yıl önce çıkardıkları ‘Şahmeran’ albümü geliyor gözümüzün önüne. Oradaki ezgiler takılıyor kulağımıza. ‘Yazmanın simgesel bir anlamı var bilirsin’ diyor Bülent ve sonra aşiret kavgalarında savaşın kadınların yazmalarını yere atmalarıyla kavganın son bulduğunu anlatıyor. Kadınlar, bugünde savaşın acımasız olduğu anlarda ortaya atılıp yazmalarını, askerlerin, özel harekâtçıların, JÖH’lerin, PÖH’lerin ayaklarının altına atıyor, ama onlar bunun anlamını bilemiyorlar.
Hatıralar üşüşüyor beynimize. O hatıralar bizi Munzur’un kıyılarına, Dersim’in yamaçlarına götürüyor. Ovacık gözelerinden Anahid’in süt pınarları fışkırıyor. Kayalardan çıkarken debisi o kadar yüksek ki köpürerek süt renginde akıyor sular. Ancak aşağıda göllendiğinde fark ediyoruz suyun saydamlığını. Anılar acılarla yüklü bu coğrafyada... 1938’in cinayetleri, sürgünleri, Dersim’in kayıp kızları ve umudumuzu bağladığımız Hızır… Hıristiyan Ermeni mitolojisinde Surp Sarkis deyip uğruna üç gün oruç tuttuğumuz. Hıdır anlatısı da zengindir Dersim dağlarında. Surp Garabet’tir Hıdır diye anlattığımız.
Baron Seropyan, tüm bu hikâyelerin en güzel anlatıcısı olarak geçti aramızdan. “Bize yokluğu kaldı” demeye dilim varmıyor. Bülent Çatalkaya’ya teşekkür ediyorum ziyareti için. ‘Fırsat buldukça gel’ diyorum. Biliyorum, onun veya Ferzan’ın, Ersoy’un, Hikmet’in, Mahir’in ve daha nicelerinin her gelişlerinde, Agos’un kapısından her girişlerinde Sarkis Seropyan hep burada olacak.