ANNA TURAYİçinde yaşattığı o kimlikler, birlikte uyum içinde var olabilecek gibi değildi, elbette bunu o da iyi biliyordu, ama başka çaresi yoktu. O kendi çarmıhını bizzat tasarladı,.
Yıllar içinde Eçmiadzin’de, Kudüs’te, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde görev yapan pek çok din adamıyla tanıştım. Patrik Kalustyan’ı da, Patrik Kazancıyan’ı da, çok yakından olmasa da, tanımıştım. Mesrob Srpazan hiçbirine benzemiyordu.
Ne bir patrik, ne de din adamı gibi olabildi aslında, olmaya da pek yeltenmedi. Sadece gerektiği zamanlar o kıyafeti üzerine geçirdi ama kendi derisi olmasına izin vermedi.
Ortaçağ’dan kalma engin gönüllü bir derviş ile güçlü ideallerin yönlendirdiği çağdaş bir eylem adamı aynı bedende birarada yaşıyor, bazen biri bazen öteki öne çıkıyordu. Dehasını ve mücadelesini izlemek, zaman zaman ona yol arkadaşlığı etmek heyecan verici ve çok eğitici bir deneyimdi benim için.
İçinde yaşattığı o kimlikler, birlikte uyum içinde var olabilecek gibi değildi, elbette bunu o da iyi biliyordu, ama başka çaresi yoktu. O kendi çarmıhını bizzat tasarladı, göz kamaştırıcı renklerde değerli taşlarla süsledi ve boynuna taktı.
Mesrob Srpazan zor bir ülkede, tükenmiş, yaralı bir toplum için çalışan, inançlı bir sivil toplum gönüllüsüydü.
Hep geleceğe baktı
Ölüler için değil, yaşayanlar, yaşayacak olanlar için çaba harcadı. Geleceğe baktı hep. Çünkü ölülerimizin ruhlarının asıl böyle huzur bulacağını biliyordu.
Çocuklara ve gençlere duyduğu inanç, umut ve sevgiyi Kınalıada’da inşa ettirdiği o kocaman kurnada tekrar tekrar vaftiz etti.
Türkiye Ermeni toplumunun bireylerinin içinde yaşadıkları büyük toplumla ilişki içinde olmasına önem verdi, destekledi. Kapanmayan yaraların merhemini bulmuştu; bilmek, tanımak, yakın olmak...
Tüm iyi kalpli, güzel ruhlu insanlar gibi en çok çocukları ve gençleri sevdi. Kadınların toplumsal değişim ve gelişimdeki rolüne yürekten inandı.
Ah, ne çok insana dokundu, ne çok evde aile üyeleriyle birlikte, gülümseyen fotoğrafları var... Yalnızca düğünlerde ve vaftizlerde, resmi kılığıyla değil… Sofrada kadeh tokuştururken, vapurda yan yana otururken, evin küçük çocuğunu, hiçbir zaman sahip olamayacağı minik bir bebeği beceriksizce kucağında tutmaya çalışırken… Vakıflı’da harisa kazanının başında, Kayseri’de eski, yıkık bir Ermeni evinin duvarının önünde… Sayısız anı ve duygu bıraktı ardında. Ve yalnız bizim için değil, tüm dünya Ermenileri için büyük bir boşluk…
Işıklarda uyuyacağını biliyorum. Anuş kun, pari yeraz Srapazan.