Anahide Ter Minassian oğulları Vahe ve Aram ile birlikte 2014 yılında Sasun’u ziyaret etmişti. Geziye tanıklık eden Besse Kabak izlenimlerini o yıl Agos için yazmıştı. Bu yazıdan bir bölümü sunuyoruz.
Telefonunda konuştuğum kişi Anahide Ter Minassian’dı ve yazar Sasun’u ziyaret etmek istediğini söylüyordu. Çoğu insan için Sasun’un şartlarının neredeyse kâbusa dönüşebileceğini bildiğimden, Ter Minassian’ın isteğini hemen kabul etmeyerek karşılaşabileceği sorunları anlatıp bir yerde onu vazgeçirmeye dahi yeltendim. Neyse ki Avrupa’da doğup yaşamış olmasına ve ilerlemiş yaşına rağmen anlattıklarım onu vazgeçirmemiş, aksine sanki daha da teşvik etmişti. “Ben her şeyi göze alarak gelmeyi kabul ediyorum. İzinlerini ayarlayabilirlerse çocuklarım da gelmek istiyor…”
Batman havaalanında Behçet Çiftçi arkadaşımız karşılıyor bizleri. Sağ olsun, kendisine “Gülizar’ın torunu Anahide Ter Minassian Sasun’u ziyaret etmek istiyor” demem yeterli olmuştu. Bayram günüyle grubumuza katılmakla kalmayıp bizlerden iki gün önce Batman’a gelen Anahide Ter Minassian ve oğullarını Hasankeyf’e götürerek misafirlerimizi en güzel şekilde ağırlamıştı.
Yolda “Bana hanım veya siz diye hitap etmezseniz sevinirim” dediği için gezi boyunca kendisine Anahit Mayrig (anne) demeye karar veriyoruz.
Her daim kutsal Maratug
Minibüsümüz Maratug Dağı’nın eteklerinden yukarı doğru keskin virajlarla yol aldıktan sonra, sonunda öğlen saatlerinde yaylaya ulaşıyoruz. Yaylada, taşlarla örülü duvarlar, muşamba ve otlardan yapılan çardaklar, insanda ister istemez zamanın burada durmuş olduğu hissini oluşturuyor. Anahit Mayrig, yüzünde memnuniyet ifadesiyle, uçurumun hemen yanı başında kurulu yayla yerinde, sadece yemek ve uyumak gibi zaruri ihtiyaçları karşılayabilecek malzemelerin bulunduğu bu sade yaşamı uzun uzun seyredip “Tıpkı annemin anlattığı gibi” diyor.
Çadırları kurduktan sonra grup üyeleriyle birlikte Maratug’un günümüzde Şayhbazit olarak adlandırılan küçük başını keşfetme kararı alıyoruz. Anahit Mayrigse engebeli yollarda yürümekte sorun yaşadığından, halinden şikâyet etmeden katılamayacağı yerlerde grup üyelerinin geri dönüşünü sabırla beklemeyi tercih ediyor.
Yemek sonrası ‘ukhd’ yani adak hazırlıklarımızı yapmaya başlıyoruz. İnsanların İstanbul'dan göndermiş olduğu bulgur ve mumları çıkarıyorum çantamdan. Mumları bir birlerine karıştırdıktan sonra, gönderen insanların istekleri doğrultusunda yarısını kilisede yakılmak üzere, diğer yarısınıysa yaylada yaşayanlara dağıtmak üzere ayırıyoruz.
Gecenin ortasında yolculuk
Güneşin doğuşunun ihtişamına tanık olabilmek adına tırmanışa erken saatlerde başlama kararı aldığından, gecenin üçünde Behçet “Saat geldi, haydi kalkın” diyerek herkesi uyandırıyor. Aşağıda kalanlar el birliğiyle çardağı düzenleyip kahvaltı hazırlıklarına başladığında grup üyeleri de dönüyor. Dondurucu soğuğa rağmen her biri ‘ukhd’tan çok etkilenmiş olduğunu fark ediyorum. (...)Kahvaltıdan sonra sohbet ortamı oluşuyor. Bölgenin tüm tarihçesini üniversitede ders olarak anlatacak bilgiye sahip Anahide Ter Minassian daha önceki konuşmalarımızda “Sasun’un sadece 19. yüzyıla kadar olan tarihini biliyorum” dediği için, ona Sasun’daki yaşantımız ve büyüklerden dinlediğim kadarıyla eski kutlamaları anlatıyorum. Anlattıklarımdan etkilenmiş olacak ki “Aslında bugün biz 1914’te son kez barış, kardeşlik ve sevgi içinde büyük topluluklar halinde kutlanılan Maratug ‘ukhd’unun yüzüncü yıldönümünü kutluyoruz” diyor.
Sabah saatlerinde köyden gelen Hikmet Abi’nin Ermenice şarkı okuduğunu bildiğimden, misafirlerimize sürpriz yamak istiyorum. Ancak onun Anahit Mayrigin büyük annesi Gülizar’ın şarkısını bilmesi benim için de sürpriz oluyor. Hikmet Abi babasından öğrenmiş olduğu Gülizar’ın hikâyesinin anlatıldığı ağıtı okurken, aradan 125 yıl geçmiş olmasına rağmen Gülizar’ın yaşadığı eziyetler çardaktaki kadınların gözlerinin dolmasına neden oluyor. “Ben bir garip Ermeni kızıyım, kendi dinimin esiriyim, öldürsen de ben dinimden vazgeçmem…” İnsanlar yapılan zorbalıklar karşısında onun şarkısıyla dayanacak gücü bulmuş, yıllar yılı hem kendilerine hem de Gülizar’a ağlamışlar. Bu yüzden Gülizar sadece Anahide Ter Minassian’ın değil tüm ezilmiş insanların nenesi sayılıyor.(...)
Zulada mutlu anılarla
Gezimizin son durağında Bedros Arakyal Manastırı’nı ziyaret eden arkadaşlarımızın dönüşünü beklerken Anahit Mayrig’le birlikte muhtarın evinin bahçesindeki ağaçların gölgesine sığınıyoruz. Bugünün hatırası olsun diye bahçeden birkaç tane ceviz istediğimde “Bizim yüzümüzden insanları rahatsız etme” diye kızsa da dalından koparılmış yeşil cevizleri gördüğünde sevinerek göndereceği kişileri belirlemeye başlıyor. “Biri Amerika’daki Garo Sasuni’nin çocuklarına, biri Fransa’daki...”
Konuşmalar esnasında muhtar bir ara seneye belki de manastıra kadar yolun yapılabileceğini söylediğinde Mayrig “O zaman seneye mutlaka tekrar gelip manastırı göreceğim” diyor.
O son gece, Aram ve Vahe’nin yıldızlarla bezeli gökyüzünün altında uyuyabilmeleri için damda döşek seriliyor. Sabah köyü tanımak için yapılan kısa yürüyüşte, bizi evlerine davet eden komşularla karşılaşıyoruz. Burada geçirilen kısacık günler içinde atalarımızdan kalan kiliselerin, evlerin yıkıntılarını görmüş, üzülmüşlerdi ancak her seferinde bu yıkıntıların üzüntüsünü hafifleten misafirperver dost canlısı insanlarla bir araya gelebilmiştik.
Onları Batman’a götüren minibüsle yola çıktıklarında arkalarından su dökerken, çocuklarına, torunlarına artık sadece acı yılların anılarını değil, buradaki insanlarla birlikte yaşadıkları güzel anları da aktaracaklarını düşünerek seviniyorum.