Bu dünyada büyük isimlerle dolu bir aileye doğmak ne ağır bir yüktür! Birçok insan, hayat boyu peşlerini bırakmayan soyadları, hikayeler, beklentiler altında eziliverir, büzüşür, silikleşir. Pek az kişi, 11 Şubat günü kaybettiğimiz tarihçi Anahide Ter Minassian gibi ailesinin mirasını yemeden, o isimle kavga etmeden köklerinden yeşermeyi başarabilir. Malumunuz, Anahide Ter Minassian Abdülhamid Osmanlısı’nda hem Doğu vilayetlerindeki Ermenilere yapılan zulmün, hem de bu zulme direnişin sembolü olmuş Muşlu Gülizar’ın torunudur. Büyükbabası ise 1880’lerin sonundan soykırım günlerine kadar ömrünü adalet mücadelesine adamış, 1908’den 1915’e kesintisiz vekillik yapmış, mecliste her söz aldığında ‘Bizim Muş ovasında…’ diye başlayıp doğduğu toprakların acılarına ses olmuş cefakâr bir o kadar da renkli bir sima, Ermeni Devrimci Federasyonu (EDF) üyesi Keğam Der Garabedyan’dır.
Anahide soyadını ise EDF’nin en kıdemli üyelerinden, ismi 1906’dan 1915’e Sasun’da direnişle özdeşleşecek Rupen Der Minasyan’dan, Fransa’da oğluyla evlenmek suretiyle alır. Kısacası Anahide Ter Minassian’ın aile mirası Ermeni halkının asırlık acılarının, direnişinin ve yeniden hayatlar kurması serüveninin ta kendisidir.
Ter Minassian’ın özgünlüğü
Ermeni katliamlarının soykırım olarak anılmaya başladığı 1965, tarihyazımı açısından da bir dönüm noktası oldu. Soykırımın tanınması talebi, maalesef resmi inkar siyaseti ile terörize edilecekti. Bu durum, dönem tarihçilerini içinden çıkılmaz bir ispat çabasına sürükledi ve bunun arazları günümüze kadar sürdü. İnkar-ispat hipnozunun gölgesinde Ermeni Soykırımı ve aslında genel olarak Ermeni ve bölge tarihyazımı, tarafların birbirlerine ‘objektif’ anlatı ve belgelerle salvolar savurduğu bir arşivler savaşına dönüşecekti; neredeyse tümden erkeklerin hakim olduğu bir alanda, tamamen erkek tavır ve diliyle ve büyük ölçüde güçlü erkeklerin (devlet adamlarının, diplomatların, bürokratların) anlatılarına yaslanarak süren ve birbirini besleyen bir çatışma. Bu çatışmanın en vahim kurbanlarından biri mağdurların dilinde üretilmiş kaynakların kenara itilmesi olacaktı. Fransa, bu dönemde filizlenecek yeni tarihsel anlatının önemli merkezlerindendi. İşte Anahide Ter Minassian’ın soykırım hakkındaki bildiğim ilk makalesi tam bu dönemde Fransız Esprit dergisinde yayınlanır. 1969 yılında ise tarih profesörü olarak Sorbonne Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. Oldukça zorlu geçen uzun süreli hastalığına rağmen ölümüne kadar araştırmalarına devam etmekte, yazmakta ısrar etti.
‘Kadın Eli’nin farkı
1965 yılından başlayarak bugüne kadar Anahide Ter Minassian’ın eserlerine bakarsanız yukarıda bahsettiğim tablonun ötesinde, oldukça özgün bir yere sahip olduğu görülür. Şüphesiz ki, bu birçok etken yanında erkek egemen bir siyasal tarih alanına ‘kadın elinin değmesinin’ de yarattığı farktı. Her şeyden önce onun ilgisi yalnızca 1915’e sıkışmamıştır. Ter Minassian, 1800’lerin son çeyreğinden başlayarak tarihlerinin en sarsıntılı dönemini yaşayan Ermenilerin global hikayesini yazdı. O çalışmalarını ne inkârcı safsatalara rehin bırakır ne de Ermenilerin serüvenini sadece mağduriyete indirger. Ermeni devrimciliğinin doğuşu ve siyasal/ideolojik kaynaklarından, soykırıma; diaspora maceralarından, nüfus hareketlerine, kent tarihlerine; Ermenistan Cumhuriyeti’nin kuruluşundan, Sovyet ve sonrası deneyime oldukça geniş bir konu dağarcığı onun titiz, eleştirel ve oldukça sürükleyici kaleminde dile geldi. Yazıları Fransızca dışında İngilizce, Türkçe, Farsça ve İtalyanca yayımlandı. Ter Minassian ne kendinden önceki kuşak gibi sadece ‘cemaatine’ seslendi, ne de kendi kuşağındaki birçokları gibi laf yetiştirme kaygısı taşıdı. Sayfalarında Ermenilerin sesini duyulur kıldı: Anahide Ter Minassian kadar tür (anı, süreli yayın, basılı eser) ve siyasal pozisyon olarak çoğul Ermenice kaynağı yaygınca kullanan tarihçi oldukça azdır.
Ter Minassian’ın öncülüğü
Çok büyük bir üzüntüm onu şahsen tanıyamamış olmamdır. Ancak Anahide Ter Minassian’ın tarihçiliğinin nüansı, aktörlere tutkulu mesafeliliği, etik pozisyonu ve berraklığı bende hep derin hayranlık ve ilham uyandırmıştır. Özellikle 1989’da yayınlanan ‘Van 1915’ makalesi başucu okumalarımdan olagelmiştir. Ermeni tarihyazımında onun öncülerinden olduğu madunu travmanın tutsaklığının ötesine çıkarma çabasının üzerine bir tuğla da bizler koyabilirsek, ne mutlu.
Anahide Ter Minassian’ın müzisyen ve gazeteci olan annesi Armenuhi Ter Garabedian, 1946 yılında Muşlu Gülizar’ın unutulmaya yüz tutmuş çığlığını Fransa’da kitaplaştırıp ona yeni bir ses vermişti. Anahide ise binlerce Gülizar’ın, binlerce Keğam’ın her duygudan, diyalektten çoksesli ezgisini bağırmadan, detone olmadan, yorulmadan kulaklarımıza fısıldadı.
Darısı hepimizin başına…