AKP Türkiyesi ekonomisi, rejimin müteahhitlerine çoğu gereksiz beton projeler yaratma esasına dayalıdır. Dolayısıyla ülkede üretim ve istihdam yaratamayan AKP kendi müteahhitlerine durup durup iş yaratmak zorundadır. Bu 3. Köprü olabilir, Kanal İstanbul olabilir, yurdun çeşitli yerlerinde doğayı tahrip edecek projeler olabilir. Olabilir de olabilir.
Geçtiğimiz haftayı 3. Havalimanı işçilerinin protesto eylemleri, bu eylemlere AKP cephesi ve medyasının yanısıra merkez medyadan da gelen karalamalar ve İçişleri Bakanlığı’nın geceyarısı baskını ile 600 civarında işçiyi gözaltına alması ile geçirdik. Önemlidir, nasıl bir rejim içinde yaşadığımız göstermesi açısından manidardır.
Öncelikle, rejimin anlaşılmaz 3. Havalimanı inadı. Karadeniz kıyısındaki göletlerin ve doğal dokunun yerle bir edilmesi adına girişilen bu operasyonun bir anlamı var mıydı? Yeşilköy ve Kurtköy havalimanları zorlanmakla birlikte iş görüyordu, kilometrelerce mesafe katedilerek gidilecek, üstelik uzmanların dediğine göre rüzgar açısından hayli elverişsiz, yaratacağı doğal tahribat da düşünüldüğünde son derece gereksiz bu havalimanına niçin ihtiyaç vardı? Ben kendi adıma somut bir yanıt bulabilmiş değilim.
Evet AKP Türkiyesi ekonomisi, rejimin müteahhitlerine çoğu gereksiz beton projeler yaratma esasına dayalıdır. Dolayısıyla ülkede üretim ve istihdam yaratamayan AKP kendi müteahhitlerine (ki bunların büyük kısmı aynı zamanda AKP’nin organik medyasını da oluştururlar) durup durup iş yaratmak zorundadır. Bu 3. Köprü olabilir, Kanal İstanbul olabilir, yurdun çeşitli yerlerinde doğayı tahrip edecek projeler olabilir. Olabilir de olabilir. Böylece işsizlik konusu da bir miktar çözülmüş olur. Çünkü böyle projelerde sürekli insan çalıştırılır böylece ekonomik krizin bir sonucu olan işsizlik de olabildiği kadar absorbe edilmiş olur.
Bulabildiğimiz en –anlaşılır olmasa da- ‘olsa olsa böyledir’ diyebileceğimiz açıklama bu. Tabii bu açıklamada bile bir parti, bir iktidar kendi ülkesine neden bu kötülüğü yapıyor sorusunun yanıtı tam olarak bulunmuyor. Değer mi yani doğayı mahvedip, insanları kuş uçmaz kervan geçmez yere sürükleyip, çalışan bir şeyi bozmak? Değiyor demek ki. Üstelik bunu bir de “Ülkenin şahlanışı” ambalajına soktuğunuzda müşterisi de –ne yazık ki- oluyor, eleştirenlere de ‘vatan haini’ muamelesi çekmiş oluyorsunuz.
Zaten artık her konu böyle açıklanıyor, baksanıza yeni eğitim dönemi açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediklerine: “Evlatlarımızın çoğu bedenen sınıfta ancak zihnen başka yerdeler. Zira çok ciddi bir uluslararası kuşatma altındayız. Buna dikkat etmeliyiz.” Bunu artık yorumlamakta gerçekten zorlanıyorum. Bu değerlendirmelerin müşterisi olduğunu düşündükçe ruhsal olarak güçlü kalmakta da zorlanıyorum.
3. Havalimanı inşaatına gelirsek. 29 Ekim’e yetiştirme telaşı var bildiğiniz gibi. Neden? Çünkü Cumhurbaşkanı öyle istiyordu. Neden 29 Ekim? Cumhuriyet’in kuruluşu. Peki İstanbul dışında yaşayanları geçtim, İstanbul sakinleri kendi hayatlarını zorlaştıracak böyle bir projenin bir de bayrama denk getirilmesine neden sevinsinlerdi?
Ve belli ki bu yetiştirme takıntısı nedeniyle işçilerin zaten pek de parlak olmayan şartları daha da kötüye gitmiş. Saatlerce servis beklemek, sağlıksız ve yetersiz yemekler, tahtakuruları ile dolu yatakhaneler. Liste uzun. Geçtiğimiz cuma günü yapılan eylemden sonra talep listesinin karşılanabileceği haberleri yayıldı. İşçiler bunun bir protokole bağlanmasını istemişler. Ancak işverenler buna yanaşmamış. Ve sabaha karşı kolluk güçlerinin barakalara -kapılar kırılarak- yaptığı baskında 600 civarında işçinin gözaltına alınması.
Geçtiğimiz hafta 12 Eylül benzerliklerine yer vermiştik bu sütunlarda. Olan biteni yine bu çerçevede değerlendirebiliriz. “İşveren” dostu 12 Eylül darbesi doğaldır ki en çok işverenleri sevindirmişti. Hatta birisi “Artık biz güleceğiz” demişti.
Olup bitenler aynı mantık içinde. Yüzlerce işçi gözaltına alındı. Bunlar arasında sendika liderleri de vardı. İşçilere destek vermek için Kadıköy’de yapılan basın açıklamasına katılanlar da gözaltına alındı. Sonra bırakıldılar. Ancak işçiler için durum pek böyle olmadı. Avukatlar gözaltındaki işçilerle görüşemediler. Oysa işverenlerin karakollara rahatlıkla girip çıktığı anlaşıldı. Günler sonra işçilerin bir kısmı serbest bırakılsa da 19 Eylül itibariyle 24 işçinin tutuklandığını öğrendik. Buna bir de hem AKP medyasında hem de merkez medyada çıkan inanılmaz karalamalar eşlik etti. Neden şimdi ayaklanmışlardı? İşin içinde dış güçler mi vardı? Kim kışkırtmıştı işçileri?
Bunlar bu ülkenin demokrasi ve insan hakları mücadelesinde ne yazık ki hayli aşina olduğumuz argümanlar. Özetle bu bir “sınıf” meselesi. Ne zaman işçi sınıfı hak talep etse malum bir koro bu sesi susturmak için hemen harekete geçer.
Gayet basit taleplere bile geceyarısı baskını ve gözaltılar, tutuklamalarla yanıt veren bir iktidar ile karşı karşıyayız. Bu kanıksanmaması gereken, ağır bir ihlal. Ancak şunu da biliyoruz ne yazık ki: Bütün bunlardan sonra işveren ve Hükümet TOMA’lar eşliğinde şartları daha da zorlayarak açılışı istediği tarihe yetiştirebilir.
Şu rejimde nasıl hak ihlalleri yaşandığını, doğanın nasıl tahrip edildiğini ileriki kuşaklara hatırlatacak bir simge olacak, dolayısıyla 3. Havalimanı. Tek sorumuz ise herhalde “Buna değer miydi?” olacak.